Söz&Kalem - Sena Elçi
Yazar Hakkında
Yazar, 1945 Erzincan' da doğdu. 1964'te Erzincan Lisesini bitirdi ve 1968'de Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyat bölümünden mezun oldu. Tunceli Lisesinde ve İstanbul'da edebiyat öğretmenliği yaptı. 1974'te mesleğinden ayrılarak Dergâh Yayınları’nda çalışmaya başladı. Hareket ve Dergâh dergileriyle, Türk Dili Edebiyatı Ansiklopedisi’nin yayın faaliyetlerini yürüttü.
Hikâyecilikte yarım asırdır varlık gösteren Mustafa Kutlu, kendine has üslubuyla özgün bir anlayışa sahiptir. Hikmetli ve sade bir üslupla kimi zaman tasavvufun yoğun olarak işlendiği eserler ortaya koyan Kutlu, bu anlamda geçmişle günümüz arasında kültürel bir bağ kurmak istemektedir.
Kitap hakkında
Yazarın hikâye kitaplarından biri olan bu eser, bizi farklı bir kapak tasarımıyla karşılıyor. Kitap ismini divan edebiyatının beytinden aldığını söyleyen yazar "Çaresi aşkın/Ya tahammül/Ya sefer" mısralarına götürüyor bizi. Akabinde sayfaları çevirdiğimizde içerik kısmıyla karşılaşmaktayız. Belli başlı bölümlerden oluşan eser, olaylar arasında bağlantı kurma noktasında bazen bizi zorlayabiliyor. Yazar, okuru karmaşık bir olay örgüsünün içine çekerek, asıl amacının hikâyenin derinliklerinde gizlenen ana temayı ortaya çıkarmak olduğunu gösteriyor. Bu nedenle, kitabı okurken kendinizi ilk başta olayların içinde kaybolmuş gibi hissedebilirsiniz.
Ancak sayfanın sonuna geldiğinizde, tüm bu karmaşanın aslında büyük bir amaca hizmet ettiğini ve kitabın ana fikrinin zihninizde net bir şekilde belireceğini fark edeceksiniz. Farklı bir bakış açısıyla hikâyeyi anlatan yazar, uğruna pek çok şeyi göze aldığımız birbirinden farklı ‘dava’lar olduğunu dile getiriyor.
Ya tahammül ya sefer, yakın geçmişimizde böyle düşünen insanların, nesillerin, nasıl bir araya geldiklerini, sonra nasıl dağıldıklarını, şahsiyetlerinden ve bulunmaları gereken yerlerden nasıl uzaklara sürüklendiklerini ele alıyor.
Özet
Ya Tahammül Ya Sefer
İmtihan dünyasında olduğumuzdan bazen zorluklarla karşılaşırız. Bu zorluklar karşısında iki temel seçeneğimiz vardır. İlki, tahammül, yani durumu olduğu gibi kabullenmek ve onunla yaşamayı öğrenmektir. Bu, iç huzuru bulmanın ve mevcut şartlarda bile mutlu olabilmenin bir yoludur. İkinci seçenek ise sefer, yani durumu değiştirmek için harekete geçmek, savaşmak ve yeni bir yol çizmektir. Her iki yol da bize güç verir ve hayatı daha yaşanabilir kılar. Bir de üçüncü bir yol vardır: Araf. Bu yol ne kabullenmenin ne de savaşmanın cesaretini bulamayanların yoludur. Araf'ta kalan kişi, içinde bulunduğu durumdan nefret eder, sürekli şikâyet eder ama bu durumu değiştirmek için hiçbir adım atmaz. Bu bir döngüdür. İnsan ne kabullenip huzur bulabilir ne de harekete geçip değişimi yaratabilir. Bu üç durumu yazarın anlattığı hikâyede net bir şekilde görebiliyoruz.
Kitap, kendini bir davaya adamış olan bir topluluktan bahsetmiştir. İlk başta herkesin fedakârlık yaparak çalıştığı bu dava, daha sonrasında yükselmiş ve çok güzel yerlere gelmiştir. Ama ihlâs ve samimiyetin azalması aynı zamanda başka telaşlarla kendilerini meşgul etmeleri, davalarının değersizleşmesine neden olmuştur. Artık eskisi gibi kendini adayan yoktur bu davaya. Belki de bundandır davadan uzaklaştıkça farklı ve faydasız alanlara yönelmişlerdir. Ama herkese ve her şeye rağmen eskiyi özlemle izleyen biri vardır: Dava Delisi Murat. O mevki ve makam peşinde değildir, son nefesine kadar hizmet aşkı ile yanıp tutuşmuş ve kendisini davaya adamıştır. Ki ölümünden sonra bile davasıyla anılan bir fert olmuştur.
Burada Cahit Zarifoğlu’nun bir sözünü ele almakta fayda var “…Bir Duruşu Olmalı İnsanın; Bir Bakışı, Bir Anlayışı, Bir Aşkı, Bir Davası Olmalı…” Kendine has kendine özgü bir duruşu olmalı insanın. Herkese ve her şeye rağmen bir davası, bir bakışı, bir anlayışı... Yoksa yaşam da ölüm de değersizleşir. Diğer fertler her ne kadar kitap sayfalarında isimlerini görünmez hâle getirseler de Dava Delisi Murat, kendisini adadığı davasıyla ölümsüzleşti.
Burada durup bir düşünelim ve kendimizi bu karakterin yerine koyalım.
• Eskisi kadar önemi kalmayan bir davaya sonuna kadar kendimizi adayabilir miyiz?
• Herkes kendi hayatını yaşarken, pasifleşen bu dava için hala bir umut taşıyabilir miyiz?
İşte bu noktada, tek başına bile kalsak, sonuna kadar mücadele etmeli ve elimizden gelenin en iyisini yapmalıyız. Allah'a tevekkül edip, Rabbimizin “İnsan için ancak çalıştığı vardır" sözüne iman etmeliyiz. Önemli ya da önemsiz olsun, eğer bir mücadele veriliyorsa, sonunda başarı mutlaka gelecektir. Sadece çalışana veriliyor. Şu an günümüzde batıl da çalışıyor ve bazı (geçici) başarılar elde ediyor. Batıl bile çalışıp başarı elde ediyorsa hak davadakiler neden çalışıp başarı elde etmesin?
Dürüst ve haklı bir amaç için verilen mücadele, daima başarıyla sonuçlanır. Önemli veya önemsiz bir dava fark etmeksizin, eğer o dava haklı bir temele dayanıyorsa ve bu uğurda azimle mücadele edilirse, zafer kaçınılmaz olur. Asıl önemli olan, haklı bir davayı savunmak ve bu davayı en iyi şekilde temsil etmek için elimizden gelenin en iyisini yapmaktır. Bu bağlamda, kötü niyetli ve adaletsiz amaçlar güdenlerin dahi çabalarının başarılı olabileceği düşüncesine karşılık, adil ve dürüst bir mücadelenin gücüne inanmak ve bu yolda ilerlemek büyük önem taşır
Bu düşünceler ışığında, Filistin davası ideal bir örnektir. Bu mücadele, yalnızca politik bir mesele değil, aynı zamanda nesiller boyu süren bir adanmışlık ve direniş hikâyesidir. Filistin halkı, yıllardır süren zorlu koşullara rağmen umudunu yitirmeyen, topraklarını, evlerini ve sevdiklerini kaybederek bu davanın bedelini ödeyen bir halktır. Bu kayıplar, mücadelenin daha da değer kazanmasını sağlar. Dışarıdan bakıldığında bu dava bazen unutulmuş veya önemsenmemiş gibi algılansa da her zorluğa rağmen ona adanmış olanlar, mücadelenin canlı kalmasını sağlıyorlar. Filistin davası, haklı bir davanın ancak adanmışlık ve bedel ödeme ruhuyla ayakta kalabileceğini ve nihayetinde zafere ulaşacağını gösteren, insanlığa verilmiş önemli bir derstir. Öyle bir ders ki, konuşmalarımızda da yazılarımızda da öyle ya da böyle Filistin’e değiniyoruz. Burada Filistin davasının ne kadar büyük ve hak bir dava olduğunu görüyoruz
Bir davaya adanmışlık varsa, orada zorluklar ve zahmetler de olur. Bu zorluklar, üstlenilen sorumluluğun doğal bir sonucudur. O sorumluluğu en iyi şekilde yerine getirmek ve o makama layık olmak için bazı bedellerin ödenmesi gerekir. Çünkü bir dava, ancak bedel ödendiğinde değer kazanır. Tarih boyunca bu hep böyle olmuştur ve böyle de devam edecektir. Burada önemli olan, hak davada mücadele etmek ve bu davayı en güzel yerlere taşımak için elimizden geleni yapmaktır.
Kendimizi, kendimizden daha önemli amaçlara/davalara adamak duasıyla...