Yazgısındaki nihayete bugün erişeceğinden habersiz bireylerin yarın değişmeye niyet etmesi kalımsız hayatın trajedisidir.
İfade ettiğim yargıya, değişmek için yarını bekleyenlere rastlaya rastlaya ulaştım ve kani de oldum. Birey değişmek için umarsız ve cüretkâr bir biçimde gelecek zaman kipleriyle vaatler savurur; “düzelecemler, başlayacamlar ve yapacamların” bini bir para olur; çünkü ölüm gelse de aklına, ölümün hakiki kıskacından çok uzaktır insan. Ölüm insanın gündelik hayatından, yaşadığı olaylardan çok beridir çünkü. Ancak yakınlarından biri ruhunun ufkuna yürüdüğünde hisseder o ağızların tadını kaçıran soluğu ensesinde, kaldı ki bu da geçici bir histir. Ertesi gün hiç ölmeyecekmiş gibi devam eder meşgalelerine; bazısı yaşanılandan ders çıkarır ve İbn-ü Ömer’in rivayet ettiği: “Allah’ın Resûlü ile beraberdim. Ensar’dan bir sahâbi Allah’ın Resûlü’ne geldi ve O’na selâm verdi. Sonra da sordu: ‘Ya Resûlallah! Müminlerin en zekisi hangisidir?’ Bu soeu üzerine Allah Resûlü şöyle cevap verdi: ‘Onların ölümü en çok hatırlayanı, ölümden sonrası için İslami çizgide en güzel şekilde ahiret hazırlığı yapanıdır. İşte onlar, en zeki müminlerdir.” hadisine mazhar olarak zeki ve farkında olan müminler kategorisine girer. Keza Vehb bin Münebbih, hocası Amr b. Dinar hakkında “Yarın ölse bugün yapacağından fazlasını yapmazdı.” diyerek Müslüman’ın ölüme hazırlığının keyfiyetini tek cümleyle izah eder. Bundan ders çıkaran mümin mezkur bir hayat sürmeyi tercih eder.
Öte yandan bazısı da saman ateşi gibi aniden harlanan bir kulluk bilincine sahiptir. Yalnızca birkaç günlük maneviyat şokuna uğrar akabinde normalleşir ve ölümün hatır dışı edildiği hayatına devam eder. Maalesef bahsi geçen döngü ve bunun yanı sıra part-time dindar hissiyatlara sahip birey günahın girdabına girer, şerden men olmaz. Çünkü bu bireyler için ‘yarın’ mefhumu bireyin kendini değiştirme tesellisi ve bugün işlenen şerlerin vicdan rahatlığıdır. ‘Yarın çok geç olabilir’ fikrine uzak olan birey, şu an için nefsini kontrol edemeyeceğinden yarını fırsat bilir; ama çoğu kez yarına çıkamaz. Çünkü üzerinde bulunduğumuz yarım küre, yarım bırakılmışlıklar ve aldanmışlıklarla meşhurdur. Kalemimden akanlar malumun ilanıdır lakin nefse zor geldiği için insana mütemadiyen iyinin hatırlatılması da elzemdir. Dünyevileşmenin olağan akışına kapılıp kulluğun olağanüstü maneviyatından mahrum kalmak da iyiyi unutmanın ve nefsi avare bırakmanın acı bedelidir.
Dünyaya dalan yaratılan, gamsız; buna mukabilen Yaratıcı çokça mağfiret sahibidir. Ölümü unutan, kulluk vazifesini hakkıyla ifa etmeyene karşı Yaratıcı her zaman açık bir kapı bırakır ve kullarına Zümer sûresinde “...ey günah işlemekle nefislerine karşı haddi aşmış kullarım! Allah’ın rahmetinden/sizi bağışlamasından ümidinizi kesmeyiniz. Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır. Çok çok merhamet edendir.” hitabıyla ye’sin karanlığında dahi mağfiretinin nurunu gösterir. Mezkur nur, kimi kez yazıldığı gibi ayet vasıtasıyla kula izhar olur kimi kez feragatin, bazen de meşakkatin akabinde kula lutfedilir. Bahsi geçen feragatin akabinde kula lutfedilenlerden hemen akabinde bireye tekâmül kazandıranlardan biri de Şehr-i Ramazan’dır. Rahman’ın rahmetinin sağanak sağanak yağdığı, onun cemalinden tezahür edenlerin hayatımızı kuşattığı bu ay, kulun ertelediği ‘sonra hallederim, düzeltirim, kılarım’ niyetini en iyi tatbik edebileceği dönemdir. Ağzını, kulağını, gözünü, elini, dilini arındırma gayesinin menzile en net şekilde varacağına kani olacağımız demdir bu dem. Toplumun aldığı aksiyonla Müslümanlığın her sokakta hatırlanacağı bir aydır bu ay. On bir ayın talimini yaptıran Ramazan, ölümün şeksiz ve gönül rahatlığıyla beklenileceği bir hayatın başlangıcı mesabesindedir. Dolayısıyla Müslüman bireyin fırsattan istifade etmesi gereken bir dönemdir. Çünkü Ramazan, kulu teravih intizamıyla camiye alıştırır. Hatim halkalarına iştirak ile okunmayarak uzaklaşılan Kur’an’dan af diletir. “Kim bu ayda bir oruçluya iftar verirse bu onun kul hakları dışındaki bazı günahlarının bağışlanmasına ve cehennem azabından kurtulmasına sebep olabilir. Ayrıca oruçlunun sevabından bir kısmı eksiltilmeksizin ona oruçlunun mükâfatı gibi mükâfat verilir.” hadisiyle yalnızca bozuk birkaç lirayla değil, verince canının yanacağı miktarın en has sadaka olduğunu öğretir. Tezkiye edilen nefsin insanın gündelik yaşamındaki sükûnetini ve faydasını fark ettirir. Allah ile rabıta kurmanın verdiği namütenahi mutluluğu hissettirir ve dolayısıyla kulu kuşatır. Bir ay boyunca Müslüman kendi künhüne vakıf olmanın faydasını idrak eder ve Ramazan ahlakını gelenek haline getirmenin felaha ulaşmak için evvel vazife olduğunu anlar. Kulluktan uzaklaşmanın gafletine karşın kul olmanın verdiği bilinçle şerri ve hayrı daha iyi fark eder. Hülasa yeniden doğuşu yaşatır.
Bu sebeple tövbe ve arınmak için ilahi tüm şartların olgunlaştığı Şehr-i Ramazan’da yeniden başlama niyetinde olan kul, lütfedilenlerin farkında olmalı. Günahının ağırlığından dolayı tövbesinin kabul edilmeyeceği fikrine kapılmamalı. Beşer, günahını Rabbinin mağfiretinden ağır görmemeli. Yaptığı cürümler dağı dahi aşsa, Rabbimin dağları deviren merhameti vardır diyebilmeli. Mesela Peygamber (a.s) Uhud’da birkaç kafire beddua ettikten sonra Vahşi’ye niçin beddua etmediği sorulunca cevaben: “Miraç’ta Hamza ile Vahşi’yi kol kola birlikte cennete girerlerken görmüştüm.” dedi. Peygamberin amcasını Müslümanların en muhtaç olduğu anda şehit eden Vahşi’nin dahi cennette görülmesi bile günahkara muştu olmalı.
Cebrail’in de “Ramazâna yetişip de, ondan affedilmeden çıkan kimse; rahmetten uzak olsun!” sözü hatırımızdan çıkmamalı. Şehr-i Ramazan’dan istifade eden ve günahlarından azade olanlardan olma niyazıyla…
Söz&Kalem Dergisi | Yusuf YETİŞ