Bizlere kardeşlik nimetini bahşeden yüce Allah’ın adıyla.
İçinde bulunmuş olduğumuz şu karanlık çağ maalesef bir kara delik misali önüne gelen bütün güzellikleri büyük bir iştahla yutmaktadır. Beşeriyet; çağın debdebesi içerisinde bocalamakta, kendisini seküler dünyanın kollarına atmaktadır. Bu yirmi birinci asrın karanlığına ışık tutacak her bir güzel haslete, her bir iyiliğe ihtiyacımız var. Unutulmaya yüz tutmuş olan sevgi, merhamet ve kardeşlik yerini; kin, nefret ve adavete teslim etmekteyken insanlar deve kuşu misali kendi dertlerine gömülerek, toplumdan kendilerini soyutlamaktadır. Kuşkusuz kardeşlik, böyle bir zamanda en çok ihtiyaç duyduğumuz ve eksikliğini bizatihi hissettiğimiz, İslam’ın güzelliklerinden birisidir.
Kardeşlik adına ne kadar methiye düzülürse, önemine binaen ne kadar yazı yazılırsa yine de az gelir, noksan kalır. Kardeşlikten kasıt elbette ki kan bağı ile meydana gelen, anne ve babaları bir olan kişilerden söz etmiyoruz çünkü biz kan kardeşlerinin dahi birbirleri için yapamayacakları, kelimelerin kifayetsiz kalacağı ölçüde fedakarlıklarla dolu bir İslam kardeşliğinden söz etmekteyiz.
İslam dininin sosyal hayattaki amacı birlik, beraberlik ve kuşkusuz kardeşliktir. Bu kardeşliğin en güzel örneğini bizler Asr-ı Saadet’te, en güzel örneğin en güzel takipçileri olan sahabeler de görmekteyiz. Allah Resulü; tüm mal varlığını ve ailesini Mekke’de bırakıp Medine’ye hicret eden Muhacirlerle, Medine’nin yerlisi olan Ensarı kardeş ilan etmiştir. Hatta birbirlerine yıllarca düşmanlık eden ve bu düşmanlıklarında ün salmış olan Evs ve Hazreç kabilelerini de İslam bağı ile kardeş kılmış, aralarındaki husumete İslam kardeşliği bağıyla son vermiştir. Elbette ki Allah Resulü bu kardeşlik müessesesinin temellerini atarak bizlere toplumun ihyası, sosyal refah ve gelecekte Müslümanlar arasında meydana gelebilecek olan sorunların üstesinden gelebilecek bir sistem örneği sunmuştur.
Birbirlerini daha önce tanımadıkları halde İslam kardeşliği vesilesiyle kendi nefislerini bir kenara iterek hicret eden Muhacirlerle bütün mal varlıklarını paylaşmak isteyen Ensar; tüm imkanlarını seferber ederek, kardeşliğin beraberinde fedakarlığı ve bazı sorumlulukları da getirdiğini bize kendi hayatlarından örneklerle göstermişlerdir. Elbette ki kardeşlik, sadece malını paylaşmak demek değildir. Kardeşlik; yeri geldiğinde Yermük Savaşı’nda Hz. Haris gibi yaralı bir vaziyette güneşin kavurucu sıcağında su beklerken, kendisi gibi yaralı olan Hz. İkrime’nin su diye bağırmasını işitince kendisine gelen suyu içmeyerek: “Bu suyu kardeşime götür” demesi ve akabinde Hz. Iyaş’ın su için bağırdığını işiten Hz. İkrime’nin de: “Suyu kardeşim Iyaş’a götür o içsin” diyerek fedakarlığın zirvesine ulaşmaları ve sonrasında suyun Hz. Iyaş’a yetişmeden üçünün de şehit düşmesi demektir. Kardeşlik, yeri geldiğinde Hz. Sa’d gibi “Ben hiçbir Müslüman kardeşime kin gütmem, haset etmem” diyebilmektir. Kardeşlik, yeri geldiğinde Hz. Ebu Zer gibi hatasının farkına varıp Hz. Bilal’in kapısının eşiğine başını bırakarak “Ayaklarınla yüzüme bas” demesi ve Hz. Bilal’in de “Bu yüz basılmaya değil, öpülmeye layıktır” diyerek helalleşmeyi seçerek nefisleri alaşağı etmek demektir. Kuşkusuz bu örnekler gibi daha nice örnekler verilebilir, çoğaltılabilir. Tabiri caizse sahabenin dillere destan, çağ atlayan bir kardeşlik anlayışı vardı. Onlar, kendileri ihtiyaç sahibiyken kardeşlerini kendi nefislerine tercih ederlerdi. Onlar; birbirini Allah için sever, iyilikte yardımlaşır ve birbirlerine karşı merhamet sahibiydiler.
Şöyle bir başımızı kaldırıp etrafımıza baktığımızda gördüğümüz şey kardeşliğin eksikliği, göremediğimiz ise kardeşliğin kendisidir. Oysaki Medine’de kurulan İslam Medeniyetinin temelleri kardeşlik harcı ile atılmıştı. Böylesine yetkin bir kardeşlik müessesesine sahip iken içinde bulunmuş olduğumuz durum içler acısıdır. Merhamet namına, insanlık namına hiçbir değer, hiçbir kural gözetmeksizin Müslüman kanının oluk oluk akıtıldığı böylesine vahşet yüklü bir çağda etrafımızda görünen sadece kandır, zulümdür.
Öyle ise kardeşliğe ekmek ve su gibi ihtiyacımızın olduğu böylesine karanlık bir çağda bizler, kardeşlik adına yanan kandiller olabilmeliyiz. Kendi sorunlarımızı, dertlerimizi ve menfaatlerimizi bu karanlığa, kardeşlik adına gömebilmeliyiz. Mağrur nefsimizi ayaklar altına alarak bize gelmeyene gidebilmeyi, bizi arayıp sormayanı arayıp sorabilmeliyiz. Kardeşlerimizle aramızda oluşabilecek sorunları hikmet nazarıyla görebilmeli, Allah’ın rızasını gözetmek adına kırgınlıkları giderebilmeliyiz. Kuşkusuz bu minvalde herkes üstüne düşen vazifeyi yerine getirme gayreti gösterdiği takdirde kusursuz olan kardeşlik ağacı meyvelerini vermeye başlayacaktır.
Bilhassa kardeşlik yarasına bir nebze de olsa derman olabilmeyi başarabilirsek ne mutlu bizlere... Rabbim bizlere dert olmayı değil dert almayı nasip etsin. Rabbim bizlere kendi derdimizi unutturup Müslüman kardeşimizin derdiyle dertlenebilmeyi nasip etsin ve bizlere birbirimize kardeşane bir tavırla kenetlenmeyi, dinimizin gerekliliği olan birlik ve beraberliği tesis etme adına elimizden gelen gayreti sarf edebilmeyi nasip etsin.
Söz&Kalem | Hasan Demir