Anlaşma kelimesi sözlükte “iki taraf arasında belli bir konuda yapılan sözlü ya da yazılı uyuşma” olarak geçmektedir. Yani herhangi bir konuda anlaşmaya varmak için iki tarafın karşılıklı rızası gerekir. Ancak 28 Ocak 2020 tarihinde, adına “Yüzyılın Anlaşması” denilen ve Müslümanların en kutsal mekânlarından biri olan Kudüs ve içinde bulunduğu Filistin topraklarının işgalci İsrail’e satılmasını içeren bir dayatma metni okunup tek taraflı olarak imzalandı. Adına “Yüzyılın Dayatması” dense daha doğru olacak çünkü bu adım tek tarafın kendi işgal ve sömürü düzenine uygun olarak hazırlattığı bir dayatma metnidir. Dolayısıyla bizim nazarımızda bu anlaşma iki tarafın rızası ile değil, işgalci konumunda olan tarafın, diğer tarafın haberi olmadan ‘karanlık saraylarda’ sipariş üzeri hazırlattığı ve İslam âlemine dayatmaya çalıştığı bir işgal metnidir.
Bu metin, Batının yüzyıllardır İslam âlemi üzerinde oluşturmak istediği istikrarsızlık ve güçten düşürme politikasının bir neticesi olmakla birlikte bu coğrafyada saltanatlarını korumak adına dinlerini ve topraklarını pazarlığa çıkaran, bu uğurda Müslüman halklarını katliamlara uğratmaktan geri durmayan satılık piyonların ihanetlerinin de bir neticesidir. Zira Mayıs 2017’de ilk yurtdışı ziyaretini Riyad’a yapan Trump’la küre etrafında poz veren bu piyonlar kurdukları ‘Küre İttifakı’ıyla İslam beldelerini bedelsiz bir şekilde emperyalist işgalcilere hediye etmekten geri durmamışlardır. 28 Ocak günü Beyaz Saray’da ihanet anlaşmasının duyurulması esnasında içeride sadece Umman, Bahreyn ve BAE büyükelçilerinin olması, Mısır’ın destek vermesi ve Suudiler ile BAE’nin emirleri ise anlaşma gereği Filistinlilere ödenmesi gereken ‘rüşveti’ yüklenmek istemeleri bu ‘küre ittifakı’nın içerisine düşmüş olduğu zilleti apaçık göstermektedir. Allah’ın etrafını mübarek kıldığı, Hz. Muhammed (s.a.v)’in diğer peygamberlere imamlık yaptığı kutsal belde Kudüs, zillet bataklığında çırpınan bu satılık piyonların değildir ki onu işgalcilere hediye diye takdim etsinler. Bu mübarek belde ümmet-i Muhammed’in ortak mirası ve ortak kutsalıdır. Bu topraklar ne sadece Arapların ne de Filistinlilerindir. Bu mübarek belde her bir karış toprağı ile tüm İslam âleminindir.
Batı, İslam âlemine karşı giriştiği her hamleyi adeta tarihten intikam alma duygusuyla yapmaktadır. Kudüs gibi mübarek bir belde de Haçlı zihniyetinin uğratıldığı yenilgi ve Haçlı ittifakının bertaraf edilmesi, Batı’nın unutamadığı ve bu gücü İslam âlemine yakıştırmak istemediği tarihi bir vakadır. Bu yüzden olsa gerek birçok batılı yazar ve düşünür Kudüs fatihi Selahaddin’den bahsederken onun günahkâr bir Hristiyan olduğunu ifade etmeye ve insanları bu yönde ikna etmeye çalışır. Zira İslam’ın bu denli güçlü olduğunu hiçbir zaman kabullenmek istemiyorlar.
İşgalci Yahudiler bugün bu emellerine Trump ve Siyonist sevici Evanjelist ekip üzerinden ulaşmaya çalışmaktadır. ABD siyasetinde etkin olan ve Amerikan hükümetinin politikalarını etkileyecek güce ulaşan Evanjelist ekibin Trump gibi bir tüccarı siyasetin başına getirterek amaçlarına ulaşacakları basamakları oluşturuyorlar. Malum ihanet anlaşmasının Trump’un başdanışmanı, aynı zamanda damadı ve Evanjelistlerin önde gelen isimlerinden olan Kushner tarafından hazırlanması bu gerçeği olduğu gibi yansıtmaktadır. Evanjelist Kushner tarafından hazırlanan ve adına “Refah İçin Barış” denen 80 sayfalık plan aslında yıllardır işgal rejimi tarafından gerçekleştirilen zulüm ve haksızlıkların, uluslararası hukuka aykırı uygulamaların meşrulaştırılmasını hedefliyor. “Yüzyılın Anlaşması” denen ihanet anlaşması bölge siyasetini uluslararası hukuk bağlamından çıkarıp “orman kanunu” hükümlerine sokmayı hedefliyor. Filistin’nin büyük ölçüde İsrail’e verilmesi ve bu plan sürecinde harcanacak olan bütün paranın mali kaynağının Körfez ülkelerine ödetilecek olması Siyonist Yahudi bloğun ‘Arzı-ı Mev’ud’ (Vâdedilmiş topraklar) üzerindeki planlarının tümünün somut olarak işleme konulduğunu göstermektedir.
Hazırlanan planın içeriğindeki maddeler bu planı ‘işgal planı’ olarak adlandırmayı gerekli kılıyor. Çünkü maddelerin tümünde Filistinlilerin topraklarına el koyma ve Filistinlilere verilen topraklarda da İsrail’in tahakkümü mevcut. Filistin topraklarının çoğunda işgal ve gasp sonucu evlerinden zorla çıkarılan Filistinlilerin yerine Yahudi yerleşimcilerin yerleştirilmesi Filistin’in her karış toprağında İsrail tahakkümünün oluşturulması için yeterli bir sebeptir. Ayrıca mülteci durumda olan Filistinlilerin kendi öz vatanlarına geri dönememeleri ile de Yahudi nüfusun arttırılıp işgalci devletin tahakkümünün artmasına sebep olacaktır. Kudüs’ün İsrail’in başkenti olması neticesinde yaşanacak tatsızlıkları önlemek için kendilerince çözüm olarak Kudüs’ün, İsrail ve Filistinlilere vadeliden ‘devletçik’in başkenti olacağı vurgulanmış. Ancak bunun neticesinde kurulması planlanan Kudüs belediyesinin İsrail’e bağlı olup şehrin tamamından sorumlu olacağı ve Kudüs’te yaşayan Filistinlilerin vergilerini İsrail belediyesine ödeyecekleri şeklinde bir şaşırtmaca yapılmış. Böylece Kudüs fiilen İsrail’in, ismen ise aynı zamanda Yeni Filistin’in başkenti olacak. Resmi rakamlara göre hâlihazırda 850 bini aşan Kudüs nüfusunun yüzde 64’ünü Yahudi, yüzde 34’ünü Müslüman ve yüzde 2’sini Hıristiyanlar oluşturmaktadır. Dolaysıyla Kudüs’te demografi çoktan değişmiş durumda. Hazırlanan plana göre mülteci durumunda olan Filistinlilerin kendi ülkelerine geri dönemeyecek olmaları, bu demografik yapının Flistin’in tümünde değiştirilmek istendiğini gözler önüne sermektedir.
Bu işgal planının tüm mali yükümlülükleri ise büyük oranda Körfez ülkelerine yıkılmış durumda. Planda ki maddelere göre, kurulacak yeni Filistin devleti için beş yıllık bir süre içinde 30 milyar dolarlık bir fon oluşturulacak. ABD bu fonun yüzde 20’sini, AB yüzde 10’unu ve Körfez Arap ülkeleri yüzde 70’ini sağlayacak. Yıllardır Filistin’i işgal eden İsrail ise hiçbir şey ödemeyecek. Böylece ABD 6 milyar dolar gibi çok küçük bir bedel ödeyerek, İsrail ise hiçbir ödeme yapmadan, Filistin ve diğer taraflar açısından işgali resmileştirmiş olacaklar.
Kurulacak yeni Filistin devletinin de hafif silahlı polis gücü dışında ordusu olmayacak, Yeni Filistin’i İsrail koruyacak ve bunun karşılığında Filistin İsrail’e ödeme yapacak. Yıllardır kadın, çocuk ve yaşlı demeden insanların ve şehirlerin üzerine tonlarca bombalar yağdırıp katliamlar yapan işgalci rejim katlettiği Filistinlileri koruyacakmış. Hem de bu koruma karşılığında üstüne para alacakmış. Milletin aklıyla oynamak demek bu olsa gerek.
Bütün bunların karşılığında Hamas silah bırakacak, Gazze ablukası kaldırılacak, Filistin’de demokratik seçimler yapılacak ve İsrail hapishanelerindeki Filistinli tutuklular peyderpey serbest bırakılacak. Şayet Filistinliler bu anlaşmayı reddederlerse, ABD Filistin’e sağladığı bütün desteği keseceği gibi, diğer devletlerin yardım etmesini engelleyecekmiş. Bundan önce ABD ve güdümünde ki diğer devletlerin Filistin’e hiçbir yardımda bulunmamalarına rağmen yardımı keseceklerini söylemeleri trajikomik bir durum. Kısmi bir özgürlük karşısında tüm topraklarından vazgeçmesi beklenen Filistin halkı bu dayatma ile sadece topraklarından olmuyor. Kabul etmesi halinde toprakları için mücadele etme hakkını da kendi eliyle düşmana teslim etmiş oluyor.
İşgalci İsrail dünyanın gözünün içine baka baka kendi işgal ve sömürü düzenini meşrulaştırıp tüm dünyaya yutturmaya çalışıyor. Kendilerine vaat edildiğini düşündükleri toprakları alabilmek ve bu topraklara hâkim olabilmek için Batı ittifakını da yanına alarak hiçbir kural tanımadan emellerine ulaşmaya çalışıyorlar. Dün hep birlikte izzetlice direniş gösterip bu ahmak ittifakı yerle bir eden İslam âlemi, tekrardan bir araya gelerek bu trajediye son verebilecek güçtedir. İsrail ve tüm işgalci güçler ancak ve ancak güçten anlar. Bu gücü bir araya gelerek yakalayabileceğimize tarih şahit olduğu gibi emperyalist işgalciler de şahittir. En son sözümüz: Kudüs bizimdir ve tek karış toprağı bile satılık değildir.
Söz&Kalem - Selman Talayhan