En Kıymetlimiz: Zamanımız
İnsanoğlu tarih boyunca zamanı tanımlamaya çalışmıştır. Ezelden beri aşina olduğumuz güneşin doğması ve batması yani gece-gündüz olayının zaman kavramını ilk ortaya çıkaran şey olduğunu söyleyebiliriz. Toplumlar geliştikçe o an yaşadıkları zamanı, daha önce yaptıklarını ya da daha sonra yapacaklarını zaman kavramı altında tanımlama ihtiyacı ve gereği duymuş, böylece insanoğlu binlerce yıl öncesinde zamanı ölçmenin yollarını bulmuştur.
6 bin yıldan fazladır Dünya’nın kendi ekseni etrafında ve Güneş etrafındaki dönüşünü zamanı ölçmede başarılı bir şekilde kullanmaktayız. Dünya’nın kendi ekseni etrafında dönüşünün süresini 24’e bölerek saatleri, saatleri 60’a bölerek dakikaları, dakikaları da 60’a bölerek saniyeyi hesaplayabiliyoruz. Yine Dünya’nın Güneş’in etrafında dönüşünde geçen süreyi ise aylara ve günlere bölüyoruz. Yani günlerin, saatlerin, dakikaların, saniyelerin, kısacası zamanın ilerleyişini Dünya’nın hareketini gözlemleyerek anlayabiliyoruz. Ama yine de fizik, matematik ve felsefenin getirdiği bütün izah ve yorum çabalarına rağmen zamanı tam olarak tanımlayamıyoruz.
Kur’an-ı Kerim’de Zaman Kavramı
Şeytan, Hz Âdem’e yasak elmadan yer ise bulunduğu yerde (cennette) ebedi, sürekli olarak kalacağını söylemişti. Bu anlamda insanın da fıtrat gereği zaman ile ilişkisi ezelden beri süregelmektedir. Yani zamanın, insanın ilk imtihanlarından birisi olduğunu söyleyebiliriz.[1]
Asr suresine bakacak olursak, Allah’ın zamana verdiği kıymeti ve önemi daha iyi göreceğiz. Sure, zamana, asra yemin ile başlıyor. Eğer Allah Kur’an’da bir duruma yemin ediyorsa ya insanlar o durumu inkâr etmişlerdir ya da ihmal etmişlerdir. Zamanı inkâr eden olmadığına göre Allah, insanların onu ihmal ettiğini belirtmiştir.
İnsanlar dahi bir konu hakkında bir şeyleri yemin aracı olarak kullanacakları zaman, kutsal ve değeri madde ile ölçülemeyecek kadar değerli şeyleri örnek verirler. Bu manada zamana atfedilen değer ve kıymet ne kadar yüksek görebilmekteyiz.
Zamanın izafi olduğunu belirten Einstein, onun hıza bağlı olarak uzayıp kısaldığını ifade etmiştir. Ve ne yazık ki insanlar, bu teoriden yüzyıllarca yıl önce Kur’an’ın bu konu hakkında ifade ettiği ayetleri görmek istememişlerdir. Bakara suresi 259. Ayette geçen “Ya da bütün yapıları temelleri üzerine yığılmış ıssız bir kasabaya uğrayan kimseyi görmedin mi? Acaba Allah, burayı ölümünden sonra nasıl diriltecek?’ dedi. Bunun üzerine Allah onu öldürdü ve yüz yıl sonra tekrar diriltti. `Ne kadar süre ölü kaldın’ dedi. Adam `Bir gün, ya da daha az bir süre ölü kaldım’ dedi. Allah `Hayır, yüz yıl süresince ölü kaldın, yiyeceğine ve suyuna bak, hiç bozulmamış. Eşeğine bak. İnsanlara ibret dersi olasın diye seni böyle yaptık. Şu kemiklere bak, onları nasıl birleştirip arkasından üzerlerine et giydiriyoruz.” bu meseleyi görmek istememişlerdir.
Zaman 3 Kısım: Mazi, ân ve istikbal.
Geçmiş kısma mazi diyoruz. Geçmişimizin geri döndürülmesi, tekrar yaşanması ve üzerinde değişikliğe gidilmesi mümkün değildir. Ve Kur’an’a göre mazi kayıt altındadır. Bu kayıtlar da her insanın kitabında mahfuzdur. (İnfitâr – 11) Surede geçen “şerefli melekler” ifadesi, insanın kendi başına yaptığı her şeyi kayda geçen, yaptığı her şeyi bilen onurlu kâtiplerin başına dikildiğini hissetmesi, ürpermesi, irkilmesi, uyanması ve edebini takınması için yeterlidir. Zaten asıl verilmek istenen mesaj da budur.
İstikbal ise Kur’an’ın ihtiyat ile hareket edilmesini emrettiği bir zaman dilimidir. Yani insan, mümin, Müslüman geleceği düşünmeli, geleceği planlamalı. Geleceği düşünüp, planlarken de ânda yapması gereken, şu anda ifa etmesi gereken görev ve sorumluluklarını ihmal etmemeli.
Dikkat ederseniz şeytanın yaşlılar ile gençlere vakit konusunda vereceği vesveseler ve art niyetli yaklaşımlar, her iki yaş grubunda da farklı etkilere sebep olmaktadır. Yaşlıların vaktini faydasız değerlendirmesi elbette ki kötüdür fakat bu durum çoğunlukla kendilerini bağlayacak ve etkileyecektir. Ama genç insanların vaktini heba etmesi hem kendilerini hem de onlara ümit bağlayan ümmeti etkileyecektir.
Ve yine geleceği yani atiyi ümitsiz olarak görmek de istenmeyen bir ruh halidir ve insanı çekip içine alan bir bataklıktır. Mehmet Akif Ersoy’un “Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak, Alçak bir ölüm varsa eminim budur ancak.” sözü de burada bize kılavuzluk edecek niteliktedir.
İçinde bulunduğumuz zamanda Allah’ın bize yüklediği görev ve sorumlulukların farkında olmamız gerekiyor. Geçmişin hatırlarına ve geleceğin hayallerine takılıp, ânı ihmal etmemizi Kur’an kesinlikle bizden istemiyor. Onun için de insanın ânını planlamasını sağlamak istiyor.
Mü’minin zihninde 5 vakit namazla bir zaman mefhumu oluşturmak istiyor. Adeta gün içerisinde insana 5 defa balans ayarı çekiyor. İnsanın bozulan ayarını, bozulan istikametini düzeltmek için günde 5 defa Allah’ın huzuruna çıkmasını emrediyor. Belki de Kur’an’da namazın 5 vakit farz kılınmasının sebebi de budur. Çünkü insanın vücut duygusuyla, varlık bilinciyle vakit bilinci arasında çok büyük bir ilişki vardır. Vakit mefhumunu kaybeden insan, varlık bilincini de kaybedecektir maazallah.
Onun için Kur’an bazı zamanlara atıf yapıyor. Bazı zamanları diğer zamanlardan ayırarak insanda yenilenebileceği, arınabileceği, kendisini tazeleyebileceği zaman istasyonları oluşturuyor. Bu sebeple Kur’an’ın verdiği zaman bilinci öncelikli olarak dinin direği olan, Müslümanlığımızın ana kıstası olan namaz üzerinden icra ediliyor, sonrasında mübarek geceler, bayramlar vs. bütün bunlar üzerinden İslam, Kur’an ve sünneti insanda belli zaman aralıkları içerisinde kirlenen benliğini tasfiye etmesi, temizlemesi için bir zaman mefhumu inşa etmek istiyor.
Söz&Kalem - Mustafa Yalçınkaya
[1] Şeceret’ül Huld - Taha Suresi 120. Ayet