İnsan çift yönlü bir varlıktır. Bir tarafıyla geçmişe bakan, maziyi sürekli olarak hatırlayan, bir taraftan da geleceğe bakan, emelleri ve umutları olan bir varlık.
Geçmiş ve gelecek, şeytanın, insanın ânını çalması, ele geçirmesi için kullandığı iki zaman dilimidir. İnsanı hatıralarla geçmişe çekerek oyalamaya çalışır. Geleceğe de emellerle bağlayarak yaşadığı ândan avlamaya çalışır. Aslında zaman andır. Belki de zamanı böyle tanımlamamız gerekiyor.
Bir âlim diyor ki, geçmişi zamandan sayma çünkü ona artık ulaşamazsın. Geleceği de zamandan sayma çünkü ona ulaşıp ulaşmayacağın belli değildir. Zaman, ömür nedir diye soracak olursanız, şimdi yaşadığınızdır, şu an bu semineri dinlemenizdir derim.
Şeytan geçmişte hatıralar, gelecekte de emeller ve hayallerle insanın anını çalmaya çalışır. Tûl-i emel dediğimiz hadise ile insanı ilerde gerçekleşmesinin imkânsız olduğu bir takım hurafelere, kuruntulara veya gerçekleşmesi mümkün de olabilir, bu çok önemli değil. Hayallere daldırarak insanın anda yapması gereken kulluk sorumluluklarını tehir etmesini sağlar. Buna dini literatürde tesvîf diyoruz.
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: “Tesvîf yapanlar, din konusunda, kulluk sorumlulukları konusunda -cek, -caklı konuşanlar helak oldu.”
Sahabeden bir zat anlatıyor: Peygamber Efendimiz bir gün mescide geldi. Elinde iki tane taş vardı. Birini uzaklara attı, diğerini ayakucuna koydu, beklemeye başladı. Sahabe-i kiram arif insanlar; sordular: “O uzağa attığınız taş nedir, ayakucunuza koyduğunuz taş nedir Ya Resulullah?” diye. Peygamber Efendimiz buyurdu ki: “O uzağa attığım taş insanın bir an sonra yapmayı düşündüğü istediği şeydir. O insanın emelidir. Ayakucuma koyduğum taş ise insanın ecelidir.”
“Her rind bu bezmin nedir encamı bilir
Dünyamızı nagah zalam örtebilir
Bir bitmeyecek şevk verirken beste
Bir tel kopar ahenk ebediyen kesilir”
Yahya Kemal bu şiirinde, hayatı sazla söylenen bir türküye benzetiyor. Bu hayat sazının ömür teli bir koparsa, insanın söylediği yaşam türküsü de ebediyen yarım kalır diyor.
Hayat mukadder, mukayyet, hayat sınırlı. Şeytan insanın ânını çalmaya çalışıyor. Bunu da yaparken tûl-i emeli kullanıyor. İslam’a göre bu çok tehlikeli bir düşünce biçimidir.
Senenin bazı günleri, geceleri zaman açısından neden değerlidir?
İslam kültürümüzde çok sıkça tekrarlanan bir söz vardır: “Şerefu’l-mekân bi’l-mekîn.” Mekânların şerefi içerisinde bulunan kimselerin şerefi iledir. Mesela, Allah Teâlâ Beled suresinde Peygamberimizin Mekke’de bulunmasından dolayı Mekke’ye yemin ediyor.
Mekânları değerli kılan o yerlerin içerisinde bulunanlardır. Zamanları değerli kılan da zamanın içinde gerçekleşen bazı hadiselerdir. Dinen her yer Allah’ın yeridir, her zaman Allah’ın zamanıdır, fakat bir zaman içinde gerçekleşen hadise o zamanı diğer zamanların dışına çıkartır ve onu daha kutsal daha mübarek bir hale getirir. Örnek olarak Kadir gecesinden bahsedebiliriz. Kadir gecesinden Kur’an’da, bin aydan daha hayırlı olarak ifade ediliyor.
Tarihsel süreç içerisindeki bazı günlerin, gecelerin ve gerçekleşen hadiselerin önemine bakacak olursak:
Peygamberimizin doğduğu gece bizim için mübarektir.
Peygamberimizin miraca çıktığı gece bizim için mübarektir.
Peygamber Efendimizin “Şaban ayının 15.gecesinde kulların mukadderatı belirlenir, Allah kullarını affeder, Allah onların gönül dünyalarında tecelli eder” diye müjdelediği gece bizim için önemlidir.
Arife geceleri, Cuma vakti bizim için kıymetlidir. Peygamberimiz “Cuma vakti içinde öyle bir zaman dilimi vardır ki, Allah o esnada yapılan duaları reddetmez” buyurur.
Arafat’ta vakfe yapılan zaman bizim için kıymetlidir. Bir insanın secdeye kapandığı zaman dilimi bizim için kıymetlidir.
Peygamber Efendimizin gece uykusunu bölerek kalktığı teheccüd vakti bizim için kıymetlidir.
İslam ve Peygamber Efendimiz Müslümana kendisinin yenilenmesi ve arınmasını sağlayacak özel santral, özel bir takım geceler ve zaman dilimleri tespit etmiştir. Bu santraller içerisinde insan kendisini yeniler, kendisini inşa ve ihya eder.
Zamanın Hızlanması Nasıl Olur?
“Kıyamet yaklaştığında zamanın akışı hızlanır. Böylece sene ay gibi, ay hafta gibi olur. Haftadan haftaya olan vakit de kuru bir hurma dalının yaprakları ile birlikte ateşte yanması gibi kısa olur.” (Ebu Hureyre)
Zaman dediğimiz hadise hareketle ilgilidir, izafidir. Eskilerin bir sözü vardır: “Değene taş gibi, değmeyene düş gibi gelir.” Ya da Necip Fazıl’ın ifadesiyle “Zindanda dakika farksızdır aydan” sözü zamanın izafiyetini bir nebze de olsa açıklar.
Zamanı nasıl geçirdiğiniz, nasıl ifa ettiğiniz önemlidir dedik. Uyuyan insan sabahın nasıl olduğunu anlamaz, zaman onun için hızlı bir şekilde geçer. Istırap içerisinde olan, ağrılar içerisinde olan insan için dakikalar asra dönüşebilir.
Kıyamete yakın zamanın bu şekilde değişmesi, insanların zamanın hızlı geçtiği inancına kapılmalarının sebebi şudur: Aslında dünyanın güneşin etrafında dönmesinde, kendi ekseni etrafında dönmesinde ve bundan dolayı oluşan günlerin senelerin miktarlarında bir azalma veya çoğalma söz konusu değil. Bu tamamen insanların dünyaya meyletmeleri ve zaman mefhumunu dikkatlerinden kaçırmalarından kaynaklanan bir kargaşa durumudur.
Böyle bir zaman ortamı yaşayacak insan ve bu zaman içerisinde tamamen dünyaya dalacak. Dünyaya daldığında uhrevî kaygılarını ve aşkın bağlarını kaybedecek. Bunu kaybettiğinde de zamanın nasıl geçtiğini fark edemeyecek.
O kadar hızlı yaşıyoruz ki; önceden ankesörlü telefonlarla bir ay içerisinde beş görüşme yaparken, şimdi cep telefonlarıyla gün içerisinde 70-80 görüşme yapıyoruz. Zamanı maksimum düzeyde hızlı yaşıyoruz. Bu arada kendi iç dünyamıza döneceğimiz, kendimizi muhasebe edebileceğimiz, kendimizi fark edebileceğimiz, zamanı fark edebileceğimiz enlemi ve boylamı kaybediyoruz. Bir de bakıyoruz ki 20-30 yıl geçmiş, gençlik elden gitmiş.
Bu zamanın bozulması, insanların Allah’ın sevdiği ve razı olduğu bir düzen üzere yaşamaktan uzaklaşmasının bir sonucu olarak meydana gelmektedir. İman ve ibadete dair değerler zayıfladığında insan dünyayı ahretin önüne koyuyor, tamamen dünyanın içerisine gark oluyor, süflî bir âlem içerisinde gafil bir tarzda yaşamaya başlıyor. O zaman da dünyanın kendisiyle kıyaslandığı ahireti kaybediyor. Ahireti kaybettiği zaman dünya mefhumunun içerisinde kaybolup gidiyor. İnsanların zaman konusundaki en büyük şikâyeti buradan kaynaklanıyor.
Söz&Kalem - Mustafa Yalçınkaya