Müslümanların tarihe, ekonomiye, zamana müdahale edebilme liyakatine, salahiyetine sahip olduğu zamanlarda İslam medeniyetinin bulunduğu coğrafya; adalet, barış, huzur ve zenginliğin diyarıydı. Müslümanların tarih sahnesinden çekilip zamanın nesnesi olduğu günümüzde ise İslam coğrafyası dünyanın en şiddetli, en sancılı, en acılı coğrafyası haline gelmiştir. Buna göre de zamanın öznesi olmak yükselişin, zamanın nesnesi olmak ise tam tersi bir durumun belirtisi olmuştur.
Müslümanlar olarak bu tahammül edilemez duruma nasıl geldiğimizle ilgili öz eleştiride bulunmalı, yüzleşmeli ve kendimizi muhasebeye çekmeliyiz.
Bugün bu duruma düşmemize, düşürülmemize geçmişten günümüze sebep olan iç ve dış nedenler üzerinde analiz ve muhakeme etmeli, etrafımızda yaşanan olayları, gelişmeleri takip ve tahkik etmeliyiz.
Bugün bu halde olmamızın dış nedenlerini emperyalizm ve siyonizm oluşturmaktadır. Kendi hakkı olmayan toprakları hile ve zorbalıkla gasp eden küresel emperyal sistemin hedeflerinden biri İslam Coğrafyasında herhangi bir devletin israilden güçlü olmasını engellemek ve enerji kaynaklarının % 70' ten fazlasının bulunduğu İslam ülkelerini kontrol altında tutmaktır. Küresel haydutlar bu hedeflerini gerçekleştirmek için insan hakları, özgürlük, terörizmle mücadele maskelerini kullanıp gerçek yüzlerini gizleyerek İslam coğrafyasında çatışmaları, karışıklıkları, iç savaşları körüklemekte; bombardımanlarla, işgallerle, operasyonlarla topraklarımızı istikrarsızlaştırmaktadır.
Zamanın ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın 2003 yılında yazdığı bir makalede Fas’tan Endonezya’ya kadar 22 ülkenin sınırlarının değiştirilmesi fikrinin, oğul Bush'un Irak ve İslam topraklarına yönelik saldırılarını "Haçlı saldırıları" olarak nitelendirmesinin asıl sebebi budur.
Arz-ı Mev’ud dedikleri Nil ve Fırat arasındaki topraklarının kendilerine Tanrı tarafından verildiğine, kendileri dışındaki tüm insanların ise köle olarak yaratıldıklarına inanan ve kendilerinin bu insanların efendisi olduklarını iddia eden siyonistlerin emperyalistlerle işbirliği yapmalarındaki sebep budur.
Afganistan, Irak, Suriye işgalleri; Sudan, Mısır, Somali, Libya ve Güney Afrika’da yaşananlar; Türkiye’nin yaşadığı 15 Temmuz; Trump ve israilin İran’a yönelik tehditleri ve en son ABD’nin elçiliğini Kudüs'e taşıması ve Kudüs’ü İsraillin başkenti olarak tanıması bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlıdır.
Mevdudi’nin deyimiyle: "Şu yüzyılda en büyük keşif küfrün tuzaklarını fark etmek, en büyük keramet ise bu tuzaklara karşı tedbir geliştirmektir." Bugün Müslümanlar olarak yapmamız gereken küresel emperyal iktidarın amaçlarını, tuzaklarını, entrikalarını tespit etmek ve bunlara karşı sağlam bir kararlılıkla, derin ve bütüncül bir bilinçle tedbir geliştirmek suretiyle geleceğe yönelik planlamalarda bulunmaktır.
Ancak Müslümanlar olarak kendi hatalarımızı görmezden gelerek başımızda gelenlerin müsebbibi olarak sadece dış güçleri göstermek büyük bir yanılgıdır. Zira Şura süresinin 30. ayetinde Allah(cc) şöyle buyurmaktadır: “ Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir…”
Akrebin tabiatında sokmak vardır. Emperyalizmin tabiatında ise işgal, talan, katliam ve zulüm vardır. Bugün bu tahammül edilemez halde olmamızda kendi hatalarımız, kusurlarımız, yanlışlarımız, eksikliklerimiz de vardır. Bunlar bu halde olmamızın iç nedenlerini oluşturmaktadır. Malik Bin Nebi'nin dediği gibi: “Sömürgecilik korkunçtur, ama sömürgeleştirilmeye müsait olmak çok daha korkunçtur. Biz bugün sömürgeleştirilmeye, işgal edilmeye elverişli olmasaydık sömürülemez, işgal edilemezdik.”
Zihinsel olarak sömürülmeye müsait olduğumuz için bu noktaya sürüklendik. İngilizcede kullanılan bir benzetme var: Odanın ortasında duran fili görmemek. Odanın ortasında koskoca bir fil var, hortumunu sallıyor, etrafı dağıtıyor ve biz bu fili görmüyoruz, umursamıyoruz. Etrafımızda olup bitenleri görmüyoruz, düşünmüyoruz. Düşünmediğimiz için yaşanan gelişmelerin farkında değiliz, farkında olmadığımız için sorgulamıyoruz, sorgulamadığımız için mücadele edemiyoruz. Rüzgâra karşı gelmemiz gerekirken rüzgârın istediği yönde savruluyoruz.
Resulullah (sav) “İki günü denk olan ziyandadır.” buyurmuştur, bizim iki günümüz değil neredeyse son üç yüz yılımız birbirine denktir.
Bugün bilincimiz, ufkumuz, gündemimiz başkaları tarafından belirleniyor. Hangi konu hakkında nasıl düşüneceğimize, konuşacağımıza, yazacağımıza, analiz edeceğimize biz değil kontrolü bizde olmayan medya karar veriyor. Başkaları tarafından belirlenen bilinçle, ufukla, iradeyle yol alınamaz, bir yerlere varılamaz, mücadele edilemez, zamanın öznesi olunamaz. Ellerimizde kelepçe, ayaklarımızda prangalar yok ama zihinlerimize, bilincimize, ufkumuza prangalar vurmaya çalışıyorlar.
Bugün İslam ülkeleri arasında ümmet temelli siyasal birliktelik fikri yok; ümmet birlikteliğinin yerini ulus merkezli ve mezhep merkezli birliktelikler, ümmet bilincinin yerini ise ulus ve mezhep bilinçleri almıştır. Ortak birliktelik ufkumuz olmadığı için beraber hareket edemiyoruz, planlar ve projeler üretemiyoruz.
İslam’ın hükümran olduğu topraklarda asırlar boyunca farklı milletler, mezhepler, diller, kültürler, inançlar bir arada barış ve selamet içerisinde yaşamıştır. Bu engin medeniyetin varisleri olan Müslümanlar, İslam Medeniyetinin temel değerlerinden uzaklaştıklarından bugün birbirlerine dilleri, ırkları, mezhepleri sebebiyle tahammül edemiyor. Oysaki İslam ırk, dil, coğrafya fark etmeksizin bütün insanlığın kurtuluşu için gönderilmiş kıyamete kadar baki kalacak olan son dindir. Farklı olanı ötekileştirme, dışlama, sorun olarak görme İslam’ın farklıya bakışı olamaz. Zira Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Ey insanlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz, Allah katında en değerliniz, O'na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Allah bilendir, haberdardır.” (Hucurat-13) İslam; Arapları, Türkleri, Acemleri, Kürtleri, Avrupalıları kendi evrensel bünyesi içerisinde barındırmıştır. İnsanlık böylesi bir tabloya bir daha şahit olmamıştır.
Bugün kendi inançlarımız, değerlerimiz, ilkelerimiz doğrultusunda mücadele yürütmediğimiz, yeni bir toplum inşa etme sorumluluğu taşımadığımız için başka dünyalara maruz kalıyoruz. Küresel emperyal sistemin çizdiği sınırlar içerisinde düşünüyoruz, yazıyoruz, konuşuyoruz. Bu sınırların dışına çıkamıyoruz. Bu sınırların dışına çıkmak demek; Müslümanların yeniden zamanın öznesi olmasını istemek demektir, Müslümanların yeniden tarihe, ekonomiye, zamana müdahale etme bilincine, ufkuna, iradesine sahip olması demektir. Ulus ve mezhep ufku bilinci yerine ümmet bilinci ve ufkunu kabul etmek demektir.
Bugün Müslümanlar olarak zamanın sorunlarıyla yüzleşip mücadele etmemiz gerekirken geçmişin sorunları etrafında kavga ediyoruz. Geçmişi değiştiremeyiz ama şimdiyi ve geleceği değiştirebiliriz.
20. yy' da Almanya’daki Yahudilerin içinde bulundukları durum Müslümanların şuan ki içinde bulundukları durumdan daha kötü haldeydi.
Yüzyıl savaşlarını, Mezhep savaşlarını, yedi yıl savaşlarını, otuz yıl savaşlarını, 1. ve 2. Dünya Savaşlarını yaşayan Avrupa ülkeleri bugün mezhepçiliklerini, milliyetçiliklerini bir kenara atarak, bir bütün hale gelerek ortak meclislerini kurdular, ortak sanayilerini kurdular, ortak kültür iş birliği teşkilatlarını kurdular, ortak paralarını bastırdılar. İçinde bulunduğumuz durum Avrupa’nın o zamanki çatışmacı ve kargaşalı halinden daha kötü değildir.
Mevcut tabloya bakarak umutsuzluğa kapılmamak gerekir. Tekrardan ayağa kalkarak yeniden tarih sahnesine çıkıp zalimlerin kurulu düzenlerine ve dünyanın gidişatına müdahale edebiliriz.
İçinde bulunduğumuz edilgen durumdan; hayata, tarihe, dünyaya bir bütün halinde bakmalıyız. İthal, kopya, taklide dayalı sistem yerine kendi değerlerimiz, düşüncelerimiz ve ilkelerimizle uyumlu bir sistem ve uygun bir içerik üretip geliştirmeliyiz. Yerel, bölgesel ufukları aşıp evrensel bir ufka ulaşarak; ulus ve mezhep bilinci yerine ümmet bilincine sarılarak; kendi içimizdeki sorunların çözümünü emperyalistlere havale etmeyip adalet temelinde silah, çatışma yerine diyalog ve müzakereye başvurarak halletmeliyiz. "İbret alınsaydı tekerrür eder miydi tarih?" anlayışından hareketle tarihten ders çıkarıp, farklılıklarımızı çatışma sebebi olarak değil, tanışmak ve kaynaşmak için zenginlik olarak görerek birbirimize karşı merhametli olmayı başarabilmeliyiz. Birbirimizi koruyup kollayarak; ortak planlar ve projeler üretip var gücümüzle çalışarak; " İlim Çin’de bile olsa gidip alınız." Hadisi Şerifini düstur edinip bütün insanlığın faydası, maslahatı, menfaati için üreterek, icat ederek; çağa yetişme anlayışını değil çağın ilerisinde yaşama anlayışını benimseyerek kurtulabiliriz.
" Muhakkak ki bir millet kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez." (Ra'd- 11)
Söz&Kalem - Muhammed Ata Zileli