Dram, bütün örgüsü çatışma üzerine kurulmuş bir biçimdir ki filmin yönetmeni Asgar Farhadi’nin de hikâyeyi tümüyle bir ayrılığın doğurduğu çatışmalar üzerine kurduğu kolaylıkla anlaşılır. Zaten Asgari’nin son filmlerine bakıldığında İranlı kimliğinden iyice sıyrılıp batılı bir anlayış üzerine yol aldığı söylenebilir. Bu yönelişini eleştirebileceksek bile bu, kolaycılık olacaktır şüphesiz. Belki de sinema dünyasının içerisinde varlık gösterebilmek böyle bir zorunluluk doğuruyordur.
Peki, Müslümanın sanata bakışı nasıl olmalıdır ya da İslam sanatı var mıdır, varsa eğer sanatı, İslam sanatı yapan şey nedir? Müslümanın sanat tasavvuru ‘’Allah Âdem’e bütün isimleri öğretti’’ anlayışı üzerine inşa edilmelidir, demişti bir hocam. Bütün ilimlerin kaynağının Allah olduğu inancı gibi sanatın da kaynağının Allah olduğu inancı üzerine. Bununla birlikte dramın aksine Müslüman dünyasının bir çatışma değil de uyum üzerine kurulu olduğunu ve sanatının da bu yönde gelişmesi gerektiğini söyleyebiliriz.
Filmin tetikleyici noktasında karmaşık olaylar zincirinin doğuşuna sebebiyet veren bir ayrılık kararı duruyor. Uzun yıllardır evli, sevgi ve merhamet çıkmazında bir çiftin ayrılığı. Bir ayrılığın birden fazla insanın hayatına temasında oluşturduğu zincirleme etkilerin aslında aile kurumunun toplumsal yönünü açıkça ortaya koyduğuna da şahitlik ediyoruz.
Filmin kadın kahramanı Simin, on bir yaşındaki kızının daha iyi bir eğitim alması ve daha iyi bir gelecek kurması amacı ile yurtdışına çıkmak istemektedir. Ancak eşi Nader, Alzheimer hastası olan babasını yalnız bırakamayacağı için bu fikre sıcak bakmamaktadır. Ve bu ayrılık kararı mahkemeye taşınır ki o sahnede Nader ve Simin davacı ve davalı olarak karşımızda dururken hâkim olayın içerisinde olmasına rağmen hiç gösterilmez. Aslında bu sahne ile yönetmenin, film boyunca hâkimlik görevini ve sorumluluğunu seyirciye yüklediğini söylemek yanlış olmayacaktır. Seyirciye vicdan mahkemesinde hâkimlik görevi yüklenerek hep duruşmanın kararını kendisi vermiş ve tarafını belirtmiş bir şekilde izlemesi hedeflenmiş gibi. Yargıç rolünü üstlenmiş olan seyirci de film süresince aktif bir şekilde doğru kararı bulmaya çalışmakta ve ‘kim haklı?’ sorusunun yanıtını aramaktadır. Filmin son sahnesinde anlaşmazlıkların hiç bitmeyeceğine dair oluşan fikir, bir mahkeme koridorundaki sonu gelmez bekleyiş ile verilirken aslında bir tarafın mutlak haklılığına dair bir yargıya varmanın da mümkün olmadığı anlaşılmakta.
Film boyunca ahlaki algılar sorgulanmakta ve İran’ın sosyal durumu ayrıntılı bir şekilde yansıtılmaktadır. Ki bu tamamen doğal sinema oyunculuğuna dair muhteşem bir performans ile sergilenmekte. Farhadi, karakterler üzerinden, haklılık-haksızlık, dürüstlük, aile bağları, adalet hisleri çerçevesinde bireylerin, olaylar karşısında takındıkları tavırları, tercihleri ve tepkileri de irdelemektedir.
Farhadi, bir röportajında şunları söylüyor: ‘’ Ben seyircinin düşünmesini istiyorum, ona bu fırsatı veriyorum. Bu tarzda çekilmiş filmler izleyicisini keşfetmeye ve anlamaya yöneltir.’’ Felsefenin düşündürmeye muktedir olmadığı bir şeyi düşündürmek ve sanatın bir endüstriden öte yüce bir gayesinin olabileceği gerçeği…
Filmin adı: Jodaeiye Nader az Simin(Bir Ayrılık)
Yönetmen: Asgar Ferhadi
Yapım: 2011/İran
Süre:123 dk
Söz&Kalem – Feyzullah Çiftçi