Söz&Kalem Dergisi - Amine Çimen
Hakkı gözeten ve adaletle hükmeden Rabbimizin adıyla
İnsan, yaratılışı gereği sosyal bir çevre içerisinde yaşar. Bu nedenle mükellef olduğu bazı sorumluluklar vardır. Bu sorumluluk içerisindeki en önemli yükümlülüklerden birisi de adalettir. Adalet kavramı, Arapça’da ‘a-d-l’ kökünden türemiştir. Sözlük anlamı olarak dürüstlük, doğruluk, hakkaniyet ve hak sahibine hakkını vermek gibi anlamlara gelir. Adalet, terim olarak ise bireysel düzeyde dürüst olmayı, toplumsal düzeyde ise düzeni, dengeyi ve hakkaniyeti tesis etmeyi ifade eder. Dini açıdan bakıldığında ise adalet, Allah'ın emirlerine uygun yaşamak, haram kılınan davranışlardan uzak durarak doğru yolda sabit kalmak, hakkı aramak anlamına gelen temel bir ahlaki ilke olarak kabul edilir.
Adalet ahlakı, semavi dinlerin ve kitapların üzerinde ciddiyetle durduğu ve detaylıca işlediği konulardan biridir. Rabbimizden gelen vahiyde, adalet konusundaki sorumluluğumuzu hem bireysel hem de toplumsal açıdan ne kadar önem taşıdığı konusunda müşahede edeceğiz.
Adalet ahlakının bireyden topluma yayılması toplumda her türlü aşırılıktan uzak, vasat bir çizginin oluşmasına sebep olur. Bireylerin adil davranışları zamanla toplumsal sorumluluğa dönüşerek, toplumda sükunet ve sadakat ortamını korur. Bu noktada toplumsal çevreyi etkileyen etmenleri dikkate almak gerekmektedir. Buna mukabil adaletsizliğin yayılması, toplumda sükunet ve sadakatin kaybı ve nihayetinde toplumsal yapının çöküşüyle sonuçlanır. Bu nedenle adalet ahlakı hem bireysel hem de toplumsal düzeyde sürekli olarak teşvik edilmeli ve diri tutulmalıdır.
Kendi nefsinde adil olamayan bir bireyin başkalarına karşı adaletli olması beklenemez. Adaletin tesisi için ilk adım bireyin kendisinden başlar, zira birey bozulduğunda aile bozulur, aile bozulduğunda ise adaleti zedelenmiş bir toplum vuku bulur. Bireyin, toplumdaki adalet ahlakının yerleşmesinde ne kadar önemli bir rol oynadığını Peygamber efendimizin (s.a.v) hayatı üzerinden daha iyi anlayabiliriz. Öyle ki Peygamber efendimiz, adaleti önce kendi iç dünyasına nakşetmiş, kendi dünyasına nakşettikten sonra ailesine ve topluma yaymış ve böylece ümmete en güzel rehber olmakla beraber ideal bir toplum oluşturmuştur.
Peygamber Efendimizin hayatında adaleti nasıl tesis ettiğini Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade etmiştir; "Her ümmetin bir resulü vardır, onlara resulleri geldiği zaman aralarında adaletle hüküm verilir ve onlar zulme de uğratılmazlar."(Yûnus, 10/47)
Bu ayeti kerimede vurgulanan perspektiflerden biri, bireyin adaletli olma sorumluluğu üzerinde durulmasıdır. Her birey yaşadığı toplumda ve çağda adaleti tesis etmekle sorumludur. Eğer bireyler kendi nefsinde adaletli davranmazlarsa toplumsal düzeyde adaletin sağlanması da imkansız hale gelir. Bu cihetle, bireylerin adalet anlayışı topluma yansıyan bireysel sorumluluğun temeli olur.
Birey, Allah’ın emrettiği şekilde adaletli bir yaşam sürmeli ve diğer insanlarla ilişkilerinde adaleti gözetmelidir. Belirttiğimiz ayet, sadece Resullere ya da hüküm vericilere değil her bireye adaletin mesuliyetini hatırlatır. Rabbimiz, bir diğer ayette ise şöyle buyurmaktadır; “Yarattıklarımız arasında hakka götüren ve o yolda adil davranan bir topluluk da vardır"(Araf.7/181) Bu ayete baktığımızda toplumun adaletle yükümlü olduğu anlaşılmaktadır. Toplumlar, sadece bireylerin adaletli olmasına değil aynı zamanda bu adaletin toplumda makro ve mikro düzeyde hayata geçirilmesinden de sorumludur.
Rabbimiz her ümmetin içinde adalet ile hükmeden bir topluluk olmasını istemektedir Siyer tarihine baktığımızda Peygamber efendimiz, adalet ahlakını önce kendi şahsında kemâle erdirdiğini görürüz, ardından bu ahlakı topluma yayarak İslam ümmetinin temel taşlarından birini inşa ettiğini ve adaleti yalnızca başkalarına hükmetmek için değil bizzat kendi hayatında da titizlikle uygulayarak yaşamıştır. Efendimizin (s.a.v) bireysel adalet anlayışı her durumda hakkı üstün tutmasıyla kendini göstermiştir. Kendi aleyhinde bile olsa haktan sapmamış, en yakınlarına dahi ayrıcalık tanımamıştır. Bu adil duruşu zamanla toplumun her kesiminde karşılık bulmuş ve İslam toplumunda güvenin, huzurun ve kardeşliğin temeli olmuştur.
Sözgelimi hırsızlık yapan bir kadının affedilmesi için ashaptan bazıları aracılık etmek istemiş, Peygamber Efendimiz ise bu duruma büyük bir ciddiyetle yaklaşmış ve şöyle buyurmuştur; "Sizden öncekiler şu sebeple helâk oldu ; İçlerinden soylu biri hırsızlık yaparsa onu bırakırlar, zayıf biri hırsızlık yaparsa ona ceza verirlerdi. Allah'a yemin ederim ki, Muhammed'in kızı Fâtıma dahi hırsızlık yapsaydı mutlaka onun da elini keserdim."(Buhârî,Enbiyâ) Resulullah’ın (s.a.v) bu anlayışı, bireysel adaletin nasıl toplumsal bir ilkeye dönüştüğünü açıkça ortaya koymuştur. Dahası, kendi nefsinde gösterdiği adalet, ümmeti arasında adil bir toplum düzeninin kurulmasına öncülük etmiştir.
Ayrıca hayatı boyunca her türlü ayrımcılığa karşı çıkmış, Müslümanlar arasında ırk, soy, mal ve güzellik bakımından ayrım gözetmeden herkese eşit muamele etmiştir. Örneğin, bir zamanlar köle olan Hz. Bilâl, Peygamberimizin (s.a.v) bireysel adalet anlayışı sayesinde toplum içerisinde saygınlık kazanmıştır. Buradan anlıyoruz ki Efendimiz adaleti, sadece bireyin hayatında değil toplumun dokusuna da yerleştirmiştir.
Sonuç olarak, Peygamber Efendimizin hayatından verdiğimiz örnekler açıkça göstermektedir ki adalet, sadece dışarıdan gösterişli bir davranış veya şekil değildir. Dinin özünü ve temelini oluşturan çok önemli bir ilkedir. İnsaniyeti oluşturan bir dayanak noktasıdır. Birey, kendi nefsinde adaleti tesis ettiğinde; ailesine, çevresine ve nihayet topluma bu adalet duygusunu taşır. Toplumda her bireyin adaleti yaşatması ise toplumun düzenini ve istikrarını sağlar. Bu yalnızca insanlar arası ilişkilerde değil; ekonomi, yönetim, eğitim ve sistem gibi hayatın tüm alanlarında kendini gösterir.
Adaletin ihmal edildiği yerde ise denge bozulur; zulüm, haksızlık ve fitne oluşur. Unutulmamalıdır ki hayatın en küçük zerresinden, evrendeki küresel düzene kadar her şey ilahi bir denge ile yaratılmıştır. Bu dengeyi korumak ve yaşatmak ise ancak adalet ahlakının bireyden topluma doğru kökleşmesiyle mümkün olur. Gerçek anlamda huzurlu ve dengeli bir toplum için adaletin önce bireyin kalbinde yerleşmesi oradan da topluma sirayet etmesi gerekir.
Hakikat ışığında adaletli bir hayat yaşama ve toplumun ıslahı için koşuşturan fedakâr fertler olmamız temennisiyle...