Söz&Kalem Dergisi - M. Furkan Aslan
Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla…
Carl Gustav Jung, 1875’in Temmuz ayında İsviçre’de dünyaya geldi. 1895 yılında Basel Üniversitesinde Tıp eğitimi aldı. 1900’lu yıllarda İsviçre’nin tanınmış Psikiyatristlerinden olan Eugen Bleuler’in yanında asistanlık yapmaya başladı. Bu süre zarfında okült (gizli, görünmeyen) fenomenler ve onların psikoloji ile patoloji arasındaki bağlantıları üzerine doktora eğitimi gördü. 36 yaşına geldiğinde Psikanaliz Birliğinin ilk başkanı oldu. Bunlarla beraber Jung, Din psikolojisi ile ilgilenen psikiyatristlerden biridir. Bu alanda yaptığı yoğun araştırma ve çalışmalarından ötürü kendisine sık sık mistik veya metafizikçi denilmiştir. Kendisi aynı zamanda Analitik Psikolojinin de kurucusu sayılmaktadır.
İslam’ı araştırması ile ilgili söylentiler biraz müphem olsa da belli ölçüde Kur’an’ı Kerim’i araştırdığı söylenebilir. Genellikle Müslümanların yaşadığı Mısır, Cezayir, Tunus, Somali gibi ülkeleri ziyaret etmiştir. Bunun, İslam’ı ve Müslümanları yakından tanıma niyeti ile gerçekleştirdiğini söyleyenler olmuştur. Hatta bu gezilerinden birinde, Somalili bir Suffi ile tanışmış, kendisiyle Kur’an üzerine bazı mülahazalarda bulunmuştur. Jung’un İslam ile ilgili yapmış olduğu tek ve en önemli yorumu, ‘’Yeniden Doğuş’’ bağlamında Kehf Suresi üzerine yaptığı bazı yorumlardır.
Kehf Suresi, Kur’an-ı Kerim’in 18. Suresi olup 110 ayetten müteşekkildir. Sure, ismini 9. Ayette geçen ve geniş mağara manasına gelen ‘’Kehf’’ kelimesinden almaktadır. Bu surede üç önemli kıssa bulunur. Bunlardan ilkinde Ashab-ı Kehf olarak bilinen bir gurup iman ehli gencin mücadelesi anlatılır. İkincisi, Hz. Musa ve Hızır (a.s) arasında geçen olaylar dizini anlatılır. Üçüncü kıssa da ise Zülkarneyn (a.s)’ın hadisesi anlatılır. İşte Jung, birbirinden ibretli hikmet dolu bu üç kıssayı ele alır. Jung’un bu üç kıssaya getirdiği yorumları, inceleyelim
1-) Ashab-ı Kehf Kıssası:
Ashab-ı Kehf kıssasının üslup ve içeriği, ‘’yeniden doğuş’’ anlamında Jung’u derinden etkilemiştir. Bundan ötürü surenin 17. Ayetini merkeze alarak yorumlamıştır. Jung, burada Mağara sembolüne değinmektedir. Mağaranın, tarih öncesi dönemlerden beri insanları etkilediği, ibadetler için kullanıldığı bilinir. Pek çok dini öğreti mağaraya bir önem atfetmiştir. Mağaranın, İslam dininde de özel bir yeri bulunmaktadır. Mağara, hem karanlık dünyanın bir benzeşmesi, hem de kalp imgesi olarak anlaşılır. Değer atfedilen her mağaraya benzer bir anlam verilir. Jung'a göre mağara, yeniden doğuşun gerçekleştiği yer, insanın kuluçkaya yatıp yenilenmek üzere kapatıldığı gizli bir oyuktur. Mağara ya da yeraltı, bilinçdışının henüz hiçbir ayrıma yer vermeyen bir katmanıdır. Mitolojide mağaraya giren kahraman sembolü, yeniden doğuş, yeni bir hayata başlamayla ilgilidir.
Jung, Ashab-ı Kehf’in sığındığı mağaranın Kur'an'da tasvirinin yapıldığı ayeti not düştükten sonra, şu şekilde yorumlar: Ortadaki geniş yer, mücevherin bulunduğu, kuluçka ya da kurban riti ya da dönüşümün gerçekleştiği merkezdir. Bu simgeciliğin en güzel örnekleri, Mithra kültünün sunaklarında ve dönüşümün cevherini daima güneş ve ay arasında gösteren simya resimlerinde görülür. Yedi kişinin yaşamlarının ölümsüzlüğe varan boyutta uzayacağından habersiz yattığı mağara işte böyle bir ortam ya da dönüşüm yeridir.
Ashab-ı Kehf kıssasında Jung, şu noktaya da önemle dikkat çeker;
Kendini bilinçsizliğin karanlığında bulan bireylerin bir dönüşüm sürecine girecekleri ve bu dönüşümün bazen yaşamın uzaması veya ölümsüzlük olarak ifade edilen negatif veya pozitif anlamda anlık bir değişim olacağı anlamını çıkarmıştır. Ashab-ı Kehf kıssasının anlamı şudur: Birey kendi içinde taşıdığı mağaraya ya da bilincin dışındaki karanlığa girerse, kendini önce bilinçdışı bir dönüşüm sürecinin içinde bulur. Bilinçdışına girmesi, bilinci ile bilinçdışının içerikleri arasında bir bağ kurmasını sağlar. Bunun sonucunda, kişiliğinde olumlu ya da olumsuz anlamda kökten bir değişim olabilir.
Hülasa olarak Jung’a göre mezkur kıssada anlatılan, bilinçaltı süreçlerinin benzerleri her insanın bilinçaltında karşılığını bulabilir. Bu yüzden kıssayı dinleyen herkes, ondan kendisi için bir pay çıkarabilir. Kıssada anlatılan kişilerin kaderiyle kendi kaderi arasında bağ kurmadan edemez. Kıssa, insanın bilinçaltındaki süreçleri aktif hale getirerek bilinç düzeyine çıkarır.
2-) Hz. Musa ve Hızır (a.s)’ın Kıssası:
Allah’u teala, Kur’an’ın ifadesi ile Salih bir kul aracılığıyla Hz. Musa'ya gaybi bilginin ve ilâhî iradenin özelliklerini tanıtmak ister. Bu amaçla onun bir yolculuğa çıkmasını emreder. Garip olayların yaşandığı bir seferin ardından Hz. Musa, Salih kul ile buluşur. Hz. Musa, Salih kula kendisini talebe olarak kabul etmesini ve ilâhî bilginin hakikati hakkında bilgi edinmek istediğini söyler. Salih kul, Allah’ın takdiri ile Hz. Musa’nın isteğini kabul eder. Birlikte ilâhî irade ve bilginin yansıması olan bazı olaylar yaşarlar. Maddi dünyanın koşulları içerisinde varlık ve olayları değerlendirmeye koşullanmış olan Hz. Musa, Salih kulun kendisine gösterdiği metafizik bilgi ve iradenin boyutlarını anlamada zorlanır.
Hz. Musa ve Salih kul’un kıssası Jung tarafından yeniden doğuş ve kendiliğin bilinç ötesi yönünü kusursuz bir şekilde tasvir eden tarihî bir metin olarak değerlendirilmiştir. Jung, aynı zamanda ‘’Hızır Kıssası’’ olarak da bilinen ilgili ayetleri esas alarak, zaman zaman da tefsirlere ve tasavvuf verilerine de başvurarak düşüncelerini temellendirmiştir.
Binaenaleyh, bu olay ve sembollerin (Hz. Musa'nın arayış yolculuğunda yaşadıklarının) anlamı şudur: İnsan içgüdüsel istidadını kaybetmiştir. Bu olgu, nevroz psikopatolojisinde çok iyi bilinen ve sürekli bilincin tek yönlülüğüyle ilgili olan çözülme belirtisidir. Nevrotik (sinirsel) süreçler, normal olayların abartılmasından başka bir şey olmadığı için, benzer durumlar normallik bünyesinde ortaya çıkması da mümkündür.
Allah'ın evrendeki bazı fiillerine, insanın, sınırlı ve dar varlık koşulları çerçevesinde bir anlam vermesi imkansızdır. Bu fiillerin, insanın bilemeyeceği gerçekçi sebepleri vardır. İşte bu yüzden Allah'ın yaptıkları, insanî ölçülere göre doğru ve yeterli bir şekilde değerlendirilemez. Sınırlı bilgiye dayalı insan yargıları, bilgisine sınır çizilemeyen Allah'ın takdiratının hakikatini tam olarak anlayamaz. Aklî alanın kapsadığı bilgi, gaybî alanın bilgilerine oranla oldukça sınırlıdır. Akıl ve duyular yoluyla elde edilen bilgiler eksik, sınırlı ve insana göre izafî olarak doğrudur. [1]
3-) Zülkarneyn (a.s)’ın Kıssası:
Kehf sûresinde üç kıssa -Ashâb-ı Kehf, Hızır (a.s) ve Zülkarneyn kıssaları- peş peşe sıralanırlar. Jung, bu üç kıssayı yeniden doğuş, benlikte bilinç ötesi ve gerçekliğin var oluşu konularında önemli bir tarihî veri olarak görmüştür. Hızır kıssasıyla Zülkarneyn kıssasını, karşılıklı birbirini tamamlayan iki sahne misali yorumlamıştır. Kıssanın yorumunda diğer kıssalarda olduğu gibi Kur’an ayetlerini merkeze almıştır. Kıssadaki olay ve varlık tasvirlerini bireysel psikoloji açısından değerlendirmiştir.
Kıssanın kahramanı olan şahsın, Zülkarneyn diye isimlendirilmesi, onun iki yönüyle öne çıkan, iki güç kaynağına sahip birisi olduğunu gösterir. Söz konusu iki yön onun hem maddi yani zahiri hem de manevi ve bâtıni ilimleri bildiği anlamına gelebilir. Onun hem hükümdarlık kudreti hem de ruhani bilgi ve güce sahip bulunduğuna işaret edebilir.
Zülkarneyn, Allah'ın sevdiği, tevhit ve öte dünya inancına sahip, mü'min ve erdem sahibi, insanları hak dine davet eden, adil bir hükümdardır. Bazıları Filip'in oğlu İskender'in Zülkarneyn olduğunu söylemişlerdir. Oysa Kur'an'da anlatıldığı şekliyle Zülkarneyn'in özellikleri ona uymamaktadır. Zülkarneyn olarak gösterilen, Makedonyalı Filip'in oğlu Büyük İskender, mü'min bir kimse değil, puta tapan, çok tanrılı kültlere bağlı bir toplumun kralıydı. Ayrıca Kur'an'da anlatılan özellikleri de taşımamaktaydı. Aristoteles'in eğitimi altında yetişmiştir. Yarı tanrı sayılabilecek en yüksek kral unvanını almıştır. Fethettiği pek çok ülkeyi yerle bir etmiş, halklarına zalimce davranmıştır. [2]
Fakat söz konusu durumlar, Zülkarneyn için söylenemez. Kur’an-ı Kerim’in ifadesi ile Zülkarneyn (a.s)’a, ilim, akıl ve kuvvet bizatihi alemlerin Rabbi olan Allah tarafından verilmişti. Yani kendisi, leduni ilimle donanmış maddi ve manevi alemin sırrına vakıf olmuştu. Kur’an-ı Kerim’in övgü ile bahsettiği bir şahsiyet, elbette ki adil, dürüst ve muvahhittir.
Hasılı Jung, Kur'an'da anlatılan Zülkarneyn kıssasının detaylarına değinmez. Bu kıssanın, ilahi inayet ile ihata edilmiş bir kimsenin gücünün üstün bir derecede olduğunu, manevi alemin sırlarının maddi aleme her zaman galip geleceği hakikatine değinmiştir. Bununla birlikte kıssanın, Kehf Suresinde anlatılan diğer iki kıssanın bir tamamlayıcısı hükmünde olduğunu vurgulamıştır.
Bu makalenin yazımında, Prof. Dr. Abdurrahman Kasapoğlu’nun ele aldığı ‘’Carl Gustav’ın Kehf Suresi Tefsiri’’ isimli eserinden istifade edilmiş, alıntılar yapılmıştır.