Söz&Kalem Dergisi - Yusuf Yetiş
Genel kabulün fikrine göre yaşamak, gerçeği ve hakikati düşünmeden konforu kaybetmemek adına genel kanıya göre hareket etmek devrin en popüler emeli. İnsanoğlu; gelişen teknoloji, pratikleşen gündelik yaşam ve kolay enformasyon tedariki sonrasında herhangi bir kazanım elde etmek yahut hakikati bulmak için çaba göstermekten çekinir oldu. Âtıl hale gelerek sadece kendine sunulanı sindirdi, düşünmeden hareket ederek sürünün uysal bir ferdi olarak mahallesinden dışarıya çıkmadı. Oysa hakikat, hürmet edeni az da olsa kendisini arayana bahşedilen bir lütuftur. İstikamet, ancak uğruna bedel ödeyebilecek asil ruhlara bağışlanan bir ikramdır. Bazen kayıp gibi görünür, zarar verdiği düşünülür fakat aksine uhrevi kazançtır.
Uzaklara gidelim. Hakikat için ödenmiş bedellere, zulme rağmen cesurca hak bildiğini ifade etmekten kaçınmayanlara bir bakalım.
Sokrates, tarihsel serencamda bu bedeli ödemişlerin ilkleri arasındadır. Hikâyesi malumdur, fakat yine de duymamış olan genç kardeşlerim için aktarmakta fayda var:
Sokrates Antik Yunan’da gençlerin ahlakını bozan fikirlere sahip olmakla ve şehrin tanrılarına hakaret edip inanmamakla itham edildi; oysa onun yolculuğu hakikati bulmak üzerineydi. Bu uydurma iddialar sonucunda Sokrates’e itibar suikastı yapılmak istendi. Fakat Sokrates, şehrin asillerine cevap vermek ve hakikati anlatmak konusunda öteki aydınlar gibi özür dileyip konunun kapanmasını istemek yerine, onların iddialarını çürüterek inandığı yolda bedel ödemenin çok daha kıymetli olduğu fikrindeydi. Mahkeme bu iddiaları göz önünde bulundurarak kendisini suçlu bulur ve sonrasında Sokrates’e kendisine verilebilecek bir ceza önerme fırsatını verilir. Normalde bu durumda bir kişinin idam cezası almamak için para cezası ya da sürgün gibi bir ceza önermesi beklenir, ancak Sokrates herkesi erdemiyle şaşırtır. Felsefi bir argüman sunar: Yanlış bir şey yapmadığına göre, eğer adil olmayan bir ceza önerirse adaletsizliğin bir parçası olur (ki bu sebeple Sokrates’in hakkettiğini öne sürdüğü “ceza” Olimpiyatlarını kazananlara ödül olarak verilen ömür boyu ücretsiz yiyecek ve yataktır). Bunun üstüne idam cezası kararı verilince, Sokrates’in arkadaşları hapishane muhafızlarına rüşvet vererek Sokrates’i şehirden kaçırmayı teklif ederler. Ama Sokrates bunun da adil olmayacağını söyleyerek teklifleri reddeder. Nihayet Sokrates’in zehri içme vakti geldiğinde, bütün dostları perişan haldedir. Ancak Sokrates, ölümün bir bedel olduğunu ve bazen bunun hakikat için gerekli olduğunu sunarak hürmet edeni az diye hakikati ifade etmekten kaçınmamış ve kınayıcıların kınamasına rağmen hak bildiği yolda bedel ödemiştir. Bunu gören basiret sahibi ruhlar da ödediği bedelden yola çıkarak fikirlerini irdeleyerek açtığı yolda ilerlemişlerdir.
Konu ile ilgili birkaç hususa daha değinmekte fayda var. Buruc süresinin ilk ayetlerine konu olan Ashab-ı Uhdud anlatılırken, hadisle desteklenen bir kıssa daha vardır. Konuyu idrak ve hakikatin ancak kendisi için bedel ödeyenlere en güzel şekilde geleceğini anlamak açısından ders niteliğinde bir örnektir.
Sihirbazın biri krala hizmet eden sadık bir vazife üstlenmiş. Kralın kara kutusu ve yaveri pozisyonunda olan bu sihirbaz yaşlanınca yanına eğitmek ve sihir öğretmek için bir çocuk verilmesini kraldan talep etmiş. Kral bu isteğini ivedilikle yerine getirip bir çocuk göndermiş. Çocuk her gün sihirbazın yanına uğrarken yol üzerinde bir rahibin vaazlarına mütemadiyen şahitlik etmiş. Bir gün onu dinlerken etkilenmiş ve artık devamlı sihirbaza giderken rahibe de uğrar olmuş. Bu durumdan rahatsız olan sihirbaz, genci dövmüş. Durumu rahibe anlatan gence rahip, ‘sihirbaz neredeydin diye sorarsa beni ailem oyaladı, ailen neredeydin diye sorarsa beni sihirbaz oyaladı de’ demiş. Böylece bu duruma devam eden genç, sihirbazın mı yoksa rahibin mi hakkın yolunda olduğunu düşünüp duruyormuş. Değişken bir ruh halindeyken, yolda insanların önünü kesen irice, kuduz bir kızıl devenin etrafa saldırdığını görmüş. Eline bir taş almış ve rahibin işi senin katındaysa bu hayvanı öldür ki insanlara zarar vermesin, yok eğer sihirbazın yolu haksa hayvana bir şey olmasın demiş. Taşı fırlatır fırlatmaz hayvanı etkisiz hale getirmiş. Rahibe giderek durumu anlattıktan sonra rahip kendisine mertebesinin üstün olduğunu eziyet ve imtihanlara maruz kalacağını iletmiş. Genç, rahibin yolunda ilerleyerek hastalara tedavi, manevi hastalıklara şifa verir mertebeye gelmiş. Şöhreti kralın kulağına kadar uzanan genç, kralın kör arkadaşı için saraya davet edildi. Genç, şifanın ilk şartının iman olduğunu dile getiriyorken kral genci çağırtıp senin benden başka rabbin olamaz diyerek kendisine işkence etmiş. İnsan gücünün dayanmayacağı türlerde işkencelere maruz bırakmasına rağmen genç, kralın isteklerine uymuyor fakat kral kendisini de öldüremiyormuş. Bir gün krala, ‘Beni öldürmek istiyorsan tüm halkı bir meydana topla beni de bir ağaca bağla, gencin rabbinin adıyla oku atıyorum de, ancak öyle ölürüm.’ der. Kral dediğini yapar. Tüm ahali olanlara şahit olur ve olanlardan haberdar olan ahali kralın gücünün yaratıcının gücünden çok daha aciz, gencin rabbinin yaratıcı ve kudretli olduğunu anlayarak topluca iman etmiş. Akabinde de kral halkı kazılmış hendeklere koyarak yakmış, Ashab-ı Uhdud isimli Kur’an-ı Kerim’de geçen halk işte o halktır.
Hulasa genç, belki canından oldu fakat bu bir intibah yani uyanıştı. Ölümün öldüremediği bir kıymete büründü genç. Hakkın tarafını, hakikatin peşini bırakmayarak. Budandıkça fışkırdı, kesildikçe palazlandı, eksildikçe çoğaldı, yok edildikçe var oldu. İşte hakikat, uğruna bedel ödeyenleri böyle eşref eder. Fakat ifade ettiğimiz gibi yalnızca asil ruhlar bunu idrak eder. Dünyanın heva ve hevesine, renkli ve ışıltılı bir hayatın cazibesine kapılanlara bu ifadeler anlamsız gelecektir. Zaten bu fikirleri de müstesna kılan herkese hitap etmemesidir.
Derler adama; Oslo’da Brüksel’de Amsterdam’da partilemek, iyi bir akademik çevrede hayatı yaşamak varken, neden Gazze şeridinde tünelde barut kokularıyla soluyorsunuz, gerek var mı? Bilmezler vatan uğruna kan dökülürse vatan, dava uğruna bedel ödenirse davadır. Şahsi düşünceleri dâhil hayatının tüm özgür zannettikleri alanlarını başkalarının dikte ve manipülasyonuna emanet eden ruhlardan gerçek özgürlüğü anlamak beklenemez.
Derler adama; holding dedikodularını dert edinmek, özel kurum hiyerarşisinde terfi almak, tatil izni için sevmediğin patronu cilalamak, gece yatarken ertesi gün yapacağın toplantı için kıyafet kombinin düşünmek ve hayatı sığ yaşamak bu kadar kolayken fosfor bombaları altında her gün yarına sağ çıkmak bu kadar mümkün değilken niye hala diretiyorsunuz diye?
Bilmezler gerçek mücadelenin yaratıcı için olması gerektiğini. Patronun da bir patronu olduğu ve esas hesabın ona verileceğini. Teslim olmanın asil ruhlar için barut kokularıyla soluk alıp vermekten, bombalar altında yaşamaktan çok daha zor olduğunu.
Kardeşler! materyalist hayatın, cezbedici sığ ve toy figürlerini, hürmet edeni az diye hakikati ciddiye almayanları, sebat ve sabır bir de bedel ödemeden kıymetini idrak etmeyenleri ciddiye almayın.
Bedel ödemek, mahzun olmak ve bu uğurda dünya dolusu kalabalığa karşı yalnız olmak pahasına davasından vazgeçmeyen Filistin’in onurlu, Müslüman haysiyetini ayakta tutan halkını da unutmayın. Madem aynı menzilde aynı cephede savaşamıyoruz, o halde aynı fikr-i iştirak ile dünyada yalnız bırakmayalım onları.