Vedat DAL | Söz& Kalem Dergisi
Bir insana verilebilecek en büyük değer, samimi ve içten gelen bir değerin varlığını sürdürmektir. Bir insana değer çabuk verilmediği gibi hemen de geri alınmamalıdır. Zira bir insana yapılabilecek en büyük zulüm, değer hak ediyorken değersiz hissettirmek. Onun varlığını, değer dünyasında yok saymaktır.
Değer vermek, günümüzde gittikçe varlığını yitiren bir hissiyat halini aldı. Maalesef ki insanlar artık birbirine eskisi gibi değer vermemektedir. Karşılıklı olarak kurulan ilişkiler, çıkar amaçlı ve samimiyetten uzak bir hale büründü.
İnsan olarak öyle bir hal aldık ki sevmek için büyük engeller oluştururken, sevmemek ve uzak durmak için olmadık bahanelere bulabiliyoruz. Yıllarca bize türlü türlü iyiliği dokunmuş ve bizim için sayısızca fedakârlık göstermiş bir sevdiğimizi, yaptığı en ufak hata yüzünden yalnızlığa mahkûm edebiliyoruz. Hatta yer yer onu kötülüyoruz. Sevgiye ve değere vefa göstermiyoruz. Zira sevmek ve değer vermek bundan çok daha kıymetli bir olgudur. Sevgi, hemen kopan bir bağ olmadığı gibi değer de birden ortadan kaybolan bir hissiyat değildir. İnsanların, “insanlık” yönünü unutup, hatasız olmaları gerektiği kanısını taşıyoruz. Oysa Allah Resulü Hz. Muhammed (s.a.v.)’in bu konuyla ilgili şöyle bir hadisi vardır;
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Canım, kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki, siz hiç günah işlememiş olsaydınız, Allah sizi yok eder, yerinize günah işleyip Allah’tan bağışlanma dileyecek bir millet getirir de onları bağışlardı” (Müslim, Tevbe 11). Bu hadisten de anlaşılacağı üzere insanın hata yapması kaçınılmaz bir durumdur.
Bir insana değer vermek, onun hatasını gördüğünde sırtını dönmek değildir, o hatasını bir daha yapmaması için elinden tutarak doğruya yönlendirmek ve bir daha yanlışa dönmemesini sağlamaktır. İnsani haller ve durumlar vardır. Tıpkı yaşlanınca kendi ihtiyaçlarını karşılayamayan bir insanın bize garip gelen istek ve davranışları gibi… Toplumumuzda anne veya babası yaşlanıp elden ayaktan düşmeye başladığı için onu bakımevlerine terk eden sayısızca insan bulunmaktadır. Gerekçe olarak bu insanların artık çekilmeyecek durumda olmaları gösteriliyor. Oysa terk edilen bu ebeveyn ömrünü evlatlarının huzurunu sağlamak için harcamış, onların iyi bir hayat sürmeleri için gecesini gündüzüne katarak emek vermiştir. Hatta çocuğunun refah içinde yaşaması ve istediği konuma gelmesi için kendi varlığını yok sayacak kadar evladının varlığına önem vermiştir. Bunun karşılığı saygı ve değer olması gerekirken, bizler ise onları yalnızlığa hapsediyoruz. Evet, belki yaşlanınca zahmetli bir insan olmuştur ama zaten sevgi ve fedakârlıkta bu değil midir? Aslolan zora katlanmak, zorluğu beraber aşmak ve zorluğu kolay kılıp ortadan kaldırmaktır. İşte bunu başarabilenler sevgi ve değeri yaşatmış olur.
İslam’ı kabullenmiş Müslüman bir toplum olarak bizler, İslam’ın özüne dönüş yapmamız gerekiyor. İslam dini, insani ilişkilerde insana verilen değerin en doruk olduğu inançtır. Allah (c.c) yaratmış olduğu kullarına vahiy aracılığıyla irtibat kurarak, insana verdiği değeri göstermiştir. Aynı şekilde hata veya bir anlık gaflet içine düşen insanı dışlamamış, hatasını kabullenip tövbe edince onu bağışlamıştır. Bu durumla Rabbimiz, değer vermenin ne denli önemli ve hassas olduğunu bize göstermiştir.
Değer vermenin nasıl olması gerektiğini Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in hayatına baktığımızda da görmekleyiz. Ahlak abidesinin yaşadığı döneme baktığımızda, zor ve meşakkatli bir yaşam sürdürdüğünü görmekteyiz. O dönemde kadına, yetime ve soylu bir aileden gelmeyen insanlara herhangi bir değer verilmeyerek küçük görülmekteydi. Sadece soylu sınıfındaki insanlar değer görürlerdi. Böyle bir ortam içinde Allah Resulü sınıf ve cinsiyet fark etmeksizin bir insana verilebilecek en yüce değerin verilmesi için gerekli çabayı göstermiştir. Kızların diri diri gömüldüğü bir ortamda kız çocuğunu omuzlarına taşıyarak Mekke sokaklarında gezdirmiştir. Kölelerin yok sayıldığı bir dönemde Zeyd bin Hârise’yi azat ederek, ona bir evladı gibi değer vermiştir. Kan davalarının ve öfkenin yoğunlukta olduğu bir çağda, amcasını acımasızca katleden Vahşî’yi iman etmesi üzerine cezalandırmamış ve onunla karşılaştığında da herhangi kötü bir söylemde bulunmamıştır.
Bu durumu sahabeler arasında da görmekteyiz. Ensar ve Muhacir kardeşliği insana verilen değerin nasıl olması gerektiğine dair güzel bir örnektir. Sahabelerin birbirine verdiği değer Kur’an-ı Kerim’de; “Daha önceden Medîne’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler, onlara verilenler karşısında içlerinde bir kaygı hissetmezler, kendileri zarûret içerisinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar...” (Haşr, 9) şeklinde zikredilmiştir.
Müslüman bir toplum olarak bizlerin, değerlerimize ve değer kavramına sahip çıkmamız gerekmektedir. Bugün bizler, İslam’ın insana verdiği değeri ve yegâne hak din olduğunu haykırabilmemiz için birbirimize kenetlenip bu yolda mücadele vermeliyiz. Bizler aile fertlerimize, akrabalarımıza, komşularımıza ve dava arkadaşlarımıza olabilecek en büyük değeri vererek insani hal ile İslam dinin davetçisi olduğumuzu göstermeliyiz.
Gerçek anlamda birbirimize değer verdiğimizde, İslam’ın değerli oluşu da aynı oranda ilerleyiş kat edecektir. Zira değer vermek, Allah davasını omuzlamış dava adamlarının bize bırakmış olduğu kıymetli bir mirastır.