Söz&Kalem Dergisi - Betül Yapıcıoğlu
Bu yazımızda devletin oluşumunu, hakkaniyetli yasalar için gerekli ilkeleri; adalet kavramını ve adaleti gözetirken esas almamız gereken ölçütleri irdeleyeceğiz. Yazımıza toplumlar olarak neden özgürlüğümüzü kısıtlayıcı nitelikte olan kural ve yasaları koyma yetkisini kendi ellerimizle belli bir kesime devrettiğimizi sorgulayarak başlayalım. Başka bir deyişle devletin gerekliliği üzerine bir tefekkür edelim.
Devletin Oluşumu
Devlet mefhumu çok eski tarihlerden beri tanımı ve mahiyeti üzerine düşünülmüş, çeşitli yorumlar yapılmış soyut bir kavramdır. Hukukçu devleti, yasa ve normlar düzeni olarak tanımlamış; coğrafyacı, ülke ile özdeşleştirmiş; sosyolog, yöneticiler ve yönetilenler bakımından tarif etmiştir. Efrâdını câmi ağyârını mâni bir tanım olarak en uygun tanım şu şekilde olacaktır: “Devlet; belirli bir ülkeye yerleşmiş, belirli bir insan topluluğunun hukuki ve siyasi düzenini kuran ve temsil eden siyasi iktidarın, şahsiyet ve hakimiyete sahip bir müessese olarak görünüşüdür.” Bu tanım devletin temel unsurları olan toprak (ülke), hakimiyet ve milleti içerisinde barındırmaktadır.
Yüce Rabbimiz insanları sosyal varlıklar olarak yaratmıştır. İnsanların maddi ve manevi olarak birlikte yaşama ihtiyacı toplumları meydana getirmiştir. Zamanla toplumlar içerisinde düzensizlikler ve kargaşaların meydana gelişi toplumu düzenleyici bir üst gücü gerekli kılmıştır. Bu durumu devletlerin oluşumundaki en temel etken olarak gösterebiliriz.
Devletlerin ortaya çıkmasındaki diğer temel etken tarımdır. Tarımın gelişmesiyle birlikte mülkiyet ortaya çıkmış, mülkiyetin korunması ihtiyacı da devletlerin oluşmasına sebep olmuştur. Tüketimden fazla üretimin farklı toplumsal sınıfları oluşturması da devletin varlığını gerekli kılan bir diğer sebeptir. Devlet üzerine düşünen ilk filozoflardan olan Platon, devletin oluşumunu uzmanlık gerektiren işlerin artması nedeniyle iş bölümü ihtiyacına bağlamıştır. Modern dönemde devletin oluşumunu; halkların kendi aralarında yaptığı bir sözleşmeye bağlayan toplum sözleşmesi teorisi, güçlülerin zayıflara boyun eğdirmesine bağlayan güç (zor kullanma) teorisi, aile yapısının büyümesine bağlayan aile teorisi, ilahi kaynağa bağlayan teokratik teori ve üretim kaynaklarına sahip olmaya bağlayan ekonomik (Marksist) teori gibi farklı teoriler ortaya atılmıştır. Yeni devlet şekilleri ise üretim ilişkilerinin gelişip değişmesi ile olmuş, her yeni devlet şekli kendisiyle birlikte yeni eğitim, hukuk ve askeri sistemleri getirmiştir.
Peki, devlet yasaları neye göre belirler, hakkaniyet işin neresinde
İnsanların çeşitli nedenlerden dolayı devlete ihtiyaç duyduklarını ve kendilerini yönetme yetkisini devlete bıraktıklarını görmüş olduk. Artık devlet de ona verilen bu yetkiyi kullanarak toplumdaki düzeni sağlamak, güvenliği korumak, kamu hizmetlerini yerine getirmek ve hukuku uygulamak için yasalar çıkaracaktır. Günümüz devletlerinde yasaların içeriğini; devletlerin anayasaları, kamu yararı, insan hakları ilkeleri, uluslararası sözleşmeler, mahkeme kararları, hükümet programları, ekonomik ve sosyal veriler gibi etkenler belirlemektedir.
Devletlerin hakkaniyetli yasalar çıkarabilmesi için evrensel hukukta kabul edilmiş hukukun üstünlüğü, eşitlik, öngörülebilirlik, orantılılık, yargının denetimine açık olma gibi bazı temel ilkeler mevcuttur. İslam’da da hakkaniyeti gözetmek sadece devletin değil her insanın üzerine düşen bir vazifedir. İnsanın, toplumun ve devletin hakimi olan Rabbimiz, Müslümanların anayasası olan Kuran-ı Kerim’de adaleti yani hakkaniyetli olmayı defaten emretmiştir.
(bkz. Nisa suresi 58 ve 135. ayetler, Maide suresi 8. ayet, Nahl suresi 90. ayet.)
İslam hukukunda hakkaniyetli yasaların temelinde adalet ilkesi vardır. Bunula birlikte maslahatın yani kamu yararının gözetilmesi, müçtehitlerin genel kuralı terk edip hukukun amacına daha uygun bulduğu başka bir hükmü vermesi manasına gelen istihsan, İslam’ın temel esaslarına aykırı olmayan örf ve adetlerin uygulanması, nassa bağlanamayan bir meselenin maslahata ve fıkhın genel ilkelerine göre çözümlenmesi anlamına gelen istislah gibi ilkeler, yasaların hakkaniyetli oluşuna hizmet eden temel ilkelerdir. Hz. Ömer’in (ra) açlık sebebiyle hırsızlık yapan adama ceza vermemesi adalet ilkesinin uygulamasına, klasik fıkıh geleneğinde dinin mübah gördüğü bazı konuların yasaklanması istislaha örnek gösterilebilir.
Adalet nedir?
İslam alimleri, adaleti denge ve orta nokta, her şeyi yerli yerine koymak, hak sahibine hakkını vermek olarak tanımlamış; adaleti, bireysel ve toplumsal adalet olarak ikiye ayırmıştır. Üç temel ahlaki erdem olan hikmet, iffet ve şecaatin dengede oluşu bireysel adaleti sağlarken; şeriatın koruduğu beş temel değer olan can, din, akıl, mal ve neslin korunması da toplumsal adaleti gerçekleştirir.
Adaletin sürdürülebilmesi için ilk şart, insanların kendi iç alemlerinde adaleti yaşatmalarıdır. Kamusal görevlerde olduğu gibi başkası üzerinde sorumluluk doğuran işlerle görevli kişilerde adalet şartının aranması adaletin şahsiliğinin bir örneğidir. İnsanların fıtratları gereği bir arada yaşaması ve yine fıtraten kötülüğe meyleden bir tarafının olması sebebiyle meydana gelen problemleri gidermek üzere düzenlemeler yani yasalar gerekir. Bu düzenlemelerin adaleti gerçekleştireceği düşüncesi olarak hukukun üstünlüğünün kabulü adaletin tesisi ve sürdürülmesinde ikincil şarttır.
Adaletin ölçüsü ne olmalıdır
İslam hukukunda adaletin ölçüsünü en başta şeriat yani Kur’an ve sünnet belirler. Kur’an ve Efendimizin (sav) sünneti, her işimizde adaleti emreder, burada yer alan hükümler adaletin sınırını oluşturur. Şeriatın uygulayıcısı olan Efendimizin (sav) hırsızlık yapan kişinin kızı Fatıma bile olsa cezasını vereceğini söylemesi; hakkaniyetli olmanın, eşitliğin ve adaletin ölçüsünü belirlemedeki rolünü göstermektedir. Kamu yararını gözetmek ve zulme mani olmak, Allah’ın kanunlarının üstünlüğünün ve evrenselliğinin kabulü, toplumun vicdani ve ahlaki değerlerini gözetmek, özgürlüklerin ve sorumlulukların dengesini korumak gerek yakın çevremizde gerek toplumsal bazda gerekse de devlet işlerinde adaletli davranmaya çalışırken bize yol gösteren ilkelerdir.
Sonuç yerine
Toparlayacak olursak hak ve yetkinin büyüklüğü oranında sorumluluklar da artar. Devlet büyük bir yapıdır. Toplumun devlete verdiği ciddi hak ve yetkiler vardır. Bunun karşılığında devletin yasaları hakkaniyeti gözeterek koyma sorumluluğu vardır. Hakkaniyetin sağlanması da ancak adaletin tesisi ile mümkündür. Buna ek olarak bahsi geçen eşitlik, kamu yararı gibi ilkeler hakkaniyetin sağlanmasına hizmet eden ilkelerdir. Bireysel ve toplumsal düzenin dengeli oluşu bu prensiplerin yerine getirilmesi ile mümkün olacaktır.
Kaynakça
-ALİ BARDAKOĞLU, "İSTİHSAN", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/istihsan (10.05.2025).
-Apaydın, H. Y. (2018). Adalet Nedir? Mahiyet ve Keyfiyet. Bilimname, 2018(35), 459-476.
el-Mâverdî, E. H. H. (2016). el-Ahkâmü’s-Sultâniyye: İslam’da Devlet ve Hilafet Hukuku (K. H. Helete, Çev.). Ankara: Anadolu Gençlik Yayınları.
-Karaman, H. (2019). Ana hatlarıyla İslam hukuku: Cilt 1 – Giriş ve Amme Hukuku (21. baskı). İstanbul: Ensar Neşriyat.
-Köktürk, A. (2011). Modern öncesi devletin yönetim anlayışı. Güvenlik Stratejileri Dergisi, 7(13), 73-97.
-ŞÜKRÜ ÖZEN, "İSTİSLÂH", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/istislah (10.05.2025).