Söz&Kalem Dergisi - M. Furkan Aslan
“Ben aşığım ve feryadım benim imanımdır.
Çünkü mahşer günü benim kavgamın öncüsüdür.”
İslam Düşünce geleneği, kâdim tarihin ispatı ile köklü bir muhtevaya sahiptir. Kur’an-ı Kerim’in ve Hz. Peygamber’in insan düşüncesine önem vermesi, bu yapının oluşmasına kaynaklık etmiştir. Bilhassa İslam’daki istişare, şura, meşveret vb. gibi anlayışların İlahi ve Nebevi öğretilerde ciddi bir yer edinmesi, İslam düşüncesini şekillendirmiştir. İslam Düşünce yazımı, El-Kindi’den, İbni Rüşd’e; Razi’den, İbni Bacce’ye; Mütekaddimîn’den, Müteahhirin’e kadar birçok tarihi isme şahitlik etmiştir. Biz de bu yazımızda İslam düşüncesinin son dönem mütefekkirlerinden Pakistanlı Muhammed İkbal veya Allame İkbal’in şahsında düşünce yapısını konu edineceğiz…
Allame İkbal, 9 Kasım 1877’de Pakistan’ın Pencap velayetinde doğdu. Bir yönüyle hukukçu ve âlim, diğer yanıyla filozof ve mütefekkir; fakat hep bir edip ve şair. İkbal’in hukukçu ve âlim yönü, salt bir bilgi düzeyinden ziyade modern dünyada İslam anlayışını yeniden inşa etme üzerine kuruludur. Şairliği, onun İslam toplumunun derdiyle dolan gönlünün ızdırabından kaynaklıdır. Filozofluğu ve düşünürlüğüne gelince, klasik eğitim anlayışının ötesinde Müslümanların sorunlarının odağa alındığında bir düşünce ortamında, Doğu-Batı mukayesesine bırakmaksızın içerisinde yaşadığı çağın idrakine varmayı ve ruhunu yakalamayı hedeflemektedir.
Pakistan’ın manevi babası sayılan Muhammed İkbal, bir yandan İngiliz sömürüsüne karşı mücadele verirken diğer yandan da Pakistan halkına Müslüman kimliklerini koruyabilmeleri için bağımsızlık duygusunu aşılatmıştır. Merhum İkbal, bu mücadelesinde temel referans olarak Kur’an-ı Kerim’i alıyordu. Kur’an-ı Kerim’in bütünlükçü, mutedil, evrensel ve adil kanunlarının, Müslüman halklar üzerinde tecelli etmesi gerektiğini savunuyordu. İkbal’e göre, Müslüman toplumlar birlik olmalıydı. Kutuplaşmadan, taassupa düşmeden tek devlet olmalıydı. Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılmalıydı. Nitekim kendisinin ifadesi ile “harekette birlik olmazsa, fikirde birlik faydasızdır.’’
Müslüman bireylerin bunu yapmaları için de iki yönlü gelişmeleri gerektiğine inanmaktaydı. Zaten Merhum İkbal’e de bu yönü kazandıran kendisinin de iki yönlü bir öğrenim görmeseydi.
Merhum İkbal’in yetişme şekli, aslında savunduğu hakikatlerin ipucunu vermektedir. İçerisinde bulunduğu Müslüman toplumu geliştirip yetiştirmeye çalışması, iki yönlü bir değer vermeye çalışması, kendi eğitim sürecinin bir yansımasıdır. İkbal’in öğretim gördüğü dönemde en fazla etkilendiği iki isim vardır. Birincisi irfani ve manevi yaşamını şekillendiren Mevlana Mir Hasan, ikincisi de Batı Dünyası, Bilimi ve Felsefesi ile yakından temas kurmasını sağlayan Thomas Arnold ’dur. Bu iki hocasının vesilesi ile her iki yönden de kendisini geliştirmiştir. Böylece Merhum İkbal, her iki gelenekten de hakkıyla istifade etmiş, mukayese ve tahlillerini de derin gözlemleri sonucunda yapmıştır.
Muhammed İkbal’in sahip olduğu cihanşümul mefkure, kendisini Ali Şeriati’nin şu tanımına denk getiriyordu: “İkbal, çölün en fırtınalı anında bir yol işaretidir.”
Evet, gerçekten İkbal’in yaşadığı çağ ve coğrafya, fırtınalı bir çöl gibiydi. Nitekim bir taraftan İngilizlerin sömürüsü ve Hinduların insanlık dışı hurafeleri diğer taraftan sömürge güçleri tarafından eğitimsiz ve yoksul bırakılmış bir İslam toplumu gerçekliği mevcuttu. Bu fikirsel ve sosyal karmaşa içerisinde İkbal, Müslüman toplumun sahili selamete kavuşması için Kur’an-ı Kerim’e ve Resulullah’ın sünnetine yeniden sarılmaları gerektiği kanaatine varmıştır. Kendisi de sürekli bu doğrultuda birey ve toplumları bilinçlendirmek için hem kalemi hem de sözleri ile dersler, seminerler, sempozyumlar ve çeşitli sosyal ve kültürel faaliyetlerde bulunmuştur. İkbal’in bu istikametteki bir başarısı da şudur; Kendi kültürünün zenginliklerini ve yeni kültürün zenginliklerini tanıyarak, kendi inandığı görüşün yönünde yani İslam’ın çizgisinde kendisini yetiştirmiştir. Evet, İkbal’in “Dini Düşüncenin İhyası veya Yeniden İnşası” görüşüne de değinmekte fayda var.
Dini düşüncenin yeniden ihyası, esasında Allame İkbal’in birkaç bölümden oluşan konferans konuşmasının ürünüdür. Bu görüşünde, dini tecrübenin sunduğu ilhamları felsefi olarak inceler, İlah tasavvuru ve İbadetin anlamını anlatır, insanın özgürlüğü ve ölümsüzlüğü üzerine bazı mülahazalarda bulunur, Müslüman kültürün ruhunu yansıtmaya çalışır ve son olarak İslam’ın yapısındaki hareket ilkesini izah eder. Tüm bunlarla birlikte, ‘’Din Mümkün müdür?’’ temasıyla yeniden başlığa bir dönüş yapar ve tüm fikirlerinin sentezini yapar.
Bu yeniden inşa süreci, bilginin ve dini tecrübenin hususiyetini hassasiyetle tetkik etmek demektir. Merhum İkbal, bunu yaparken Kur’an’da aleme ve insanın tabiatına dair oluşan resmi ve İslam’da insan tecrübesinin hem dışındaki boyutuna hem de içindeki boyutuna verilen önemi göstermiştir. İkbal’e göre düşünce, tabiatı itibariyle sınırlandırılamaz ve kendi bireyselliğinin dar çemberi içinde tutsak kalamaz. Düşüncenin ötesindeki geniş dünyada hiçbir şey ona yabancı değildir. Düşünceyi yetersiz görmek bir hatadır, çünkü o da kendi usulünce sonlunun sonsuzla bir tür selamlaşmasıdır.
Mütefekkir İkbal, son beş asır boyunca İslam’da dini düşüncenin hemen hemen durağan olageldiğini belirtmiş ve bir zamanlar Avrupa düşüncesinin İslam dünyasından ilham aldığını, ancak şuan İslam dünyasının manevi olarak Batıya doğru hareketindeki yüksek hızına dikkat edilmesi gerektiğine değinmiştir. Muhammed İkbal bu harekette yanlış hiçbir şeyin olmadığını söyler. O’na göre Avrupa kültürü, kendi entelektüel ciheti bakımından İslam kültürünün en önemli safhalarından bazılarının sadece daha fazla gelişmesidir. Yazarın tek korkusu, Avrupa kültürünün gerçek dahili boyutuna erişmeyi başaramamaktır.
Hülasa olarak Muhammed İkbal, Kur’an metinlerini farklı yorumlayabilmekte, klasik İslam düşüncesindeki tarihsellik boyutunu açıkça görebilmemize yardım etmektedir. İkbal, milliyetçilik rüzgarlarının estiği ve ‘ulus-devlet’ fikrinin yaygınlaştığı yıllarda ırkçılığın Avrupa milletlerini birbirine nasıl düşürdüğünü ve küçük ülkelerin nasıl ezilip yok edildiğini gördükten sonra milliyetçilikten uzaklaşarak bir çeşit İslam enternasyonalizmini benimseyen, Hintli şair kimliğinden uzaklaşarak bütün Müslümanların, son merhalede bütün insanlığın birleşmesini savunan ve İslam’ın evrensel mesajlarını insanlığa iletmeyi hayatının tek gayesi haline getiren bir filozoftur.
Yazımızı, Allame İkbal’in ‘’Eğitim Şiiri’’ ile noktalayalım:
“Hayat başka, bilim de başka bir şeydir
Hayat ciğerin yanışı, bilimse beynin yanışıdır.
Bilim servet getirir, güç kazandırır, zevk verir
Ancak tek bir kabahati vardır: O da kişiliğin keşfini zorlamasıdır.
İlim adamları çoktur ama ileri görüşlüleri çok azdır
Senin kadehin boş kalmış ise şaşılacak ne var?
Okul öğretmeninin metodları iç açıcı değildir
Kibritle elektrik lambası yanmaz!”
(Eğitim Şiiri)