Söz&Kalem Dergisi - Elif Yağar Aslan
El-Latif olan Allah'ın adıyla.
Okul, erken çocukluk ve ergenlik dönemlerinin büyük bir kısmının geçirildiği bir kurumdur. Bu kurumun temel işlevinin örgün eğitim ve öğretim olmasının yanında, sosyal bir öğrenme ortamı oluşturması, bireylerin burada hayat tecrübesi edinmelerini sağlamaktadır.
Bu tecrübeler her zaman güzel tecrübeler olmamakla beraber bazen çok acı yaşanmışlıkların bir sonucu olabilmektedir
Elbette bu acı tecrübelerin en başında akran zorbalığı gelmektedir. Akran zorbalığı, bir çocuğun ya da gencin yaşıtları tarafından sözel, fiziksel, duygusal, ya da sosyal olarak şiddet görmesidir. Dikkat çekme isteği, güç gösterisi, kıskançlık veya rekabet, empati eksikliği, grup baskısı, bireyin kendine güvenmemesi, yetiştiği aile ortamı ve sosyal medyadaki olumsuz örnekler akran zorbalığının öne çıkan sebepleri arasında sayılabilir.
Bu sebeplerin her biri bir yazı başlığı olmaya aday olacak kadar önemlidir. Fakat biz burada birkaç tanesini ele alacağız…
Zulüm ve zorbalığın tüm dünyanın gözü önünde yaşandığı bugünlerde farkındalığı yüksek, adalet ve hak kavramlarının din, dil, ırk ve cinsiyetin üstünde bir erdem olduğunun bilincinde bir birey yetiştirmenin ne kadar mühim bir mesele olduğunu daha iyi anlıyoruz. Bu bireyin yetiştirilmesinde aileye ve bilhassa anne babaya düşen görevin çok önemli ve kutsal olduğunu söyleyebiliriz. "Hiçbir baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha kıymetli bir miras bırakamaz."(Tirmizî, Birr 33) hadisinde tüm insanlığın mürebbisi olan Nebi'nin (sav) bizlere miras olarak bıraktığı ahlak ve terbiyenin mirasçıları olarak, nesilleri ihya etme düsturu, anne ve babalara verilmiştir. Bu görevi hakkıyla yerine getiren anne ve babaların sayısı elbette çoktur. Fakat odasında otururken yan odada anne ve babasının tartışma ya da daha ileri boyutta şiddette tanık olmuş bir çocuğun bunu örnek almaması, istisnalar dışında, çok mümkün değildir.
Çocuk yetiştirmek, ilâhi bir sorumluluk olmanın yanı sıra sosyal bir sorumluluktur.
İnsanın sosyal bir varlık olması ve insanlar ile sürekli bir ilişki halinde olması onu davranışlarında sadece kendini değil, tüm insanlığı düşünmek zorunda bırakır. Zira çoğu zaman ebeveynleri tarafından doğru yetiştirilememiş çocuk ya da genç; kendine değil, akranlarına zarar verme eğilimindedir. Aileler hem kendi evlatlarını hem de tüm çocukları korumak adına doğru adımlar atmalı; empati kurabilen, davranışlarının doğuracağı sonuçların farkında olan, görmezden gelinmemiş, gücüne değil benliğine güvenen çocuklar yetiştirme gayretinde olmalıdır.
Bilinmelidir ki, eğitim kurumları sadece akademik gelişimin değil, aynı zamanda sosyal becerilerin ve sağlıklı ilişkilerin öğrenildiği yerlerdir. Ancak bazı durumlarda bu ortamlar, özellikle akran zorbalığı ve çeteleşme gibi olgular nedeniyle, öğrenciler için ciddi bir tehdit haline gelebilmektedir. Akran zorbalığı çoğu zaman görmezden gelinir ya da "çocukça" davranışlar olarak yorumlanır. Oysa uzun vadede bu tür deneyimler bireyin özgüvenini, akademik başarısını ve psikolojik sağlığını olumsuz etkiler. Çeteleşme ise daha organize ve tehlikeli bir boyutta olup, genellikle okullardaki ihmal edilmiş sosyal, idari ve ekonomik sorunlardan kaynaklanır. Bu iki olguya karşı duyarlı olmak, erken müdahale mekanizmaları geliştirmek ve okul ortamını daha kapsayıcı hale getirmek, eğitim hayatındaki şiddetin önüne geçmek adına kritik öneme sahiptir.
Akran zorbalığının diğer önemli sebepleri sosyal medya, şiddet içerikli oyunlar ve TV dizileri olarak sıralanabilir. Esasında bunları sanal alem başlığında toplayabiliriz. Her şeyin bu kadar ulaşılabilir olduğu bu dönemde elinde kaşık tutmayı bilmeyen bebeklerin maruz kaldığı ekranlar, yarının özgür ruhlu çocuklarını değil, sanal aleme bağımlı zorba bireylerini yetiştiriyor. Hayatı bu kadar hızlı yaşayan, odaklanma süreleri beş dakikayı geçmeyen, otuz saniyelik videoları baş parmağı ile hızlıca kaydıran, her fırsatta hayvan sevgisi aşılanan ama insanları sevmenin bahse konu bile edilmediği çocuklardan; sabretmeyi, dürüst arkadaşlar edinmeyi, dinlemeyi, anlamayı, sevmeyi ve saygı göstermeyi bekleyemeyiz.
Çocuklar, hayatı hayatın içinden değil, sanal dünyadan öğreniyor. Televizyonlarda sıkça rastlanan mafya, kabadayılık veya çeteleşme dizileri çocuklar ve gençler için önünün alınması gün geçtikçe zorlaşan bir durumdur. Okulda, sokakta, mahallede koluna boya kalemleri ile sembolik bir işaret çizmiş ve bunu bir çeteye ait olmanın göstergesi olarak gören üç beş çocuk veya genç, bugün kuytu bir köşede akranını zorbalarken yarının dünyasında toplumun dışına itilmiş, zorbalıkları da kendileriyle büyümüş gençler olacaktır.
Çeteleşme, akran zorbalığının sistematik bir boyutudur. Kendilerini akranlarından daha güçlü gören ve çoğu zaman ebeveynleri tarafından doğru yetiştirilememiş, kendince kaybedecek bir şeyi olmadığını düşünen bir yada iki kişi etrafında öbekleşme durumuna çeteleşme denir. Bu çeteler mahalle veya okulda savunmasız olarak gördükleri akranlarına sözlü, fiziksel, sosyal yada duygusal şiddet uygulamak koşuyla alay etme, darp etme, harçlığına el koyma, fark ettikleri bir zaafı ile tehdit etmek gibi yollara başvururlar.
Akran zorbalığı ve çeteleşmenin sonuçlarına gelecek olursak, zorbalığa maruz kalan bireylerde psikolojik, sosyal ve akademik açıdan sonuçlara rastlanmaktadır. Okuldan soğuma, devamsızlık gibi sebepler dolayısıyla akademik başarının düşmesi, yalnız kalma isteği ve güvensizlik sebebiyle sosyal izolasyon gibi sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Fakat bu sonuçlar arasında en acı olan depresyon, kaygı bozukluğu, psikolojik sıkıntılar ve bunların en üst aşaması olan intihar durumlarının yaşanmasıdır.
Çocuklarımız, bizi yansıtan birer ayna mesabesindedir. Baktığımızda varlığıyla iftihar ettiğimiz çocuklarımız, yarın tüm dünyaya gün ışığını yansıtacaklardır.