Söz&Kalem Dergisi - M. Furkan Aslan
Hakkın ve adaletin mutlak kaynağı, el-Adl ve el-Hakk olan Allah’ın adıyla…
Bir önceki yazımızda; İslam’ın insan haklarına olan yaklaşımını, maddeler halinde ayet, hadis ve muteber kaynakları referans alarak paylaşmıştık. Bu yazımızda da önceki maddelere ek olarak iki madde daha ekleyip, özetle batı dünyası ile mukayese edeceğiz. Akabinde, beşeri yasalar ve hak kavramını birbirinden ayırıp örneklendirerek yazı dizimizi noktalayacağız.
A-) Zulüm ve Baskıdan Korunma
Zulüm, her şartta İslam’da haram kılınmıştır. İslam’ın, insan ve toplum için en nihai hedeflerden biriside, insanı her türlü zorba ve zalim otoritelerden kurtarmaktır. Bilinmelidir ki Resulullah (s.a.v), 13 yıllık Mekke döneminde, sürekli Daru’n Nedve’nin zulüm kokan yasaları ile mücadele etti. Mekke ahalisini, despot yönetimin baskı ve eziyetlerinden kurtarmak için cehd etti. Medine’ye hicret ettikten sonra da bu anlayışını sürdürdü. Nitekim Resulullah’ın bu metodu, “Zulme uğrayanlara yardım edin..”(Şura, 39) ayeti ile mutabık idi.
İslam’daki zulmü red etme ilkesi, sadece insanlar için geçerli değildir. Hayvanlara karşı da aynı ilke geçerlidir. Mesela bir koçu kurban etmek için bile, acı çekmemesi için birçok şart aranmaktadır. Hatta en yırtıcı ve vahşi hayvanlara karşı bile İslam, aynı hassasiyeti göstermiştir. Örneğin, insan sağlığı için son derece tehlikeli olan çöl keleri için Peygamber efendimiz, “onlara eziyet etmeyin, tek vuruşta öldürün” diye buyurmuştur. Resulullah (s.a.v), hayatının tüm safhasını, şefkat ve iyilik metodu üzerine yaşamış ve seçkin ashabına/toplumuna da sürekli bunu tavsiye etmiştir:
“Allah her şeyde iyi davranmamızı emretti…’’(Nesai)
B-) Eğitim Hakkı
Peygamber-i Ekrem, bir hadisi şerifinde kendisini şöyle tanımlamaktadır: “Ben, ancak ve ancak muallim (eğitimci-öğretmen) olarak gönderildim.”(İbn Mace)
Bunun üzerine eğitim, talim ve terbiye ile ilgili birbirinden değerli sözler buyurmuş, kadın-erkek fark etmeksizin tüm Müslümanlar başta olmak üzere insanlık mektebini bilgiye ve öğrenmeye sevk etmiştir.
“İlim Çin'de de olsa ona talip olun. Çünkü ilim her Müslümana farzdır.”(Beyhaki)
“İlim talep etmek / öğrenmek her Müslümana farzdır.”(İbn Mace)
“Kim ilim tahsil etmek için bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır.’’(Müslim)
“İlim tahsil etmek için yolculuğa çıkan kimse, evine dönünceye kadar Allah yolundadır.”(Tirmizi)
İslam’ın eğitim metoduna göre her insan, eğitim ve öğretim hakkını elde etmeye sahiptir. Tarihte, birçok gayri müslim, Müslümanların ilk dönem akademik merkezleri olan Bağdat’taki Beytul Hikme veya Kahire’de bulunan Daru’l Hikme gibi eğitim yerlerinde, felsefe, tıp, astronomi, fizik ve mantık gibi dersler almıştır. [1]
Yine bir ucu Bağdat, diğer ucu Kurtuba’ya dayanan ve her iki bölge dışında, Maverannehir’den, Mezopotamya’ya; Hicaz’dan, Endülüs’e kadar devasa bir alanı kapsayan İslam medeniyetinin eğitim ve öğretim noktalarında, sayısız gayr-i müslim, bizatihi Müslüman bilginlerin eğitiminden geçmiştir.
*
Batı’da İnsan Hakları Kavramı
İnsan hakları kavramının batı dünyasındaki ilk kullanımı, 1215 yılında İngiltere Kralına kabul ettirilen Magna Carta (büyük sözleşme) bildirisine dayanmaktadır. İçerisinde 63 adet idari, sosyal ve politik karar bulunan sözleşmenin temel gayesi; Kral’ın yetkilerini sınırlandırmak, hukukun üstünlüğü, derebeylerin toplumdaki tahakkümünü kırmak ve serflik (serf: toprak ağasına çalışmakla yükümlü köylü) sisteminin şartlarını değiştirmek gibi idari ve sosyal maddelerdir. Bu belgenin hazırlanması, 1066’da Normanların İngiltere’yi ele geçirdiği yıllara denk gelir.
Her ne kadar Batı’da literatür olarak insan hakları kavramına vurgu yapılıp bu konuda sözleşme, belge veya bildirge imzalansa da bu yaklaşımları hiçbir zaman evrensel olmamıştır. Nitekim 1096’da başlayıp 1291’e kadar devam eden, on binlerce Müslümanın katledilmesine sebep olan Haçlı Seferleri Batı’nın insani ilkelerden uzak, işgalci politikasının ürünüdür. Yine emperyal ihtiraslar yüzünden milyonlarca Kızılderililerin canice katledilmesi akabinde Afrika kıtasında yüzbinlerce insanın öldürülmesi, köle olarak kullanılması ve tüm madenlerinin çalınması yine batı’nın işlediği cürümlerdir.
Günümüzde bir yılı aşkın bir süredir devam eden Gazze’deki soykırıma destek veren, yine Batı’daki otoritelerdir. İşgalci siyonistler, Gazze ve Lübnan’da yaptığı insanlık dışı soykırım girişiminin askeri, siyasi ve lojistik tüm olarak tüm desteğini yine ABD’nin başını çektiği batı dünyasından almaktadır. Böyle bir gerçekliğin olduğu bir zeminde; ABD’nin başını çektiği Batı dünyası için insan hak ve hürriyetleri, hukuk, adalet ve eşitlikten bahsetmek akıl ve iz’an dışıdır.
Batı dünyasındaki insan hakları anlayışını medeniyet tasavvuru ile izah eden Üstad Bediüzzaman, Mesnevî-i Nuriye isimli ilk dönem eserlerinde şöyle karşılaştırmaktadır:
“Kâfirlerin medeniyetiyle mü’minlerin medeniyeti arasındaki fark:
Birincisi, medeniyet libasını giymiş korkunç bir vahşettir. Zahiri parlıyor, bâtını da yakıyor. Dışı süs, içi pis; sûreti me’nus, sîreti mâkûs bir şeytandır.
İkincisi, bâtını nur, zahiri rahmet; içi muhabbet, dışı uhuvvet; sureti muâvenet, sîreti şefkat, câzibedar bir melektir.
Eğer istersen hayâlinle Nurşin karyesindeki Seyda’nın meclisine git, bak. Orada fukarâ kıyâfetinde melikler, padişahlar ve insan elbisesinde melâikeleri bir sohbet-i kudsiyede göreceksin. Sonra Paris’e git ve en büyük localarına gir. Göreceksin ki, akrepler insan libâsı giymişler ve ifritler adam sûretini almışlar.’’
Nokta Yerine:
Üç bölümden müteşekkil “Evrensel Beyanname: İslam’da İnsan Hakları” isimli yazı dizimizi noktalarken, yakın zamanda vefat eden Akademisyen-Sosyolog Alev Alatlı’nın 2019 yılında bir ödül töreninde gerçekleştirdiği konuşmadan bazı alıntılar yaparak noktalamak istiyoruz.
Merhum Alatlı, insan hak ve hürriyetlerini, “Haklar” ve “Yasalar” bağlamında ikiye ayırmaktadır. Alatlı’ya göre bir şey beşeri hukuk açısından yasal olabilir fakat hak değildir. Aynı şekilde insanın her hakkı da çoğu kez beşeri yasalara göre yasal değildir.
Sözgelimi, iki davacı için aslolan şeyin mahkeme karşısında helalleşmek olmalıydı; nitekim helalleşmek, mahkemede dava kazanmaktan daha üstün olmalıydı.
Örneğin, Merhum Alatlı’nın perspektifinde belirttiği gibi iflas eden bir kişiyi düşünelim. Bu şahsın mallarının haraç-mezat olarak satılması yasalara uygundur. Fakat etik ve ahlak açısından hak değildir. Veya imar ruhsatı olan bir müteahhit, şehrin estetik ve zarafetini zedeleyip ufkuna gölge düşüreceği bir binayı inşa ederken yasal bir şey yapmaktadır. Ama yaptığı iş ile toplumun hakkına girmektedir. Ahlak ve toplum açısından helal değildir. Veyahut raf ömrünü uzatmak için ekmeğin hamuruna kanserojen madde katan gıda üreticisi, formülü ambalajın üstünde yazdığı sürece suçsuzdur ama yaptığı helal değildir. Elbette bu örnekler çoğaltılabilir. Fakat aslolan şudur: Geçici dünya hayatında yaptığımız tüm eylemlerin bâki olan ahiret hayatımıza etkisi olacaktır. Bu dünya için hak olmayan yasaların hesabını, ruz-i mahşerde vereceğimize iman etmişiz. Sahip olduğumuz irade ve aklımız dolayısıyla tüm hal ve hareketlerimizden mesul olacağımızın bilincinde olmalıyız.
Rabbimiz bizlere bu anlayış ve idrak üzere bir hayat yaşamayı nasip eylesin. Bizleri, hak ve adaletten ayırmayan kullarından kılsın.
(SON)
[1] (Tevhidi, Ebu Hayyan)