Söz&Kalem Dergisi - Mekiye Yeşil
İnsanlık, hücresel paslanmayı yavaşlatan antioksidanların, kısalan telomerleri onaran peptitlerin ve yaşlanma genlerini susturan terkiplerin peşinde küresel bir arayışa girişmiş durumda. Biyolojik saati durdurma, hatta geri sarma vaadi, modern insanın en büyük ütopyası, en ateşli duası haline geldi. Üstelik bu vaatlerin pazarlama isimleri çoktan piyasaya sürüldü bile! Anti-Aging, longevity.. Yakın zamanda bunlara bir de "gen terapisi" eklendi. Bana öyle geliyor ki bu vaatler, simyacıların 'ölümsüzlük iksiri'nin ve 'sonsuz gençlik' vaatlerinin bir tür kılık değiştirmiş versiyonu. Tüm bu genç kalma ve uzun yaşama çabaları ise ne yazık ki fani bedenin kaçınılmaz çürüyüşüne karşı, moleküler düzeyde başlatılmış zavallı bir isyandır.
Fakat bir mü'min titizliğiyle bu küresel çığlığın formülünü analiz ettiğimizde, altında yatan o kadim ve fıtrî arzuyu görürüz: Bekâ. Yani, sonsuzluk ve kalıcılık hasreti. Modern bilim, bu varoluşsal arzuya fani bedenin ömrünü bir nebze uzatma vaadiyle cevap vermeye çalışırken, İslam'ın sunduğu ilahi reçete, meselenin köküne iner. O, bize bedenin değil, ruhun "anti-aging" protokolünü sunar. Bize kırışıklıkları gideren geçici bir serumu değil, zamanın kendisini alt eden ebedi bir hakikati müjdeler. Bu ilahi bakış açısı, "uzun yaşam" kavramını yeniden tanımlar; onu, atılan nefeslerin sayısıyla değil, o nefeslere sığdırılan mananın derinliğiyle ölçer. Gerçek "longevity", yüz yıllık bir ömür sürmek değil, her bir anını ebediyete tohum eken bir amele dönüştürerek "İbnü'l-vakt" yani "an'ın çocuğu" olmaktan çıkıp, "Ebu'l-vakt" yani "zamanın efendisi" olabilmektir.
İşte bu sonsuzluk simyasının en kudretli, en tesirli ve en kritik bileşeni, modern bilimin korumak için çırpındığı o cevherdir: Gençlik. Çünkü gençlik, fani gücün zirvesidir ve bu zirvedeyken yapılan her bir tercih, atılan her bir adım, baki âlemde yankılanacak bir sadânın ilk notasıdır. O halde asıl mesele, gençliği nasıl uzatacağımız değil, bu geri dönülmez ve fani sermayeyi, hangi sonsuzluk meyvelerine tebdil edeceğimizdir.
Gençlik tezgahında özenle dokunması gereken ömrün kiliminde elbette İslam'a özel birçok "seçkin ahlak motifi" bulunur. Bu motifleri kendi ömür kilimimize dokuyabilmemiz için İslam'ın nasıl bir genç istediğini iyice anlamamız gerekir.
İslam'ın beklediği gençlik, ruhunu bir manastıra kapatmış, hayattan elini eteğini çekmiş bir zahitlik portresi değildir. Aksine o, zalimin karşısına cesaretle yürüyen, Ashab-ı Kehf'in iman uyanıklığını akademinin en gürültülü günlerinde dahi koruyabilen bir şuurdur. Bu gençlik, aklını bir laboratuvar titizliğiyle kullanarak kâinat kitabının ayetlerini okur; bir yandan fiziğin en karmaşık formüllerini çözerken, diğer yandan bir çiçeğin taç yaprağındaki estetiğin ardındaki Sonsuz Sanatkâr'ı seyreder. Öfkesi, adaletsizlik karşısında bir kalkan, merhameti ise bir yetimin başını okşayan ipek bir el olur. Hz. Ali'nin bileğindeki Zülfikar cesareti ile Hz. Yusuf'un ruhundaki iffet inceliğini kendi şahsiyetinde sentezleyebilen bir kimyagerdir o. Bilgisini, egosunun raflarını dolduran bir süs değil, insanlığın derdine derman olacak bir şifa kaynağı olarak görür. Kısacası İslam'ın beklediği genç; aklını kalbiyle, ilmini imanıyla, cesaretini merhametiyle birleştiren, fani yirmili yaşlarının enerjisini, baki bir davanın hizmetkârı kılan bir kul-gençtir.
Peki, bu ilahi formüle sadık kalarak gençlik iksirini hazırlayan ruhu, hangi ebedi meyveler bekler?
Soyut ama en hakiki meyvelerin ilki, ruhun itminanıdır; yani o muazzam içsel denge. Gencin dünyası, anlık heveslerin ve gelecek kaygılarının şiddetli rüzgarlarıyla savrulurken, kalbinde sarsılmaz bir dağ sükûneti taşır. Gözleri, sadece görünenin ardındaki hakikati değil, musibetin içindeki rahmeti, yokluğun ardındaki varlığı da seçmeye başlar.
Somut meyveler ise, onun varlığının etrafına yaydığı şifa hâleleridir. Sözleri, kırık kalpleri onaran bir merhem, tebessümü ise umutsuz ruhlara uzatılan bir reçete olur. Toplum içinde bir "bereket" vesilesine dönüşür; varlığıyla bulunduğu ortamın manevi atmosferini değiştirir, güven ve huzur telkin eder. Bıraktığı tesir, kalplerde yeşercek bir iyilik tohumu olup kurak gönüllerin toprağına karışır.
Ve son meyve, en tatlısı... Faniliğin en büyük acısı olan "bitiş" korkusuna karşı, ebedi gençlik müjdesidir. Bedenin biyolojik saati ilerleyip saçlara mevsimin ilk karları düşerken, ruhu cennet bahçelerinde hiç solmayacak bir bahara hazırlanır. Bu dünyada gözünü haramdan bir an çevirmesinin mükafatı, Cemâlullah'ı sonsuz bir ân boyunca seyretmek olur. Fani gençliğin o sınırlı ve geçici çekimi, orada bitimsiz bir kudrete ve tükenmez bir lezzete inkılap eder.
"Öyle ise, o gençlikte kazandığın ibadetler, o fâni gençliğin bâki meyveleridir. Sen ihtiyarlandıkça, gençliğin iyilikleri olan bâki meyvelerini elde ettiğin halde, gençliğin zararlarından, taşkınlıklarından kurtulursun." (Sözler, Otuz İkinci Söz, Üçüncü Mevkıf)