Söz&Kalem Dergisi - Hatıra Defteri
Tebliğ'de Farklı Metodlar
8-9 sene önceydi. Lise yıllarında gençliğe yeni adım atıyor, çocukluk çağından çıkarken taklidi bir çok yönümüzü gün be gün tahkike dönüşmesi için çaba sarf ediyorduk. Bundan dolayı bolca kitaplar okuyor farklı sohbet halkalarında vaktimizi değerlendiriyorduk. Tabi öğrenmek, ahlak sahibi insan için bir hasleti de beraberinde getiriyor: Tebliğ.
Yakın birkaç arkadaştık. Tebliğ için yaptığımız çalışmalar kimi zaman aramızda tatlı bir atışma halini alıyordu. Allah'ın insanlara hidayetinde bizi daha fazla vasıta kılması için çabalıyorduk. Bir gün bu arkadaşlarımdan biri gözüne alt sınıflardan bir genci kestirmiş, ona İslam’ı ulaştırmak istiyordu; ama kendisiyle nasıl tanışacaktı?
Ona bu yolu gösterecek olan da daha önce hayatını okuduğu Şehit Ahmet Arık'tı. Şehit, tanışmak istediği gençlere omuz atar sonra özür dileyip tanışırmış. Tabi kardeşimiz de Diyarbakır Bağlar ‘da yetiştiği için omuz atma konusunda uzmanlığı var. Ertesi gün okula gelip bize planını anlattı, tabi biz gülüp öyle tanışma mı olur çocuğu kendine düşman edeceksin diyorduk. Ama bir kere bu fikri özümsemişti. Öğle arası çocuk tek başına yürürken önceden hazırlanmış ve biraz fazla güçlü kardeşimiz tek omuzla çocuğu yere serdi. Sonra kaldırıp özür dilemek için bir kahve ısmarlayacağım dedi. Gerisi malum; omuz attığı kardeşe uzun süre abilik yaptı, namazlara, camilere götürüp İslami kitaplar okuttu.
El hâsıl
Hasan el-Benna İslami davette meşru olan her vasıta kullanılabilir ve kullanılmalı der (omuz atıp birini devirmenin meşruiyetini burada tartışmayacağız ????)
(Hatıradaki İslami tebliğ için omuz atma yöntemine başvuran kardeşimiz, 6 Şubat 2023 yılındaki depremde Adıyaman’da bulunan öğrenci evinde enkaz altında kalarak hayatını kaybeden Said Başaran isimli kardeşimizdir. Rabbimiz kendisine, aynı evi paylaştığı diğer öğrenci kardeşlerimize ve depremde vefat eden tüm vatandaşlarımıza rahmeti ile muamelede bulunsun.)
(Esedullah Kaya)
BİR TEFEKKÜR BİR TEBESSÜM
Cuma sabahı güneşin yüzüme yansıyan parlak ışıklarıyla yavaş yavaş gözlerimi açtım. Bir süre etrafa bakındıktan sonra gözlerimi tekrar kapattım. Ancak gözlerim, başımdan aşağı dökülen kaynar suyun sıcaklığıyla tekrar açıldı. Sabah namazını kaçırmıştım. Belli oldu dedim, bu gün kesinlikle kötü geçecek. Ancak suçu yine de çok ağır çalışmasından dolayı geç saatlere kadar edit yaptığım bilgisayarıma attım. Ne zamandır onu değiştirmek istiyordum ancak param yoktu.
Cuma saatine kadar kötü bir ruh haliyle geçti. Namaza erkenden gidip rahatlamak istedim. Camiye gittim ve avluda abdest alan bir dedeye peçete uzatarak iyilik yaparak rahatlamak istedim. Derken bir anda dede ile sohbet ederken buldum kendimi. “Ne derdin var?” diye sordu. Kısa bir tereddütten sonra, almak istediğim ama maddiyattan dolayı alamadığım laptoptan ve onun yüzünden sabah namazını kaçırdığımdan söz ettim. Dede, sakince dinledi ve sonra gözlerini bana çevirerek anlatmaya başladı:
“Bir zamanlar, Sokrates adında bir bilge vardı. Sık sık pazara gider, orada satılan her şeye bakardı. Bir gün kölesi ona sordu, ‘Efendim, madem bu kadar az şeye ihtiyaç duyuyorsunuz, neden her şeye bakıyorsunuz?’ Sokrates gülümsedi ve dedi ki: ‘Bu pazarda o kadar çok şeye ihtiyacım olmadığını görmek beni mutlu ediyor.’ Dedenin bu nasihatinden sonra, içimden “bu da fakir edebiyatı yapıyor” diye gülümsedim ki devamında Siyerden bir örnek getirdi ve şöyle dedi:
Peygamber Efendimiz, ashabıyla Medine’ye yaklaşırken sabah namazı vakti için konaklamışlardı. Resûl-i Ekrem, sabah namazını kim bekleyecek diye sorunca, Hz. Bilâl “Ben beklerim” dedi. Ancak Bilâl, namaz kıldıktan sonra uyuyakaldı. Güneş doğduğunda, Resûl-i Ekrem Efendimiz ona sitem etti. Hz. Bilâl, “Anam babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Senin ruhunu tutan Kudret, benim de ruhumu tuttu bırakmadı.” deyince, Peygamberimiz gülümseyerek, “Doğru söyledin” dedi.
Dedenin hem ihtiyacıma hem namazı kaçırmama uygun iki örnek bulabilmesi beni hem güldürüp hem düşündürmüştü.
Yusuf Sincar