Söz&Kalem Dergisi - Abdurrahman Cahit
Yazar Hakkında: Mahmud Erol Kılıç, 1961 yılında İstanbul Fatih’te doğdu. Okul yıllarında Arapça, fıkıh ve tefsir dersleri aldı. Siyasal Bilgiler bölümünden lisans, İslam Felsefesi alanında da yüksek lisansını yaptı. Doktora tezinde tasavvuf alanına net bir giriş yaptı ve İbn Arabi çalıştı. Çok yönlü bir kişiliğin yansıması olarak halen farklı görevlerde emek vermektedir.
Kitap Hakkında: Kitabın basımını 2023 yılında Sufi Yayınları yapmıştır. Eser, üç bölümden oluşmaktadır. Okunmaya başlandığı andan itibaren anlaşılır ve samimi bir dil bizi karşılamaktadır. Psikoloji ve kendini gerçekleştirme yolunda destek veren eserlerinin tespit ve motivasyon dili bu eserde de mevcuttur fakat Hayatın Satır Araları bunu daha samimi bir dil kullanarak bize aktarmaktadır. Motivasyon eserleri ait oldukları medeniyetlere göre farklı altyapılarla oluşturulmuştur. Mesela Hint felsefesinin motivasyon ve manevi hayat rehberi onun dini altyapısına göredir. İslam medeniyetinde manevi yaşamın özü, arınmanın ve Allah’a kul olmanın haz yolu da özgün unsurları bünyesinde barındıran tasavvuf üzerinedir.
21. yüzyılda yaşayan insanlar olarak en büyük sorunumuz kendimizledir. Tabiatımızdan uzaklaştıkça yakın olduğumuzu zannettiğimiz ve onlarla avunduğumuz ne varsa bir müddet sonra psikolojimizi olumsuz etiketlemeye başlarlar. Bu zamanda kendimize doğru bir yolculuk yapmadan da doğru bir zemine varamayız. Çünkü en nihayetinde Adorno’nun da veciz şekilde dediği gibi “Yanlış yaşam doğru yaşanamaz!”
Tasavvuf ’un amacı ilk ortaya çıktığı belli belirsiz zamanlardan kurumsallaştığı zamanlara dek hep insanın iç yolculuğu ve Allah’a yakınlaşması olmuştur. Bugün yozlaşmış bir yapı olarak önümüzde dursa da halen bu amaç devam ediyor.
Şunu bilmekte her zaman fayda var, insanın kendine yakınlığı onun hayatında gidebileceği noktaları da belirler. İnsan olma sıfatından uzaklaştıkça hayatın hangi alanında iş yapılırsa orada din dışı duygular belirmeye başlayacaktır. Aliya’nın ifade ettiği gibi öze yaklaşmak, yıldızlara ve yaratıcıya yakınlaşmaktır.
Bununla beraber insanın kendine yakınlaşması, kalp sesini dinlemesi, tek başına yapacağı bir şey değildir. Toplum içerisinde bunu doğru bir şekilde yapabilmesi gerekir. Bunun için de insanın kendini bulması, bir bakıma toplumun kendine yakınlaşmasıyla alakalıdır. Bunun için kurulan ilişkilerin amaçsallığı ve fonksiyonelliği bize görüş sunmaktadır. Yazarın bu minvalde öğretmen-öğrenci, doktor-hasta ilişkileri üzerinden bireylerin birbirleriyle kurdukları kapitalist ilgilenme durumlarını eleştirmesi ise yerinde bir tespittir.
Hayatın Satır Araları, basit bir eser olarak nitelendirilebilir. Bir çırpıda okunabilir. Ama verdiği mesaj ağırdır. Çünkü insanın kendini bulması, onun hakikate yakın olmasıdır. Bu ise mutluluğa giden yolda bir hazine niteliğindedir. İnsanın yaratıcısıyla, kendiyle, toplumla, doğayla kurduğu ilişki onun hakikate yakın veya uzak olduğunun direkt göstergesidir. Bir hiyerarşi içerisinde bu ilişkilerin kurulması meselesi dışındadır bu. Evet, yaratıcıyla hakikat zemininde kurulmayan bir ilişki diğer ilişki türlerini materyalist ve sorunlu bir noktaya taşıyabilir. Ama bu ilişkilerin tümü birbirine bağlıdır. Bir insanın hayvana eziyet etmesi, Müslüman kardeşine karşı kin ve nefret beslemesi onun Allah’la kurduğu ilişkilerin de sorunlu olduğunu gösterir. Bir insanın kardeşinden nefret etmesi ve sonradan Allah’a kulluk yaptığını söylemesi bunun için yalancılıktır.
Tasavvuf, yazımızın başında ifade ettiğimiz gibi ortaya çıkış dönemleri, kurumsallaştığı dönemi vs. hep insanın Allah’a, kendisine yakın olmasını amaç edinmiştir. Fakat kurumsallaştığı dönemden itibaren bu yapının çok sorunlu yönleri de elbette oluşmuştur. Günümüzde tekke, tarikat dediğimiz yapıların kendi içerisinde yolsuzluk, saltanatçılık, kapitalistleşme-şirketleşme ve hakikat döngüsünden çıkma gibi durumlarını net bir şekilde gözlemliyor olsak da bu durum, tasavvufun istifade edeceğimiz yönlerini de çöpe atmamıza neden olmaması gerektiğini ifade edelim. Bu tür eserler bizlere tasavvufun kendini yitirmemiş tarafını göstermeye gayret etmesi açısından da değerlidir bunun için. Mahmud Erol Kılıç’ın eserlerinin tamamı bizleri bu minvalde bir kendini bulma, Allah’a yakınlaşma döngüsüne taşıma gayretindedir.
Kültürümüzde ve tarihimizde yer edinen tasavvuf geleneği meselesine yabancıyız. Çoğumuz Mevlana’yı birkaç veciz sözünü paylaşma noktasında tanıyabiliyor. Ya da Gazali, yazdığı eser ismiyle yer bulabilmiş zihinlerimizde. Halbuki Gazali’nin hayat yolculuğu bir kendini bulma yolculuğudur. O bunun için çeşitli acılar çekmiş ve zihinsel zorluklar yaşamıştır. Tekil bir örneğin genelleştirilmesi özrüyle beraber Gazali’nin yaşadığı ruhi zorluklar, temel açıdan anormal durumlar değildir.
Eğer tasavvufun kurumsallaşmış yapısına dahil olmak isteyen kişiler belli bir zaman sonra sadece gönül, sadece yalnızlık, çokluk içinde teklik arayışı, sadece uzlet gibi duygu-durumlara ulaşırlarsa bu yine ölçülü bir tutum olmayacaktır. Bugün tekke ve tarikatların toplumun gerçekliklerinden kopuk hareket etmesinin başlıca nedeni budur. Doğru olan bu duyguların toplum yaşayışında eritilmesidir. O zaman bu duyguların da bir değeri olacaktır. Bugün ülkemizdeki tasavvuf hareketlerinin fertleri, sloganik ve köpük bir zühd yaşamı içerisindedir. Halbuki hayatın içerisindeki denge sünnetullaha direkt tabidir ve bu dengenin göz ardı edilmesi psikolojik ve sosyolojik düzensizliklerin ortaya çıkmasına neden olacaktır.
O halde tasavvuftan anladığımız nedir? Mahmud Erol Kılıç, insanın kendini arayışında tasavvuf düşüncesinin önemini ifade etmek istemektedir. İnsanın kendisiyle, toplumla kurduğu bağların samimiyetine değer vermektedir. Oportünist bir yapıyı insan ve toplum için reddetmektedir. Bunun yerine İslam ahlakıyla ahlaklanmaya ve hayatın tümünü bu çerçevede yaşamaya çağrı yapmaktadır. Bu düşünce, insanı hayatın içerisinde tutan ve değerli yalnızlık gibi görünen fakat sonrasında bir katma değeri olmayan duygulardan uzaklaştıran bir harekettir.
Mahmud Erol Kılıç’ın çok yönlü kişiliğinden bahsetmişken, bu dergide birkaç ay önce kaleme aldığımız ve Sosyal Bilimleri Açın rapor-eseriyle gündeme getirdiğimiz bir durumun örneğini de aktarıyoruz aslında. Çünkü o raporda akademinin sorunlu yapısına çözüm önerileri bölümünde yer alan, bir akademisyenin bir alanda değil de kendini iki alanda yetiştirmesini gerektiren çözüm yaklaşımı yazarımızda hayat bulmuştur. Siyasal Bilgiler fakültesinden lisansüstü dönemde felsefe üzerine bir teze ve sonradan tasavvuf düşüncesine doğru bir yönelişi olmuştur Kılıç’ın.
Bu ilerleyişi ifade ederken gülümsememek elde değil. Öyle görünüyor ki felsefi düşünce Erol Kılıç için, tasavvufa bir basamak ve heybede sürekli yer etmesi gereken bir araçtır. Basit bir ilkeyle aklımızı ve kalbimizi yanımızdan ayırmadan yaşamalıyız.