Söz&Kalem Dergisi - Merve Şimşek
Hakkında birçok araştırmanın yapıldığı, sosyal psikolojinin bizatihi üzerinde yoğunlaştığı, karakterin mi kişiliğin mi temel belirleyici olduğu halen muğlak olan şiddet kavramı hepimizin yakînen şahitlik ettiği veya maruz kaldığı, deneyimlerimizle içeriği yoğrulan bir mefhumdur. “Bir şeyi ortadan kaldırmak, yok etmek amacıyla girişilen çaba” şiddetin esas gayesini ortaya koysa da kişinin sözlü veya sözsüz; fiziksel, psikolojik, sosyal, ekonomik vb. yönlerden acı çekmesi, zarar görmesi veya doğrudan/dolaylı hareketlerle şiddete yeltenmesi, malum kavramın kapsamını genişletiyor ve tanımının çeşitlilik kazanmasına yol açıyor. Aslında beşerin olduğu her mekan ve ilişkide muhabbet ve adaletin olabileceği kadar şiddet ve güç dengesizliğinin baş göstermesi, zulmün nüfuzunun insanın ulaştığı her durumda görüldüğünü göstermektedir. Bu bağlamda, konunun çerçevesini çizerek, şiddetin psikolojisini irdeleyecek ve insanoğlunun şiddete meylini ele almaya çalışacağız.
İnsanın yeryüzüne ayak bastığı andan itibaren çağdaş postmodern asra dek geçen süreçte, insanlığın işlediği ve hemcinsi tarafından maruz bırakıldığı şiddetin mütemadiyen varlığını sürdürmesi, medeniyetlerin gelişmişlik düzeyleri veya moderniteye ayak uydurmalarıyla şiddetten beri durmaları arasında bir korelasyon olmadığını kanıtlamaktadır. Şiddeti benimsemek, ona meyletmek veya fiili olarak şiddet eylemini gerçekleştirmek şeklinde çeşitli versiyonlarla gündelik yaşama yansıyan bu olgunun belirlenen ulusal/uluslararası norm ve yasalara rağmen sürekliliğinin kesintiye uğramamasının nedeni insanın kendi fıtratı veya şiddete meyli olabilir mi?
Şiddete meyletmek insan fıtratında var mı?
İnsan doğasının iyiye mi kötüye mi daha yatkın olduğu sorusu, yapıcı ve yıkıcı eğilimleri bünyesinde barındıran karmaşık bir yapıya sahip insanoğlunun kendisini sorgulamasıyla başlamış ve psikoloji laboratuvarlarında kendini deneylere özne kılmasıyla bilimsel düzeye erişmesine rağmen henüz kesinkes cevaplanmış değildir. Bu minvalde, bireyin davranışlarının, duygularının ve düşüncelerinin kökenini anlamaya yönelik farklı yaklaşımlar sunan ekoller, kuramsal bir bağlamda şiddetin insan doğasında var olup olmadığına dair çeşitli açıklamalar getirmektedir.
Psikanalitik kuramın öncüsü Sigmund Freud, şiddetin bireyin içsel doğasında var olabilecek bir potansiyel olduğunu kabul ederek bireyin içsel çatışmalarının ve bastırılmış dürtülerinin şiddeti tetiklediğini savunur. İnsan fıtratında hem yaşam (Eros) hem de ölüm (Thanatos) dürtüleri bulunur. Şiddet fiili, bu ölüm dürtüsünün dışavurumu olarak kendini gösterebilir. Yani, şiddetin eyleme dönüşmesi bireyin içsel dünyasındaki çatışmalarının bir sonucudur. Fakat salt biyolojik dürtülerle değil; toplumsal, çevresel ve psikolojik faktörlerle tetiklenen şiddet, kişide karakter haline dönüşebilir. Örneğin, bir kişinin çocukluk döneminde yaşadığı travmalar, bastırılmış öfke ve bastırılmış saldırganlık duyguları yetişkinlikte şiddet davranışlarına dönüşebilir.
Ana akım psikolojinin Davranışçılık Ekolüne göre şiddet, sonradan öğrenilen bir davranıştır. Kişi çevresini gözlemleyerek, şiddete meyletmenin ödüllendirildiğini deneyimleyerek bu eylemi içselleştirmeye başlar. Bu kurama göre, şiddet toplumda normalleşebilir, özellikle medya, aile veya akran çevrelerinde pekiştirildiğinde bu davranış öğrenilmiş olur.
İnsan doğasını temelde iyi olarak kabul eden Hümanist kuramlara göre temel ihtiyaçlarının karşılanmaması, bireyde yalnızlık, güvensizlik, öfke ve şiddet gibi duyguların birikmesine yol açabilir. Yani şiddet, bireyin temel ihtiyaçlarının ihmal edilmesiyle ortaya çıkan bir sonuçtur. Şiddeti önlemek için bu gereksinimlerin, örneğin yeterli beslenmenin, sevgi ve güven içinde büyümenin sağlanması gerekir.
Son olarak, Sosyal Psikoloji açısından konuyu ele alacak olursak; Sosyal Kimlik Teorisi’ne göre şiddetin temelinde grup aidiyeti ve gruplar arası ayrıştırıcı sınıflamalar rol oynar. İnsanlar, kendi kimliklerini toplumsal gruplarıyla özdeşleştirerek "biz" ve "onlar" ayrımı yapar. Grup aidiyetinin korunması adına “diğerlerine” karşı pekiştirilen düşmanlık ve ayrımcılık, grup dinamiğini ayakta tutarak şiddetin grup içerisinde meşrulaştırılma potansiyelini arttırır.
Albert Bandura'nın Sosyal Öğrenme Kuramı ise şiddetin taklit yoluyla öğrenildiğini öne sürerek şiddet içerikli davranışların gözlemlenerek benimsendiğini savunur. “Bobo Bebek” deneyinde, katılımcı bebekler 3 farklı gruba ayrılır. 1. gruptaki çocuklara bir oyuncağa şiddet uygulayan agresif bir kişi izletilir. Şiddetin uygulanmadığı diğer 2 gruba kıyasla 1. gruptaki agresif model izleyen çocukların daha fazla saldırganlık sergilediği bu deney, çocukların çevrelerinde gördükleri saldırgan eylemleri model alarak, şiddeti normalleşmiş ve kabul edilebilir bir davranış biçimi olarak öğrendiğini vurgulamaktadır.
Otoriteye bağlılık sosyal psikolojinin şiddet kavramını açıklamak için kullandığı bir diğer teoridir. Milgram’ın itaat deneyi otoriteye karşı bireylerin tepkilerini inceleyerek kişilerin bir otorite figürüne duydukları bağlılık nedeniyle şiddet içeren eylemleri sorgulamaksızın yerine getirebileceklerini kanıtlar. Katılımcılar kendilerine verilen emirler doğrultusunda, başkalarına zarar vermekten ve şiddetin dozajını arttırmaktan imtina etmemişlerdir. Bu bağlamda şiddet, salt bireysel içgüdüler ve insan fıtratıyla değil; bir otoriteye veya güce itaat etmek/ sosyal baskı ve çevresel etmenlerle de ilişkilendirilebilir.
Beyin kimyası ve agresyon ilişkisi
Duygu ve davranışlarımıza yön veren zihnimizin biyolojik yapısını ele almadan şiddet eğilimini etraflıca el almış olmayız. Çünkü dışsal uyaranların etkisinde olduğumuz kadarıyla fizyolojik içsel yaratılışımızın da agresyona (şiddet/saldırganlık) etkisi vardır. Özellikle beynin kimyasında yer alan bazı nörotransmitterler (hücreler arasındaki iletişimi sağlayan kimyasallar), hormonlar ve duygusal işlevsellikten sorumlu belirli kısımlar saldırganlık davranışlarının ortaya çıkışında kritik rol üstlenirler.
Mutluluk hormonu olarak bilinen serotonin, duygusal tepkilerin düzenlenmesinde görev alır ve eksikliği dürtüsellik, saldırganlık, depresiflik ile ilişkilendirilmiştir. Beynin belirli bölgesinden salınan dopamin ise haz duygusunu sağlayarak bireyin zamanla pekişen saldırganlık tutumunda tatmin edici role sahiptir. Ayrıca, beynin ön lobu olan düşünme, muhakeme yapma ve akıl yürütme gibi bilişsel yeteneklerden sorumlu prefrontal korteks de agresyonun kontrolünde etkiye sahiptir. Çünkü dürtüsel saldırganlık ancak muhakemeden yoksun kişiyi agresyona sevk etmektedir.
Hasılıkelam, muhtelif açılardan ele alınarak anlamlandırmaya çalıştığımız agresyon konusunda yetkisini arttırmamız gereken ve üzerimizde nüfuzunun müspet şekilde sonuçlanacağından emin olduğumuz (çevresel ve biyolojik etmenler dışında) asıl faktör, fıtraten sahip olunan kişiliğimizden ziyade karakterimizi üzerine inşa etme gayesinde bulunacağımız ilkelerimizdir.
Bunlar ise zulmün tüm karşıtlarıdır; İslami fıtrat, merhamet, vefa, muhabbet, şefkat...