Söz&Kalem Dergisi - Ferhat Aydın
"Biz Batılılar, dünya üzerinde yaşamış 26 medeniyetten 14'ünü yok ettik, 9’unu fosilleştirdik."
(Arnold J. Toynbee)
İnsanlığın vicdanına büyük harfler ile yazılması gerekir Arnold Toynbee’nin bu sözleri. Nitekim kendisi büyük bir Tarih Felsefecisi ve İngilizler’in önemli akıl hocalarındandır. Özellikle Osmanlı sonrası Türkiye’de “Radikal Modernleşme/Batılılaşma” süreci ile ilgili büyük metinler yazmış ve İngiliz siyasetine dolaylı yoldan etki etmiş bir fikir adamı.
İslam Medeniyet’ i yaklaşık iki yüz yıldır bir “Medeniyet Krizi” ile boğuşmaktadır. İlk büyük medeniyet krizi olan Moğol saldırılarından sonra ortaya çıkmış, İslam Tarihi’nde bir başka benzeri olmayan “İkinci Büyük Medeniyet Krizi; Modernleşme.” Reform sonrası dönemden itibaren (yaklaşık 1650 sonrası) Batı Uygarlığının asli kurucusu olan Avrupa, tüm dünyaya “Aydınlanma” fikri ile meydan okumaya başlamıştır. Dikkate alınmaması mümkün olmayan bir düşünce külliyatı, ardından bu zihni atılımı takip eden bilimsel devrim ve bir siyasi devrim niteliğinde olan, aydınlanmanın son aşaması “Fransız İhtilali” ile kendini tarih sahnesine bir kez daha taşımıştır.
Hakimiyet odaklı bir anlayış güden Batı Uygarlığı, güce hâkim olma kaygısı ile hareket ederek tüm dünya milletlerine karşı düşmanca tavır sergilemiş, “Batı ve Batı olmayanlar, Batı ve Ötekiler” düşüncesini merkeze almış ve o günün var olan bütün medeniyetlerine saldırmıştır. Buna İslam Medeniyeti’ de dahildir. 1400 yıllık İslam dini tarihte ilk kez ciddi bir yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Moğol saldırıları dahi şehirleri, ülkeleri yıkmış, ilim merkezlerini yakmış ve sayısız Müslümanı katletmiş olmasına rağmen bir yok olma tecrübesi günümüze kadar yaşanmamıştır İslam Tarihi’nde. Şimdi ise bu tehdit açık ve seçik bir şekilde İslam Alemi’ni en kılcal damarlarına kadar kuşatmaktadır.
Toynbee’ nin sözünde bahsi geçen 26 medeniyetten 14’ü (İnka, Aztek, Aborjin vb.) Batı Uygarlığı tarafından tam anlamıyla yok edilmiş, 9’u (Hindu, Çin, Budizm vb.) dondurulmuştur. İçlerinde bu saldırıya karşılık verebilen tek medeniyet İslam Medeniyeti olmuştur. Çünkü diğer uygarlıklardan farklı olarak İslam Medeniyetinin iç dinamiklerini belirleyen kurucu asılları, kaynakları (Kur’an ve Sünnet) günümüze kadar diri tutularak, Müslümanlar tarafından bilfiil uygulanmış ve tahrif edilmeden kalabilmiştir. Diğer dinlerin, toplumların kaynakları, kurucu unsurları, teorik kuvveti ve pratik yansıması Batı’nın ezici gücü karşısında mutlak surette yıkılmıştır.
İslam dini iki boyutlu bir yapıya sahiptir. Ne Batı gibi sadece maddeci anlayış, ne de uzak doğu dinleri gibi sadece maneviyat odaklıdır. Bu dinin asıllarını belirleyen Kur’an-ı Kerim ve uygulanma şekli olan Sünnet-i Seniyye’yi benimseyen Müslümanlar, bireyden topluma doğru dairesel olarak genişleyen maddiyat-maneviyat, beden-ruh, dünya-ahiret ilişkisini optimal bir düaliter (hem maddiyat hem maneviyat temelli) anlayış ile dengede tutabilmişlerdir.
Coğrafi olarak Doğu ve Batı arasında duran İslam coğrafyası sahip olduğu bu düaliter denge yapısı sayesinde batının maddi temelli düalizmi ile doğunun manevi temelli düalizmi arasında yıllarca etkileşime girmiş ve değişmeden kalabilmiştir. Her iki unsuru içinde barındıran İslam doğal olarak yüzyıllar boyu yapılan saldırılara, meydan okumalara karşı yeterli cevabı ilmi, siyasi, sosyal, hukuki ve kültürel yönlerden vermeyi başarmıştır. Ta ki aydınlanma fikri ile adeta “Antik Roma’nın Modern hali” olan günümüz “Batı Uygarlığı” dirilene kadar. Peki bu durum İslam’ın yaşadığı birinci medeniyet krizi olan yıkıcı Moğol saldırılarından neden farklı? İlk krizden her şeyimizi kaybetmiş olarak çıkmamıza rağmen doğrulabilmişken neden şimdiki krizden çıkamıyor ve daha kötüye gidiyoruz? Bu sorulara sağlıklı bir cevap ancak her iki medeniyet krizini ve bunlar karşısında duran İslam’ı karşılaştırmalı olarak incelemekle verilebilir.
Birinci Medeniyet Krizine Karşı İslam
Moğolların İslam Alemi’ne verdiği zarar içsel ve zihni içerikli değil iken sadece dışsal ve fiziki saldırı olarak kalmıştır. Müslümanlar 13.yy’da müthiş bir ilmi ve sanatsal bir tecrübeye sahip olduğundan dolayı verilen fiziki zarar tedavi edilmiştir. Buna bağlı olarak bu krizin aşılmasında ki belki de en büyük sebep, Müslümanların çift yönlü temasa devam etmesidir. Yani hem kendilerini bilen, kendilerini kavrayan ve iç dünya ile bağlar diri tutulurken aynı zamanda dışarısı, dış dünya ile temas kurulmaya da devam edilmiştir. Hem içeriye hem dışarıya temas ederek İslam medeniyeti beslenmeye devam etmiş, dolayısıyla bu kriz aşılarak İslam medeniyeti tekrar ihya ve inşa olmuştur.
İkinci Medeniyet Krizine Karşı İslam
Batı’nın Modernite ile meydan okuması Moğolların sadece fiziksel olan tek taraflı saldırılarından farklı olarak çift taraflı olması sebebiyle eşi benzeri olmayan bir zarar bırakmıştır. Yani hem içsel ve zihni, hem de dışsal ve fiziki olarak saldırı yapılmıştır. Tanzimat’la başlayan bu krizin aşılamamasındaki en büyük sebep ise çift yönlü temassızlıktır. Yani hem kendini kavrayamayan hem de dış dünyalara ulaşamayan, onlardan beslenemeyen zihinsizleştirilmiş bir Müslüman zihni türemiştir. Ayrıca ilk krizin aşılmasını mümkün kılan tecrübe birikimi maalesef bu dönemde mevcut değildir. Çünkü yaklaşık 16.yy ortalarından sonra Müslüman ilminde, sanatında ve kültüründe bir donukluk, duraklama yaşanmıştır. Böylece Batı’dan içi dolu bir şekilde gelen meydan okuma karşısında Müslümanların verdiği tepkiler sadece “reaksiyoner bir apoloji’’ (ani savunma psikolojisi) olmuştur.
Algıdan – Aşmaya
İslami medeniyeti için ikinci kriz, niteliği sebebiyle aşılması çok daha zor bir imtihandır. Gerek Batı’nın içi dolu meydan okuması ve gerek Müslüman ilmi tecrübenin yetersizliği krizi aşma sürecini oldukça geciktirmiştir. İnsanın bir şeyi anlayabilmesi için önce o şeyi anlamlandırması gerektiği gibi, kendi medeniyetlerine dair karşı karşıya kaldığı meydan okumaları ve saldırıları önce algılayıp, sonra anlamlandırıp akabinde ise bu krizi aşması gerekmektedir.
İlk yüzyılında İslam, derin bir itikat ve emsalsiz bir özgüvenle tüm dünyalara, medeniyetlere, kültürlere açıldı. İnsanlığın o zamana kadar geliştirdiği en sistematik felsefi birikim olan Antik Yunan Felsefesi’ ni dahi özümseyip dönüştürerek değişmeden kalabildi. Bunu ortaya çıkışından ilk yüzyıl sonra başardı. Çünkü bağlı olduğu ilahi kaynakların insan fıtratına uygunluğu hiçbir beşerî düşünce ve inanç karşısında erimeye müsait olmadığı gibi tüm dünyaya söz söyleme ufkuna ve değiştirme gücüne sahipti.
Son üç yüz yıldır ise dünyaya söz söyleme ufkunu kaybettik ve hiç olmadığı kadar başka bir medeniyeti taklit ederek özden uzaklaştık. Tüm insanlığa adalet, muhabbet ve hürriyet sözünü, özetle “Hakikat” fikrini ulaştırma davasında olan İslam Alemi durdu. Şimdi ise geldiğimiz tek nokta simülatif (sığ, sahte, yüzeysel) bir Batılılaşma, simülatif bir Müslümanlaşma tecrübesinden ibarettir.
Gelecek yazımızda İslam Alem’inin bu krizi aşması ve tekrardan yükselişe geçebilmesi, Batı uygarlığının mevcut hali ile karşılaştırılarak analiz edilmeye çalışılacaktır.
Selametle.