Söz&Kalem Dergisi - Muhammed Ketme
Sosyal Bilimlerin yapısı ve dinamiği üzerine çeşitli uluslararası ve ulusal araştırmaların yapılageldiği günümüzde tüm bu çalışmalara öncülük edebilecek bir eseri değerlendireceğiz. Bu eser adından da anlaşılabileceği şekilde bir komisyon tarafından hazırlanmış bir rapordur. Özgün anlatım şeklinde bizlere aktarılmış bu eserde titizlikle yapılmış bir çalışmayı görüyoruz. Üç bölümden oluşan eserin ilk bölümünde sosyal bilimlerin tarihi ele alınmaktadır. Sosyal Bilimlerin kuruluşunun nasıl olduğu ve hangi süreçlerden geçtiği kısaca aktarılıyor bizlere bu bölümde. İkinci bölümde sosyal bilim üzerine yapılan tartışmalar ele alınıyor ve burada bu bölümlerin neyi kapsadığı ve kapsaması gerektiği üzerine yapılan çalışmalar ve oluşturulan düşünceler aktarılıyor. Üçüncü bölüm ‘Nasıl bir Sosyal Bilim’ sorusunu sorarak başlıyor ve bunun üzerine bir düşünce mekaniği geliştiriyor. 210 sayfaya sığdırılmış bir eser, günümüzde hem Sosyal Bilim alanlarında hem de bununla alakalı diğer bilimlerde bizlere önemli bakış açıları sağlaması açısından kayda değerdir
Fakat bu raporun bizim için en önemli yanı 20. Yüzyılın ikinci yarısında, 2. Dünya Savaşı’nın akabinde ve Fransa’ da başlayan 60 yılındaki sorgulamayı başlatan olayların etkisini taşımasıdır. Sosyal bilimlerin tarihi elbette daha önceki zamanlara dayanır ama kurumsallaşma ve üniversite özgürlüğü çerçevesinden bakarsak bu bilimin teşekkül etmesi kolay olmamıştır. Kendi tarihinin içerisinde sınıflandırmalar, bilim olarak kabul edilmiş kriterlere uyup uymama sorunu ve en önemlisi bu bilimin ne olduğuyla alakalı tartışmalar epey uzun sürmüştür.
Eserin birinci bölümünde Sosyal bilimlerin tarihçesi üzerine yapılan tartışmalarda, bilimlerin sınıflandırılmaya başlandığı dönemlerde sosyal bilimlerin kendine zemin bulduğu noktalar tahlil edilmiş. Burada, bu bilimin üniversite kurumunun (Bugün anlaşıldığı halinden oldukça farklı bir yapıda) bünyesinde yer edinebildiği döneme kadar gerçek bilim- köpük bilim ayrımlarıyla uğraşıldığını aktarıyor.
Eserin ikinci bölümü, Sosyal Bilimlerde yapılagelen tartışmaları içeriyor ve burada yapılan araştırmaların yerellik- evrensellik kıstasından tutun da aktarma biçimleri ele alınıyor. 2.Dünya Savaşı’na kadar olan bilimsel paradigmanın değişimi ve savaş sonrası yeni dünya düzeniyle girdiği etkileşimi aktarıyor.
Ve üçüncü bölüm “Nasıl bir Sosyal Bilim?” Sorusunu sorarak işe koyulmakta. Bütün içerisinde tarihçe- tartışma ve çözüm önerileri denilebilecek bir sınıflandırmadan bir problematiğin ele alış biçimini hemen görürüz. Nasıl bir sosyal bilim sorusuna verilen cevap, belli alt başlıklara ayrılmış ve bunların tek tek tahlili yapılmıştır.
İnsan üzerine yapılan araştırmalarda biyolojik model yolunun izlenmesinin tehlikeli olduğu ve laboratuvar ortamı gibi deneysel araştırmalara her koşulda uymayan bir yol olduğu savunulmuş ki günümüzde bu modelin uygulanmasının raporda ifade edildiği gibi maksadından uzaklaştırıcı sonuçlara yol açacağı genel kabul edilmiş bir görüştür.
Yine kurulacak bir sosyal bilimin temelde devleti mi merkeze alacağı sorusuna raporun verdiği cevabın günümüzde, devletin merkezi özelliğini birçok yerde kaybedişi üzerinden olumlayabiliriz. Özellikle Uluslararası İlişkiler gibi bir alanda bu durum gün geçtikçe daha çok hissedilmektedir. Raporun ifadesiyle Sosyal bilimler kurulurken gücüne muhtaç olduğu devlet için çalışmaktan vazgeçmeli ve yerel ötesi, ulus aşırı gibi bir hedeflerde zemin yakalamalıdır. Bu onun ortak payda oluşturabilmesi için elzemdir.
Devlet tekelinden sıyrılma ve ötekini kendi bilimine dahil etme hedefinde kurulması gereken bir sosyal bilim, yereli dışlamayan ama evrenselliği esas alan bir yaklaşımla ve objektif bir zeminde ilerlemelidir. Objektiflik birçok yerde tanımlaması yapılan salt doğa bilimlerinde kullanılan anlamda değil, yerele sıkışmaktan korunmak için bir zırh niteliğindedir.
Bütün olarak raporun kendisini de değerlendirme anlamında bir sonuç hazırlanmış. Öz cümlelerle bu raporda neyin anlatılmak istendiği belirtilmiş. Sosyal bilimlerin tarihi ve tartışma alanları, ayrıca nasıl bir yol izlemesi gerektiği konuları tartışıldıktan sonra sonuç bölümünde, sihirli formülleri ortaya atmadan (Zaten böyle bir şeyin olumsuz sonuçlanacağı bilinciyle) temelde 3 öneri geliştirilmiştir.
- Sosyal Bilimler üzerine araştırma programların çok dilli ve çok kültürlü bir yapıya büründürülmesi ve bu programların hem maddi olarak finanse edilmesi hem de araştırmacıların birden çok alanda çalışmalarının teşvik edilmesi
- Çoklu alan araştırmalarında bu durumun hem doktora hem de profesörler için zorunluluğa varan bir durum olması gerektiği. Profesörlerin çoklu alan araştırmalarına girmemelerinin kendilerini bir nevi paslandırdığı tespiti ise günümüz akademi felsefesinde ne kadar anlamlı bir durum olduğunu görebiliyoruz. Belirli bir noktadan sonra kendi alanındaki sıkışmışlığın üretkenliğe zarar vermemesi için bunun olmazsa olmaz bir öneri olduğunu düşünüyorum. Ayrıca Profesörler için birden çok dalda atanma durumu günümüz akademideki düşünce ve üretkenliğin çıkmaz sokağa girmesine engel olabilir. Ve düşüncenin verimini artırabilir.
- Birleşik fon ve düzenli aralıklarla bunun tespiti ise geleneksel yoldan farklı olarak araştırma için kullanılan fonların takibini ve verimliliğini amaçlıyor. Geleneksel düzendeki kesintisiz fon yerine belirli bir düzende araştırmanın finanse edilmesi hedefleniyor.