Söz&Kalem Dergisi - Ammar Arslan
Kudüs’ün Rabbi, El- Kuddûs olanın adıyla…
Bir önceki yazımızda Selâhaddin Eyyûbî’nin doğduğu, yetiştiği ortamı, İslam ümmetinin halini ve Selâhaddin’i Selâhaddin yapan sosyal çevresine değinmiştik. Bu yazımızda ise Selâhaddin Eyyûbî’yi Kudüs’ün fethine götüren iki hasletinden bahsedeceğiz.
Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın Özgürlüğü İçin
-“Ne için?”
-“Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın özgürlüğü için…”
Yani demek istiyoruz ki, Selâhaddin’in yaptığı her iş, meşgul olduğu her uğraş, attığı her adım Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın özgürlüğü için idi. Yani Selâhaddin’in Kudüs adına, esir edilmiş Mescid adına bir derdi vardı. Bu derdi onu ideal sahibi yaptı, dava sahibi yaptı. Selahaddin bu dert ile dava ve ideal ile henüz çocuk yaşta tanışır.
Selâhaddin’in hayatında önemli bir etkisi olan Nureddin Zengi, Kudüs aşkını her fırsatta, her yerde dile getiren ve her gittiği yerde Kudüs’e olan sevdasını insanlara duyuran bir şahsiyetti. Onun bu sevdasını duyan Halepli yaşlı bir marangoz da Mescid’i Aksa’ya yerleştirilmek üzere, bütün sanatını kullanarak bir minber yapıyor. Bu minberi alıp kendi camilerine yerleştirmek isteyenlerin verdiği çok pahalı teklifleri dahi geri çeviren yaşlı marangoz, “Ben yaşlı bir marangozum, bütün hünerimi ve sanatımı ortaya koyarak bir minber yapmışım, onu Mescid-i Aksa için yaptım, satmam.” der. Selâhaddin henüz 8 yaşında… O minberi görür ve yaşlı marangoza sorar minberi, yaşlı marangoz minberi yapma sebebini açıklar… “Ama efendim Mescid-i Aksa işgal altında, nasıl götüreceksiniz bu minberi” der, Selâhaddin. Yaşlı marangoz, “ Ben bir marangozum, ben bir sanatkârım, ben sanatımı ortaya koydum ve böyle bir minber yaptım, bir gün bir yiğit de çıkar bunu Mescid-i Aksaya yerleştirir.” der.
İşte bu söz üzerine, Kudüs aşkı gönlünde yeşeren Selâhaddin, bugünlerde sıkça duyduğumuz bir sözün, mottonun söylenmesine vesile olmuştur. “Selâhaddin’i bekleme, Selâhaddin ol”… Evet, Selâhaddin Eyyûbî, bugün bizim yaptığımız gibi bir kurtarıcı, bir Selâhaddin beklememiş, Selâhaddin’in kendisi olmuştur. Birilerinin Kudüs’ü, Mescid-i Aksa’yı esaretten kurtarmasını beklemeden, kurtuluş ve özgürlük adına içinde bir dert tutuşturmak ve onu dava edinmek…
O günden sonra Selâhaddin’in yaptığı bu olmuştur. Kudüs’ün özgürlüğünü önüne bir hedef olarak koymuş ve bundan sonra da bunun için yaşamış, bunun için kendini yetiştirmiştir. Selâhaddin Kudüs için medreseler açmıştır, Kudüs için âlimler yetiştirmiştir, Kudüs için gençler yetiştirmiştir. Dememiz o ki Selâhaddin, Kudüs aşkıyla tanıştıktan sonra Kudüs için yaşamış ve onun özgürlüğü için şartlar oluşturmuştur. Sözün özü, Selâhaddin Kudüs’ü özgürleştirecek sosyokültürel alanı oluşturmuştur.
O halde bugün her birimizin Kudüs ve Mescid-i Aksa için okuması, düşünmesi, yaşaması, Kudüs için harekete geçmesi lazım. ‘Ben ne yapabilirim ki’ demeden o yaşlı marangoz gibi elimizdeki tüm sanatı ve becerileri Kudüs’ün özgürlüğüne giden yolun hizmetine sunması lazım. Mühendislerimiz Kudüs’ün özgürlüğü için kendini hazırlaması lazım, siyasetçilerimizin, doktorlarımızın, öğretmenlerimizin, marangozlarımızın, demircilerimizin; yani toplum içinde hangi konumdaysak, hangi uğraş ile meşgul isek Kudüs için olmamız lazım.
Hâsılı, Kudüs’ün ve Mescid-i Aksa’nın özgürlüğü bizim için bir ideal olmalı, hedef olmalı. Kudüs’ün özgürlüğüne katkı sunma şerefine kendimizi layık görebilmeliyiz. Kudüs kendisini dert edindiğimiz kadar bize yakınlaşır ve biz Kudüs’ün özgürlüğüne yaklaşırız. Kudüs hayatımızın merkez noktası olmalı ve o merkezin ekseninde mücadele etmeliyiz.
Strateji: Ümmetin Birliği
Selâhaddin Eyyûbî’nin yetiştiği yıllarda İslam ümmetinin dağıldığı, halifelik makamının Abbasi ve Fatımiler arasında bölündüğü, bu iki başlılığın ümmet coğrafyasında birçok alana sirayet ettiği bir ortam vardı. Kudüs ve Mescid-i Aksa, Haçlılar tarafından işgal edilmiş, Haçlılar İslam coğrafyalarında kök salmak için mücadele ederken, kimi Müslüman devlet adamları kendi aralarındaki ihtilaflardan dolayı, saltanatlarına zeval gelmesin diye birbirlerine karşı Haçlılar ile ittifaklar kurama cüretini gösterebiliyorlardı.
Bu ihtilaflar ve bölünmüşlük sadece siyasal alanda değil, toplumsal ve dini hayat noktasında da bir çatışma halinin hâkim olduğu bir ortamda Haçlılar ile etkin bir mücadeleden söz edilemezdi. Bu ortamı bilen, yaşayan ve en önemlisi doğru okuyabilen Selâhaddin, çözümün vahdette olduğunu görmüştü. Îsa el-Hakkâri gibi fikir, ilim ve diplomasi dehalarının desteğiyle önce fikirde birliği, daha sonra da saflarda birliği sağlamıştır.
Sünetullah olduğu üzere bölünüp dağılanlar, birleşip ittifak kuranlara yenilir. İslam dünyası böyle bir dağılmışlık içindeyken, Haçlı Seferleri başlamış ve Anadolu Selçukluları Haçlılarla mücadele etse de 1098’de Urfa’da haçlı kontluğu kurulmasına ve 1099’da Fatımi Devleti elinde bulunan Kudüs’ün işgal edilmesine mani olamıyorlar.
Bu durumu doğru bir şekilde analiz edebilen Selâhaddin, Kudüs’ün özgürlüğü için strateji olarak, öncelikle ümmeti oluşturma yoluna gitmiştir. Fatımi devletini bitirip, Mısır’a hükümdar olduğu zaman kendisine karşı çıkan isyanlarda bile kan dökmüyor. Sadece isyanın başını çekenleri cezalandırıyor ama bilmeden isyana karışan veya isyana karışıp da tövbe edenleri affedip kendi ordusuna asker olarak katıyor.
Çünkü Selâhaddin Kudüs’ün, Mescid-i Aksa’nın ancak ümmet olmak ile kurtulabileceğini, ihtilafları bir kenara bırakıp Kudüs etrafında birleşilirse Kudüs’ün özgür olacağını biliyor. Selâhaddin Müslüman kanı dökmemeyi, bütün enerjisini ve öfkesini haçlılara yönlendirmeyi kafasına koymuş. Çünkü o “ dostlarıyla uğraşanlar, düşmanlarıyla mücadele etmeye güç bulamazlar.” diyordu.
Diğer beyler, idareciler haçlıları bırakıp birbirleri ile uğraşırken, kendi sarayları ve saltanatları için mücadele verirken Selâhaddin haçlıları hedefe koymuş ve Selâhaddin’deki bu durumu fark eden Müslümanlar Selâhaddin’in etrafında toplanıp onun ordusunda cihada koşmuşlardı.
Bugün de Kudüs, Mescid-i Aksa ümmet olmadan kurtulamaz, ne zaman ümmet olursak, içimizdeki ayrılıkları ve farklılıkları bir kenara itip, “Onunla beraber olanlar da kâfirlere karşı sert, kendi aralarında merhametlidirler.” ayetinin sırrına vakıf olup bütün enerjimizi Siyonistlere karşı sarf edersek işte o zaman Mescid-i Aksa özgür olacak.
Bugün karşımızda bir küfür cephesi, Siyonist bir çete dururken; Şii- Sünni, Türk-Kürt-Arap ayrımı yapan, ümmetin herhangi bir unsuru ile uğraşan haindir. Bunu yapan küçük işlerin adamdır, dünyası küçük, ufku dardır. Kudüs, Mescid-i Aksa büyük işlerin adamları ile ufku ve davası büyük olan insanlar ile özgür olacaktır.
Selam ve dua ile…