Söz&Kalem Dergisi - Merve Şimşek
“Allah’a giden yollar, nefisler sayısıncadır”. Mahlukattaki insan sayısı kadar yaratıcıya ulaştıran yolların var oluşu, yönünü bulamayan insanlığın henüz farkına varamadığı bir hakikattir. Varmayı dileyen yeter ki istesin. O’na götürmeyen yol mu var? Sonu O’na ulaşmayan menzil mi var?
İnsanın Allah’a yakın olmasını ifade eden kurbiyet kavramı, tasavvufta insanın manevi gelişiminin zirve noktalarından biridir. Müminler için Allah’a yakın olmak, O’nun sevgi ve rızâsına ermek bütün ibadetlerin yegane gayesidir. Fiziksel ve somut bir yakınlıktan ziyade manevi ve soyut bağlamda bir yakınlıktan söz ediyoruz. Tasavvufta kulun Rabbine ve Allah’ın kullarına yakınlığı olmak üzere iki tür mesafeden bahsedilir. Yaratıcı tüm insanlığa, genel manada onların yaratıcısı, üzerlerinde kudret ve ilim sahibi olması hasebiyle aynı derecede yakındır. Bir diğer yakınlık ise daha hususi bir anlam taşır: Mümin kulların, muttakilerin, salihler ve şehitlerin Allah’a olan yakınlıklarıdır.
“Şüphesiz, iman edip, salih ameller işleyenler var ya; işte onlar mahlûkatın en hayırlısıdırlar. Onların mükâfatı Rabb’leri katında, altından ırmaklar akan, içlerinde ebedi kalacakları Adn cennetleridir. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Bu, Rabbine haşyet duyanların mükâfatıdır” (Beyyine, 7-8).
Bu ayet, iki temel mefhumu bariz bir şekilde ortaya koyar: Allah’ın razı olduğu/sevdiği kul olmak ve Yüce Allah’ın bahşettiği tüm nimetlere karşı Allah’tan razı olmak.
Allah’ın razı olduğu, hoşnut olunan ve sevilen kulların mesafeleri aşmasının yegane şartı ise iman edip salih amel işlemesidir.
Bu minvalde, Allah’tan başka ilah olmadığına dair verdiğimiz şahitlik ahdi (kelime-i şehadet) Müslümanlığın ilk şartı olması hasebiyle müminin tüm hayatını ölümüne dek kuşatmalıdır. Çünkü ömrü boyunca dünyayı müşahede eden insan her bakışında, her eyleminde ve her seçiminde yaratıcıya verdiği şahitliğin sorumluluğuyla hareket eder. Bu nedenledir ki, Allah’a en yakın olanlar, şahitliklerini dil ile ikrar ettikten sonra kalple tasdik eden, ölümü öldüren şehitler/şahitlerdir.
Peki, bizler daha önce düşündük mü hiç? Allah görünmezdir; fakat biz hayatımızda O’nun varlığını ne kadar görebiliyoruz, hissediyoruz, veya müşahede ediyoruz? Yüce Allah bize şah damarımızdan daha yakın (Kaf/16) olduğunu söylüyorsa ve “Kullarım sana beni sorduklarında bilsinler ki şüphesiz ben yakınım, bana dua ettiğinde dua edenin dileğine karşılık veririm. Şu halde benim davetime gelsinler ve bana iman etsinler ki doğru yolu bulabilsinler.” (Bakara/186) diyerek bizi kendine yakın etmek istiyorsa biz neden hâlâ uzağız?
Aslında, Allah’a yaklaşmanın en mühim vesilelerinden olan ibadetler ve salih amellerle bizler Allah’a verdiğimiz ahdi pekiştiriyor ve uzakları yakın etmeye gayret ediyoruz. Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: “Kulum, farz ibadetlerden daha sevimli bir şeyle bana yaklaşamaz. Nafile ibadetlerle de bana yaklaşmaya devam eder. Sonuçta ben onu severim. Sevince de onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benden istediğinde ona veririm. Bana sığındığında onu korurum” (Buhârî, Rikâk, 38).
Örneğin, namaz ibadetiyle günün beş ayrı vaktinde biz Müslümanlar, Rabbimize en yakın olduğumuz secde anında tüm izafi mesafeleri ortadan kaldırarak Allah’a yaklaşırız. “Rabbinin ismini zikret ve her şeyden kendini çekerek yalnızca O'na yönel.”(Müzzemmil/8) ayetinde olduğu üzere zikirler ve virdler de kurbiyetin bir diğer esasıdır. “Unutmayın ki, o kurbanların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır, sizden Allah’a ulaşacak olan tek şey takvânızdır.” (Hac / 37) emriyle kurban ibadetini yerine getiren müminler, bu maksatla tüm ibadetlerde olduğu gibi kurban keserken de Allah’a yaklaşmayı gaye edinirler. Böyle bir yakınlığı sağladığı için kurbiyet kökünden gelen bu ibadete kurban ‘Allah’a yakınlaşmaya vesile olan şey’ denilmiştir.
“Gizli veya açık bolca sadaka vererek ve Allâh’ı çokça zikrederek Rabbinizle aranızı düzeltin!” buyuran Rasulullah Efendimiz, bizlere açık bir çağrıda bulunuyor; araya mesafe girmesin istiyorsak sevdiğimiz malımızdan infak edip sadaka vererek, O’na bağlılığımızı dil ile ikrar-kalp ile tasdik ederek mesafeleri aşabiliriz.
Sözün özü; yeter ki asıl gayemiz O olsun, sahih bir niyetle her amel salih olur, her yol sonunda O’na varır. Asıl mesele bizim kiminle olduğumuz, kime yakın hissettiğimiz ve kime dayandığımızdır. Hayatın hızla akıp gittiği bir dünyada, bu mesafesizlik hakikatini unutmamak uzakları yakın eder. Allah’a yakın olduğumuzda, O’nun rahmet ve lûtfuna mazhar oluruz. Kurbullah (Allah'a yakınlık), ancak insanın bu yakınlığı fark etmesi ve hakkını vermesiyle oluşur.
Yüce Rabbimizden niyaz ederiz ki, zihnimizdeki yüklerden ve kalplerimizdeki düzensizlikten bizleri arındırsın.