XIV. asrın ilk yarısı hem Moğolların hem de Haçlıların İslam dünyasını terk ettikleri dönemin başlangıcı olarak görülüyor. Büyük Selçuklu Devleti’nden artakalan hanedanlık ve küçük yerel yönetimler, Asya’da, Moğolların kılıçları altında varoluş mücadelesi veriyordu. Bu dönemlerde politik münasebet ve siyasi ayrılıkların da yorduğu Doğu dünyası kendi siyasi egemenlik sahalarında varoluş savaşına girişiyordu. İran’da, daha genel coğrafi bir kavram ile Horasan’ın küçük bir vilayetinde başlayan kıyamlar yavaş yavaş tüm beldelere yayılacak ve tarihte adından az bahsedilen büyük bir halk inkılabı yaşanacaktı.
Serbedâran hareketi veya Devleti olarak da adlandırdığımız bu siyasi kadro, ülkemizin tarih raflarında geniş yer bulamamakta maalesef. Başta tarihi kaynak çevirilerinin yetersizliği ve popüler figürlerin de ön planda tutulması; dipte kalan mercanların görüntüsünü bir hayli engellendiğinin sonucunu gösteriyor.
Serbedârilerin kurulma aşamasındaki temel dinamikleri, kıyamda sık sık adı geçen derviş ve şeyhlerin yani o toplumun ulema-ruhban kesimi olduğu unutulmamalıdır. Sadece İran değil Selçuklu hakimiyetindeki coğrafyalarda, mezhepsel adrenalin modern yüzyıldaki gibi devletlerin gölgesinde değil bizzat devletlerin tebaası pozisyonunda bulunan üçüncü sınıf halk; sosyal idari politikalarda merkez-sistem siyaseti içindeydi. Pek tabi halkların dini ve mezhepsel konularda apolitik davranması söz konusu değildi. Örnek olarak Serbedârilerin ruhani önderi Şeyh Halife’nin idamı, halk içinde yüksek bir infiale neden olduğu görülmüştür. Ayrıca Şii ve Sünni fraksiyonların birbiri ile çatışması ve halkın dinamik bir şekilde olaylara iştirak etmesi de bu dönemdeki dinsel havanın canlılığını açıkça göstermektedir.
Halk Hareketi
Birçok Devlet ismini kurucusundan, kabilesinden veya dinsel normlarından alır. Fakat az bir Devlet ismini ideolojisinden almaktadır. Genel manada devlet, evvelde hareket fonksiyonunda iken daha sonra tekçi teokrasiye dönüştüğü için hanedan kelimesinin lüzumu gösterildi belki de. Serbedârilerin isim menşei kendi hareketlerinin köklerindeki ideolojik fikirden gelmiştir. Farsça ‘’Serbedâr’’ kelimesi başını asmak anlamında yani korkusuzca başlarını feda edenler anlamı taşımaktadır. Devletşah, ismin menşeini anlatırken, zulme başkaldıran Başitin köyü halkının takke ve sarıklarını dar ağacına asıp, bunlara ok atmaları babından ‘’Ser-be-dâr’’ başları dar ağacında olanlar veya ‘’Serdengeçtiler’’ dendiğini aktarır. Her büyük olayın altında keskin bir sebep olduğu gibi bu türden hareketlerinde kendine özgü bir âmili olduğu açıktır.
Serbedâri hareketi İran’a bağlı Sebzevar’ın, o zaman ki ismi ismiyle Beyhak’a bağlı Başitin köyünde ortaya çıkmıştır. Hareketin ortaya çıkış tarihi hakkında kaynaklarda birçok farklılık olsa da genel görüş Hasan ve Hüseyin adlı iki kardeşin evlerine gelen Moğol askerlerinin yaptığı fenalıklara karşı onları imha etmeleri ile başlayan süreçtir. Hareket miladi 1337 yılında başladı. Hareketin kimler tarafından başladığı tartışmalıdır. Bazılarına göre kıyamı başlatanlar köydeki iki genç, bazıları da hem hareketi hem de devleti kuranın Abdürrezzak bin Fazlullah olduğunu dile getirir.
Hareket, siyasi olarak iki kanada ayrılır. İlk kanat, devletin ruhani yani dini önderlik alanında bulunan Şeyh Halife, Hasan Curi ve Derviş Aziz; ikincisi ise yani siyasi ve politik devlet kanadı Abdürrezzak bin Fazlullah, Emir Vecihuddin Mesud, Ay Timur, Kelu İsfendiyar, Kasap Haydar, Şemseddin Ali, Yahya Kerrabî, Pehlivan Hasan Damağani, Hâce Ali Müeyyed gibi siyasilerden müteşekkil olan guruptu.
Hareketten Devlete
Hemen hemen bütün kaynaklar devletleşmeye giden süreci, Sebzevar şehrinin Başitin köyünde cereyan eden olaya bağlar. Şöyle ki: Moğolların birkaç memuru Başitin köyüne gelir ve Hasan Hamza ve Hüseyin Hamza adlı iki kardeşin evine uğrayarak, onlardan yemek, şarap hatta kadın talep ederler. İki kardeş onların isteklerini yerine getirmemiş, bunun üzerine memurlar da zor kullanınca iki kardeş; “bizim bu rezilliğe tahammülümüz yoktur, bu yolda serden geçenleriz/Serbedâriyiz” diyerek Moğol askerlerini öldürürler. Daha önce Moğol hanı Ebû Sâid tarafından Kirman’a vergi memuru olarak tayin edilen Abdürrezzak b. Fazlullah Moğol hanının ölüm haberini duyunca ilk fırsatta Başitin’e gelmiş ve isyanın liderliğini kendi üzerine almıştır. Abdürrezzak, Hasan ve Hüseyin kardeşleri destekleyerek, gelen Moğol elçilerine bu kardeşlerin haklı olduklarını, elçilerin uygunsuz istekte bulunduklarını, bundan dolayı da öldürüldüklerini söylemiştir. Bunun üzerine Moğollar bölgeye ordu göndermiştir. Abdürrezzak halkı karşı koymaya çağırmış ve onlara şöyle demiştir: “kafalarımızı darağacında görmek rezil yaşmaktan daha iyidir.” Emir Abdürrezzak bin Fazlullah 1336 yılında Serbedâri Devleti’ni tesis ederek, kendi adına hutbe okutmuş ve para bastırmıştır. Taraftarlarının çoğalması ile birlikte Horasan’daki diğer bölgeleri kendi sınırları içine katmıştır. En nihayetinde halk kıyamı devlet olmayı başardı. Çoğu araştırmacı bu kıyamın klasik Orta Çağ isyanlarıyla benzeştirmesinin ilk nedeni, kıyamın içinde Moğolların maliye memurları olduğunu ve haksız vergi sistemine karşı isyan savını akla getirmek oldu. Fakat Serbedâriler, kendilerinin bile beklemediği ilginç bir hareketin içinde buldular. Daha ilginci ise pek az oluşumun başarabildiği; ufak bir konvansiyonel şart olmadan devleti kurmaktı.
Devrimsel hareket ve devletleşme sürecinin en başarılı isimleri Şeyh Halife ve Hasan Curi ise halk arasında İslami tebliğ ve Moğollara karşı siyasi örgütlenmenin başını çekmişti. Şeyh Halife’nin etki alanından rahatsız olan Moğollar halkın tepkisinden çekinmeyerek onu idam ettiler. Bu defa yerine müridi Şeyh Hasan Curi geçmişti. O da kısa süre içinde İslami akımın etki alanını genişletmiş ve Şeyhinin konsültasyon vazifesini alarak hareketin kısa sürede dışarıya taşmasına sebep olmuştu. Bu iki şahsın ortak özelliği, o dönemin en telaşlı anlarında bile teşkilatçılığa ve gizliliğe önem vermeleriydi.
Görüldüğü gibi örgütsel ve taktiksel halk hareketleri kendini bir anda bir akıma daha sonra harekete ve en sonunda da devletleşmeye bırakmıştır. Dervişlerin ve fedailerin bu gizli teşkilatı halk hareketlerine ve en sonunda bir devrime sürüklenme örneği yakın tarihte birçok defa yaşanmıştır.
Buraya kadar devletin ciddi fedakârlık ve mücadele örneği sergilediği görülmüş. Fakat akabinde her devlette olduğu gibi Serbedârilerin de çöküşü diğerlerinden farklı olmayacaktı. İskender’in kurduğu büyük imparatorluk, Hazreti Resul (s)’ün vefatından 50 küsur yıl geçmeden oluşan büyük ayrılıklar, Selçuklu ve Osmanlı Devletlerinin taht ve toprak uğruna kanlı saltanat kavgaları, Fransız Devrimi, 1917 Ekim Devrimi, Cumhuriyetin kuruluşu ve sonrası, İran İslam Devrimi vd. pek çok örnek verilebilir. Bir klişe deyim ile ‘’devrim kendi çocuklarını yiyordu’’. En keskin cevap olarak denilebilir ki: toprağın genişlemesi ile başlayan yüksek refahın, devlet bünyesinde oluşturduğu rehavete; vergi, idare ve de halk ile bürokrasi arasındaki yüksek uçurum bunun en somut ispatıydı. Öte bir açıklama ise yığılan sistematik sorunların sonucu, liyakatsiz bir kadronun doğmasıydı.
Saraylaşma ve yüksek hazinenin en yakın kişiler arasında bile kanlı mücadelelere sebep olduğu görülmüştür. En yüksek otoriteler sadece siyasi kadroya değil halka karşı sorumluluk vazifesi içindeydiler. Böyle olunca da en ufak bir hatada ikirciklikler baş gösteriyordu. Bürokrasi orduyu, ordu siyasi kadroyu, kral her ikisini en sonunda da halk hepsini hatadan sorumlu tutup cezalandırabiliyordu. Neticede aşağıda vereceğimiz şiddetli hanedan mücadeleleri çok kısa sürede devletin yok olmasına en sonunda da tarihin tozlu raflarında yer almasına neden olacaktı.
Profesyonel devrimci kadronun siyasi kanadı daha 5. yılında kadro içi tasfiyelere başladı. Bir savaş esnasında devletin ikinci hükümdarı Emir Mesut, Şeyh Hasan Curi olmak üzere dini kadroyu hileli bir suikast ile tasfiye etmişti. Bu dakikadan sonra dini kanat, devletin yıkılmasına yakın tekrar kendini gösterecek olan kısa süreli Derviş Aziz kıyamıyla gösterse de tamamen yok edilmişti.
Fakat şu var ki geri kalan kırk yıllık devletin siyasi arenasında müthiş kanlı iç çekişmeler baş gösterdi. Özellikle Pehlivan Kasap Haydar ve Hace Ali Müeyyed isimli iki şahsın kendi siyasi hırsları uğruna devleti kanlı iç savaşa sürüklemişti. Yorgun düşen devlet bürokrasisi sık sık taht değişikliğine gitmiş, bunun sonucunda, ilerlemeci program geliştirme ve kültürel aksiyon yaratmaya engel sorunlar türemişti. Bundan faydalanan Timur Devleti yayılma alanları arasına bu devleti dahil etmekte zorlanmadılar.
Sonuç olarak kısa sürede Moğolların valilik ve küçük bakiyelerini sivri halk kıyamları ile yenip daha sonra adını sadece İran’la kalmayıp Suriye ve Horasan’ın en ücra köşesine duyurmuş bir oluşumun sonucu dramatik bir şekilde son buldu. Öyle ki o dönemin Lübnan ulemasının liderlerinden Şehid-i Evvel (Şemseddin Muhammed Âmili) ile de fikir alışverişinde bulundular. Hatta bu dönemde Osmanlı’da (II. Murat Dönemi) kurulan zamanın en güçlü ordusu Yeniçerilerin ismini, Abdal Musa adında Horasan’dan gelen bir dervişin koyduğu da rivayetler arasındadır. Kısacası merkezi bünye içine hapsolmuş Üniter bir devlet yerine aksiyonel ve yayılımcı bir devlet oluşumu görülüyordu Serbedârilerde.
İslam tarihinin köşesinde kalmış 49 senelik bir devletin ciddi araştırmalar sonucu yeniden gün yüzüne çıkması bekleniyor. Bu alanda çok az sayıda araştırma mevcut olup Serbedâriler gibi halen yayın olmaya hazır, tarihin diplerinde yüzlerce siyasi oluşum mevcut. Bu ciddi bir tercüme faaliyeti ve donanımlı bir formasyonla tarih bilimine tekrardan katkı sunacağı kesindir.
Yunus Tenşi
Kaynaklar
Devletşah, Tezkiretü’ş-Şuarâ.
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi ‘’Serbedâriler’’ maddesi.
Hanifi Şahin, İlhanlılar Döneminde Şiilik.
İbn-i Battûta, İbn-i Battûta Seyahatnamesi.
Şahin Ahmetoğlu, ‘’Serbedâri Hareketi ve Temel Görüşleri
Not: 'Sizen Gelenler' kategorimize eklenen yazı ve şiirler herhangi bir editöryal süreçten geçmeden okurlarımız tarafından gönderildiği şekli ile verilmektedir.