Dinler, toplumların kültürlerini şekillendirmede insanlık tarihi boyunca temel belirleyici parametre olmuştur. İnançlar ve bir nevi bunların birer yaşanış şekli olan mezhepler de insanların düşünce kodlarını ve hatta kimliklerini kendiliğinden belirlediğinden mensuplarının (farkında olmasalar bile) bir teslimiyet ve temsiliyet içerisinde oldukları kesindir. Bu konumları itibariyle inançlarının birer görünümü oldukları aşikârdır ki tam da bu husus Müslümanın temsiliyet yükümlülüğünün neden bu denli önemli olduğunu gösterir. Zaten Sezai Karakoç’un İslam’ın Dirilişi ifadesinde kastettiği de Müslüman toplumların, Müslüman halkların dirilişidir, İslam ilkelerinin veya prensiplerinin değil.
Yani Müslümanlar bu medeniyet krizini medeniyet katili Batı’nın prensipleri ile değil ancak mensubu olduğu inancın ilkelerine tam bir sadakat ve bağlılıkla birlikte hakiki bir temsiliyet halinde aşabilir. Kendi düşünce teşekkülümüzü bilmeden olaylar üzerine düşünmek ve çözüm aramak bir fikir faaliyeti değil, ancak kötü bir taklit olur.
Bu bunalım halinin son bulması için hedef yeni bir medeniyetin doğuşunu gerçekleştirmek değildir. Amaç bir bütün halinde hayatın her sahnesine söylediği ve söyleyecek sözü olan medeniyet idrakimizi bu dönüşmüşlük halinden aslına çevirmektir. Müslümanca bakmak ve Müslümanca anlamlandırmak.
Bu noktada Sezai Karakoç’un İslam Medeniyeti için ‘yeni çağlar medeniyeti’ nitelendirmesi zannımca doğru bir ifade değildir. İslam Medeniyeti herhangi bir eski veya yeni çağ medeniyeti değil ve olamaz. İslam Medeniyeti zaman üstü, bütün çağları kapsayan bir hakikat ve yaşayış tarzıdır. Çünkü İslam dini ‘İslam’ adında yeni bir kimlik oluştursa da dayandığı tevhid inancı itibariyle Hz. Âdem’den beri var olan ve değişmemiş bir hakikattir.
Karakoç, İslam dünyasının içinde olduğu buhranın aşılmasını üç türlü bağımsızlaşmanın gerçekleşmesine bağlar. Siyasi, iktisadi ve kültürel bağımsızlık. Osmanlı’nın son dönemleri ile birlikte kitlesel bir aşağılık duygusu ve batı romantizmi Batı kültürüne adaptasyonu doğurdu ki ilkin iktisadi ardından siyasi ve en sonunda da kültürel bağımsızlığımızı kaybetmemize sebep oldu. Tüm bu neticelere rağmen Batılılaşmayı reddediyor olsak da batı tipi doktrin ve ideolojiler arasında yer ve yön bulmaya çalışmak da kafa karışıklığımızın boyutunu gösterir vaziyette.
Sezai Karakoç’un ‘’batılılaşma bitmiştir, iflas etmiştir’’ şeklindeki satırları kitabı yazdığı dönem için ne kadar gerçekçidir? Bugün için batılılaşmanın eğitim, ekonomi, hukuk, sinema ve edebiyat alanlarında hala taklit ve aktarıcı pozisyonundaki Müslüman toplumlar için devam ettiği söylenebilir.
Aktarmacılık, en belirgin şekliyle düşünce alanında kendini gösterir. Mektepler kendi düşünce kodlarımıza dayanarak bir ilim faaliyeti yürütmesi gerekirken, bilgiyi müsteşrik bir filtreden geçirerek bize sunuyor. Ezbercilik ve taklitçilik bataklığı düşünce bağımsızlığımızı yok etti. Düşüncenin taklidi yazarın ifadesiyle ‘’yalancı, yabancı ve sahte bir düşünme’’ biçimi doğurur.
Kavramlar bir topluluğun düşünme kodlarını oluşturan yapı taşlarıdır. Kavramların bulanıklaşması ise zihniyet karmaşası getirir ki bu tam olarak içinde bulunduğumuz haldir. Bu halden kurtuluş için bir çıkış kapısı arıyoruz ama hep batının fenerinin altında dolandığımız için bizi hakikatin ışığına kavuşturacak kapıyı bulamıyoruz.
İslam’ın bütün çağlar için diri olan gerçeklik değeri ve İslam halklarının şuur altlarının İslam özlemiyle dolması İslam insanının doğuşuna müjdedir. Yazarın ‘’yüreklerimiz inancın nuruyla aydınlanmış olarak Kuran’a doğru koşuyoruz’’ cümlesi edebi yönünün ötesinde yöntemi de içeriyor: Çağı kuran ve anlamlandıran Medeniyet ancak kendi köklerinin üzerinde yükselecektir.
Kitabın adı: İslam’ın Dirilişi
Kitabın yazarı: Sezai Karakoç
Türü: Düşünce
Yayın: Diriliş yayınları/35.baskı
Sayfa sayısı:68
Söz&Kalem – Feyzullah Çiftçi