Söz&Kalem Dergisi - Abdulhakim Çiftçi
Ekmeğin artık aslanın ağzında olduğu bir zamandı. 27. yaşına atıflar yapmaya başladığı, hayatın sırlı benliği ile bezenmiş evraklar ülkesinde bir manifestoya imza atmak istiyordu. Zarif siluetiyle modern bir veli olmaya kararlı ve istekliydi. Acıya karşı bağışıklık kazanmış, onca yaşanmış sancıya rağmen dünyaya geldiğine fevkalade memnundu. Esneklik melekesiyle vazgeçmeyeceği dostlar kazanmıştı. İçinde ukde kalan tecrübeleri duyarlı bir kalple bölüşmek istiyor fakat anlaşılamama sızısı buna müsaade etmiyordu. Bilge bir şahsiyet ile mevzu bahis deklarasyonuna şöyle başlıyordu:
‘’Efendim! Bu dönüşüm projesidir. Sânîyen bu bir parazit duygularla mücadele, sevk ve idare planıdır. Bu plana ancak kendi kültürüne karşı aidiyet duygusu hisseden ve aşağılık kompleksinden kurtulanlar uyabilir. Aksi halde başarıya ulaşma mümkün değildir. Bildiriye batı kültüründen başlamak gerekirse tanzimattan bu yana iki asır süren batı taklitçiliği ve özentisi bizi ancak köklerimizden koparan bir anti kültürdür.
Batılılar gibi yeme, onlar gibi içme, onlar gibi giyinme bizi kendimiz olmaktan çıkarıp, başkasının hâlleri ile hemhal olmaya götürür. Bu hal, apaçık bir çelişkiyi kendi bünyesinde barındırır. Zira insan, yaşadığı geleneğin çocuğu, içinde bulunduğu vaktin oğludur. Dolayısıyla bir an önce kendi özümüze dönmeli tabiri caizse kendi köyümüze tekrar dönüş sağlamalıyız. Küreselleşen dünya artık insanı bir metâya dönüştürdü. Tüketim toplumu artık insanı tüketim aracı olmaktan da çıkarıp tüketilen bir nesneye çevirdi.
İnsan bu düzende hep birileri tarafından yönetiliyor. Para ve gücü elinde bulunduran küçük bir kesim, milyonlarca insanı tek tuşla istediği yöne götürebiliyor. Sermayenin dengesiz dağıtıldığı bu emperyalist düzende masanın etrafına oturan bir kaç kalın enseli insan, diğer bütün insanları bir çöp değerinde görüyor. Bu düzende hukuku katleden hukukçular, entelektüel züppeler, milli soyguncular at koşturmakta; bilimsel cübbeliler, sosyete mikropları ve sermaye sülükleri olta atmaktadır. Büyük firmalar bu düzende fiyatını iki katına çıkardığı ürünü muhteşem cuma angaryasıyla aklı kıt insanlara kolayca satmaktadır.
İhtiyacı olmadığı halde ürün aldıran ve ürün alan insanlar, geçici mutluluk pozlarını cesurca vermektedir. Hiç bir zaman ortalıkta bulunmayan bu sömürgeci güçler, toplumu sistem üzerine güdüyor, ince bir işçilikle fark ettirmeden gönüllü kölelik yaptırıyor. Sürekli tüketme üzerine kurulu bir çark devir daimini aralıksız yapıyor. Sistem, insanı önce borçlandırıp sonra ödettirmek için daha fazla çalıştırıyor. Adam kayırma artık had safhaya ulaşmış durumda. Tabii bilimler artık tabiata hükmetmekte, sosyal bilimler artık topluma tahakküm kurmaktadır. Doğayı yenmek artık bir amaç olmuş, insanı katletmek artık bir hedef olmuştur.
Her şeyin bir lobisi ortaya çıkmış, buna mukabil her şeyin bir fobisi ortaya çıkmıştır. Artık dünya cüretkar davranışların olduğu bir ring alanına dönüşmüş durumda. Gerçeklik algısı yerini illüzyona bırakmış, Hakikatin yerini vehimler almıştır. İnsanın serüveni vefattan cenazeye, cenazeden ölüye, ölüden ex olmaya evirilmiştir.
Oda numarasıyla tanımlanıp ex tabiri ile ölen insanın adı dahi kalmamıştır. İnsanı çevreleyen parazit duygular içten içe onu yontmaya başlamıştır. Sınanmamış insanlar hayat hakkında çok cesur konuşur hale gelmiş, masumu olduğu günahı işler duruma düşmüştür. Vesaire, vesaire, vesaire...”
Böylesi uzun uzadıya giden sistem eleştirisi üzerine bir bildiriye çözüm reçetesi imzalıyor, kendince kurtuluş yolları arıyordu. Emek hırsızlığı, kötü hizmetten memnuniyeti ve bilhassa batının gözünden tanımlanmayı reddediyordu. Niyet ve menfaati aynı cümlede bir araya getiremiyor, kimseyi kırmamak adına özünden uzaklaşmak istemiyordu. Ruhlar pazarının müdavimi olduğu halde eli boş dönmeyi ve gece boyu sayıkladığı şeyi izzet-i nefis meselesi haline getirmeyi özellikle istiyordu.