Söz&Kalem Dergisi - Ahmet Karaduman
Bazı kavramlar zaman içerisinde anlam kayması yaşamakta ve eskiden barındırdığı anlamdan daha farklı anlamlar taşımaktadır. Bu olgu kadim dillerde daha fazla yaşanmaktadır. Özellikle vahye veya büyük bir değişim yaşamış toplumlarda bu daha sık görülür. Çünkü kavramlar eğer anlamları yazılı metinlerde muhafaza edilmezse süreç içerisinde o dili konuşanların yaşayacakları olaylar, kavramlar üzerinde etki oluşturur. Böylece belirli değişimlerin oluşmasına zemin hazırlar..
Bu değişim her zaman kötü olay ve süreçlerden doğmaz. Örneğin Arapça, İslam dinin dili olmasından kaynaklı bazı kavramlar dini bir anlama bürünmüş olsa da eski manalarını muhafaza ediyor ve dil erbabı onu kullanıyor.
Her kavram ve kelimenin bir tanımı vardır. Tanım ise o kavramın söyleyen ve işiten kişi de oluşturduğu olgudur. Onun için insanların kavramlar üzerine bir tartışma yaratması ve bununla zihinler bulandırması mantikî bir tutum ve davranış değildir. Örneğin, mantık ilminde tartışan veya münakaşa eden kişiler eğer bir kavram üzere tartışıyorsa, o kavramın her iki taraf için aynı anlamı ifade etmesi gerekir. Yoksa bugün ekranlarda sıkça şahit olduğumuz tartışmalara dönüşür.
Bugün bazı art niyetli insanlardan İslamî bazı kavramlarla ilgili de aynı ifadeleri ve söylemleri duyuyoruz. Özellikle bazı zamanlarda ‘’Şeriat’’ kavramı bu tartışmaların en önemli olanını teşkil ediyor.
Bu ay ki yazımızı da özellikle bu kavramın etimolojik yönünü ve süreç içersin de Kur’an’ın ve İslam külliyatının kazandırdığı anlamı ele alacağız.
Sözlükte “bir yöne doğru açılarak uzayıp gitmek, açık olmak; açık hale getirmek” anlamlarındaki şer‘ kökünden türeyen şeriat, (çoğulu şerâi‘) ve şir‘at kelimeleri “insanların ya da hayvanların su içtiği, açıkta olan ve kesilmeyen akarsu; bu suya giden yollar” mânalarına gelmektedir.[1] Araplarda daha önce bu kelimeyi gündelik hayatlarında bu anlamıyla kullanırlardı.
Şeriat ve bu kelimenin yalın veya farklı türevleri, Kuran-ı Kerim de beş yerde kullanılmaktadır. Maide süresinde “Sizden her biriniz için bir şeriat ve (onu) uygulama yöntemi belirledik”.[2] Ayeti kerimenin siyakına baktığımız da burada ki ‘’Şeriat’’ kavramının Allah’u Teala’nın peygamberleri vasıtasıyla göndermiş olduğu hükümlerin tümü olarak anlaşılmaktadır.
Şura süresinde ise şöyle ifade ediliyor: “Allah dinden Nuh'a tavsiye buyurduğu şeyi sizin için de bir kanun yaptı ve (Ey Muhammed!) sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye buyurduğumuzu da şeriat kıldı”.[3] Bu ayeti kerime bir önceki ayeti kerimeyle aynı anlamı ifade etmektedir.
Yine Şura süresinde bir önceki ayetlerde geçen anlamı güçlendirme noktasında da Şeriat kavramı şu şekilde ifade ediliyor: “Yoksa onların, Allah’ın izin vermediği şeyleri kendileri için dinin koyduğu şer’î bir kural haline getiren (Allah’a) ortak yaptıkları güçler mi var?”.[4] Buradaki ayeti kerime de Şeriat kavramı hüküm verme anlamında kullanılarak, Allah dışında kimsenin hüküm verme yetkisinin olmadığı anlamı çıkmaktadır.
Casiye suresinde de şöyle buyurulur: “Son olarak seni de, evrensel buyruğun parçası olan bir şeriat üzere kıldık”. Bu ayeti kerimede de Allah’u Teala’nın göndermiş olduğu peygambere hitaben onu bir kaide ve kuralı olan bir inanç üzere gönderdiği ifade ediyor.
Araf süresinde de Şe’re’â fiili farklı bir kalıpta gelip “sürüler şeklinde” anlamında kullanılmıştır.
Şeriat kavramı, Kur’an-ı Kerim de bu şekilde kullanılıyor. Ve daha çok Allah’ın peygamberlerine göndermiş olduğu kurallar bütünü olarak kullanılmıştır.
Hadisi şeriflerde de bu kavram birkaç yerde kullanılmış ve kural, adet manalarında kullanılmış.
Şeriat kavramı, Fıkıh ve Usulu’l Fıkıh eserlerinde ilk asırlarda sık sık kullanılmamışsa da, sonraki süreçlerde sık kullanılmaya başlanmıştır. İmam Şafi, er-Risale eserinde Şeriatın çoğulu kullanmış ve sonraki ulema özellikle 4. asırla beraber kullanımı yaygınlaşmış.
Usul ve fıkıh eserlerin de Şeriat şu şekilde tarif edilmiştir: “Allah’u Teala’nın insan oğluna indirmiş olduğu hükümler bütünüdür”. Bu hem değişken hem de sabit hükümleri barındırır. Süreç içerisinde bazı alimler Şeriatı sabit, Fıkhı ise değişken hükümler için kullanmıştır. Özellikle Usulu’l Fıkıh eserlerinde “Edilletü’l Şeri’a” Şeriat’ın delilleri ifadesi çokça kullanılmıştır.[5]
İslam külliyatı bu kavramla dolu ve kullanıldığı anlam otururken, bu kavramları farklı mecralara çekmek abesle iştigaldir. Ardında ya kötü niyetli insanlar vardır ya da kötü niyetli insanların emellerine alet olmuşlar.
Kuran-ı Kerim de ve sahih sünnette kullanılmış bu -İslam, Şeriat ve Din- kavramlara farklı anlamlar yüklemeye çalışmak, bu dinin özünden bir şey değiştirmez. Bu her üç kavramda genel anlamda aynı manaları barındırmaktadır. İslamcı aynı zamanda hem Şeriatçı hem de Dindardır. Bu kavramlar birbirinden ayrılamayacak kadar sıcak bir bağ içindedir.
Ayeti kerime onların durumu şöyle izah ediyor:
(Kaldı ki) ne onlar ne de ataları, bu konuda (sahih) bir bilgiye sahip değildirler; ağızlarından öylesine çıkmış pek dehşet bir söz bu: onlar bunu demekle sadece yalan söylemiş oluyorlar.[6]
Ey Allah’ım bizlere hidayet verdikten sonra, delalete uğrayanlardan eyleme!
AMİN.