Söz&Kalem Dergisi - Muhammed Soner Uçar
Kayserinin semalarında, narin bir morlukla mavinin birbirine karıştığı, günün yorgunluğunu taşıyan bir akşam vakti…, taş binaların siluetleri loş ışıklarla yumuşarken. Gökyüzünde ilk yıldızlar usulca göz kırpıyor. Sanki zaman yavaşlamış, şehrin üzerine narin bir sükûnet örtüsü serilmişti. Bu sakin ve huzurlu atmosferde, insanın içini bir hüzün kaplıyor; çünkü çok uzaklarda, bu dinginliğin tam zıttı bir coğrafyada koyu bir karanlık hüküm sürüyordu. Orada, her yeni gün umutsuz bir bilançoyla başlıyor, taze canlar acımasızca toprağa düşüyordu. Enkaz yığınları altında yitip giden sadece bedenler değil, aynı zamanda yeşeren hayaller ve geleceğe dair tüm umutlardı.
Filistin... Bu isim dahi yüreklerde derin bir sızıya, gözlerde yaşlı bir buğuya ve tarifsiz bir direnişin buruk hatırasına dönüşüyordu. O mukaddes topraklarda doğan çocuklar, gözlerini açtıkları andan itibaren savaşın çirkin yüzüyle, bitmek bilmeyen kuşatmaların kasvetiyle ve sürekli kayıpların acı gölgesiyle büyüyorlardı. Henüz oyun çağındayken kulaklarını yırtan bomba sesleriyle irkiliyor, okul sıralarında en sevdiklerinin yokluğunun derin yasını tutuyorlardı. Minik bedenleri, dünyanın devasa ve acımasız sorunlarının ezici ağırlığını taşıyordu.
Ve dünya... Çoğu zaman bu çaresiz feryatlara sağır kesiliyor, acı haberler bültenlerde soğuk birer istatistik, anonim birer rakam olarak geçiştiriliyordu. Oysa her bir kayıp, yitirilen bir hayaldi, yarım kalmış bir umuttu, kopan sımsıkı bir sevgi bağıydı. Bir annenin şefkatle büyüttüğü evladı, bir babanın yorgun omuzlarına yaslandığı dayanağı, bir kardeşin haylaz ama biricik can yoldaşıydı. İçimizi kemiren sessizliğimiz, bu tarifsiz kayıpların üzerini örten kalın, gri bir kefen gibiydi. Alışkanlığın verdiği umursamazlık, çaresizliğin yarattığı atalet ya da bilinçli bir görmezden gelmenin ördüğü aşılmaz duvar.
Neden bu derin sessizlik? Yüreğimizi saran korkudan mı, yoksa ruhumuzu esir alan ilgisizlikten mi? Sebep ne olursa olsun, bu vicdansız sessizlik en derinimizde bir kanayan yara açmalıydı. Çünkü insanlık, bir coğrafyada yaşanan zulme kayıtsız kaldığında, kendi varlığının en kıymetli özünden de bir parça yitirirdi. Filistin'de toprağa düşen her masum çocuk, aslında insanlığın ortak vicdanında kapanmaz bir yara açıyordu. O taze yara kabuk bağlamadan, her geçen gün yeniden kanıyordu.
Belki bizler, bu kanayan yaraya doğrudan bir merhem olamasak bile, o çaresiz feryatları duyabilir, o derin acıyı kalbimizde hissedebilir ve sessizliğin karanlığını bir nebze olsun aralayabilirdik. Belki bir sosyal medya paylaşımı, belki içtenlikle yazılmış bir yazı, belki de göğe yükselen samimi bir dua... Küçük gibi görünen her eylem, sessizliğin ağır zincirlerini kırmak için atılmış anlamlı bir çaba olabilirdi. Unutmayalım ki, en zifiri karanlık gecenin ardından bile umutla beklenen bir şafak söker ve o şafağın aydınlığı ancak hep birlikte sesimizi yükselttiğimizde daha parlak ve kuşatıcı olacaktır.
Kayseri'nin dingin atmosferinde bu satırları kaleme alırken, kalbim Filistin'deki derin acıyla birlikte çarpıyor ve biliyorum ki dünyanın dört bir yanında bu kahredici sessizliğin ağırlığını hisseden milyonlarca insan var. Belki de bu yazı, o sessiz çığlıkların uzak bir yankısı olur, belki de birilerinin hassas yüreğine dokunur ve o buz gibi sessizliği kırmak için minicik bir kıvılcım çakmasına vesile olur.
Ey sessizliğe bürünen dünya! Lütfen bu acı feryatları duyun, akan o masum kanı görmezden gelmeyin. Unutmayın ki, yitirilen her bir can, başlı başına bir evren değerindedir. Ve şunu asla aklımızdan çıkarmamalıyız ki, tarih sadece kahramanları değil, sessiz kalanları da acımasızca yazar. Bugün Filistin'de yaşanan bu büyük trajediye karşı sergilediğimiz bu derin sessizlik, gelecekte yüzümüzü kızartan bir utanç vesilesi olacaktır. Sessiz kalmak, zulme dolaylı bir onay vermektir; susmak, işlenen suça ortak olmaktır. Oysa bizler, insanlığın en temel değerlerine sımsıkı sarılarak, Filistin'de yitip giden o değerli canların anısına, sessizliğin koyu karanlığına karşı küçük de olsa bir umut ışığı yakmalıyız.
Baharın rüzgârı yüzüme dokunurken, kalbim Filistin'de hüküm süren derin sessizliğin ardındaki çığlıkların yankısıyla dolup taşıyor. Gönlümden geçen en büyük arzu, o toprakların yeniden zeytin ağaçlarının gölgesinde barışın yeşerdiği, çocuk seslerinin sokaklarda neşeyle yankılandığı ve kadim Kudüs'ün tüm inançlar için huzurlu bir sığınak haline geldiği bir geleceğe kavuşması. İşte o güne dek, bu sessiz feryatlara kulaklarımızı tıkamayacak, onların acı dolu sesi vicdanımızın pusulası olmaya devam edecek. Yüce Allah'ım, kalplerimizi Filistin'deki kardeşlerimizin derin kederiyle yoğur; onlara metanet, sabır ve umut ışığı bahşet. Bu zulmün bir an evvel son bulması için bizlere bilgelik ve cesaret ihsan eyle. Dünyanın dört bir yanındaki iyi niyetli insanların kalplerini birleştirerek barışın ve adaletin yeniden canlanmasına vesile ol. Hayatını kaybeden masum canlara rahmet eyle, yaralılara şifa ver. Bizleri bu büyük acıya karşı sessiz ve duyarsız kalmaktan muhafaza eyle. Âmin.