Söz&Kalem - Abdurrahman Cahit
Ben kötülüklere iyilik saçarım.
Bu ceza olur
İyiliklere iyilik
Kötülüklere kötülük
Yapacak kadar güçlü ve seraplı olamam[1]
Yazımızda edebiyatımızda özel bir yeri olan ve medeniyetimizi besleyecek özgün düşüncelere sahip bir şahsiyet üzerine yazılan eseri değerlendireceğiz. Adem Polat tarafından kaleme alınan eser, girişinde Sezai Karakoç’un biyografisini sunmaktadır. İkinci bölümde Karakoç’un düşünce yapısını, çok emekler verdiği “Diriliş” dergisini konu almıştır. Karakoç’un “İnsan ve İslam”, “Poetika ve Metafizik” üzerine düşünceleri de bu eserin sunduğu konulardandır.
Eser Hakkında: Diyanet İşleri Başkanlığı yayınları tarafından kültür dünyamıza kazandırılan eser Doç. Dr. Adem Polat tarafından kaleme alınmıştır. Kitap 215 sayfadır. Konu başlıkları altında İslam düşünürü ve şairi Sezai Karakoç bizlere tanıtılmıştır. Kitap, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Sezai Karakoç üzerine yayımladığı üç eserden birisidir. Bu eserlerin tamamının onun vefatından sonra yayımlanması ise düşünce dünyamıza etki eden şahsiyetlerin bizlere tanıtılması adına zamansal ve niteliksel bir eksikliğidir.
Sezai Karakoç hakkında konuşmak, gönülde farklı duyguları karmaşık şekilde taşımadan olmuyor açıkçası. Çünkü farklı diyebileceğimiz bir hayatı olanlardan kendisi. Yokluk ve kıtlık içerisinde geçirilmiş bir çocukluğun bereketli şekilde okuması, İslam düşüncesindeki özgün duruşu… Memuriyet hayatı ama aynı zamanda gönülde bir tür yakalanmamış bir istikrar. Belki de “yedi güzel adamın” en büyük özelliği bu dünyaya ait olmamalarıydı. Her birisi yediveren başak gibi güzelliği bereketle yaydı. Sonrasında da “o güzel insanlar güzel atlara binip gittiler.(Yaşar Kemal).
Bugün ortaokul ve lise dönemlerindeki gençlerimizin okumaktan çabuk sıkılmaları bir sorundur. Ama okurlarımızın da zihinlerinde bazı ön yargısal engeller bulunmaktadır. Eğer Sezai Karakoç bizim için örnek şahsiyetse ve onun yürüdüğü yol, Müslüman kişiliğin olgunlaşmasına katkı sunan bir yolsa o zaman, daha ortaokul yıllarında kendisinde başlayan okuma sevdasını ve lise dönemlerinde baştan sona zevkle okuduğu Batı edebiyatını ve klasikleri meselesini göz önünde bulundurmamız gerekir.
Bu noktada Sezai Karakoç tek değil. Müslümanca edebiyatın ve düşüncenin kalitesinin artırılması noktasında emek veren kişilerin tamamı, hayatlarına okuma kültürünü yerleştirmişlerdir. Batı edebiyatını çöpe atmamış, klasik metinleri okumuşlardır. Bizim bugün Batı klasiklerini okumaya karşı yüzlerimizi buruşturmamız ve önyargılarımızı kıramayışımız ise kendi sorunumuzdur.
Karakoç’un hayatı maddi imkansızlıklar ve nasibinin izinde manevi bir bereketin içerisinde geçer. Bursluluk sınavını kazanmak zorundadır; hayatında kaloriferli bir okulda okumak için. Üniversite için İslami ilimler bölümünün okumak ister ama maddi imkansızlıklar önünde engeldir. Siyasal bilgiler fakültesine bursla girer ve orada derslerini geçecek kadar bir çalışmaktan kalan zamanını, okumaya ve İslam dünyası üzerine kafa yormaya ayırır.
Kitap, Karakoç’un düşüncelerini ve özellikle şiirlerini oluştururken gelenek ve modernite üzerinden nasıl bir zemin yakaladığını “ Şiir ve Gelenek” bölümüyle konu almıştır. Karakoç, üslup ve ana fikir açısından özgün bir şiir oluşturmuştur ve bu durumu da şiirine hâkim kıldığı metafizik ruhla sağlamıştır. Metafizik ruh, öz itibariyle eserlerindeki ana düşüncenin bu dünyadan öte bir yere ulaşmasıdır. Söz sanatları bu açıdan mesaj için araçtır.
Eğer Sezai Karakoç’un yüreğindeki büyük sızıyı, ümmetin yeniden dirilişi meselesini iyi anlayacaksak ve onu bütün bir hayatındaki manevi yüküyle öğreneceksek, örnek alacaksak; aynı zamanda Karakoç’ta istikrarlı bir hayatın çizgisel yayılımlarını da iyi görmemiz gerekir. Hayatının son çeyreğindeki durağan ve kendini kenarda oturmaya alıştıran Sezai ise ayrıca değerlendirilmeye açıktır. Şairin düşünce titizliği, şiir üzerine derinleşmiş bir gönül ve akademik olarak çalışılan meseleler Karakoç’un külliyatında bizi bekliyor.
Sezai Karakoç bir şairdir. Kendi tarihimizde ölçü-kafiye ve anlam olarak değişik şiir oluşumları arasında onun durduğu yer ne körü körüne bir gelenekçi tutum değildir. O geçmişe bugünün penceresinden bakabilmiştir. Karakoç, yaşadığı dönemin parıltı olarak gösterilen Batı taklitçiliğine ve düşünceyi ithal etme girişimlerine de karşıdır. Bu açıdan o gelenekçi ya da modernist olarak kategorileştirilemez. O geçmişten anlam açısından bizi besleyecek damarları yakalayabilmiştir. Şiirlerinde kullandığı üslup insanı yoran ve ağır nitelikte değildir. En önemlisi Karakoç, yazarın vurgu yaptığı üzere bir İslam metafiziği şairidir. Onun şiirleri bugünden ve 21.yüzyılın insanından uzak değildir. O, şiirlerini okuyan her insana bir mesaj vermektedir. Onun şiiri bu açıdan Polat’ın ifade ettiği niteliğe çok uygundur: Vazifeli bir şiir.
İslam’ın şairi olmak, bu medeniyetin tarihini ve kimliğini şiir yoluyla aktarmak, metaforlar aracılığıyla zihin ve gönül dünyalarını güzelleştirmek ise dinimizde teşvik edilmiştir. Şiire karşı salt olumsuz bir bakış açısı aslında bizde önyargılardan ve dinimizi doğru anlamadığımızdan kaynaklanan bir tutumdur. Şiir yazmaya ve okumaya boş bir eylem olarak bakmak, bu dinin güzelliklerini özgün bir üslupla ve çok daha derin hissedilecek duygular üzerinden ifade etmeye engeldir. Sezai Karakoç’un şiiri vazifeli bir şiirse, bu yol da Müslüman karakteriyle yürünüldüğünde hakikat için hareket eden bir araç olacaktır.
İslam’ın metafizik şairi olup da Batı düşüncesiyle bir münakaşaya girmemek olmazdı elbette. Batı dünyasının tarihi, aydınlanma dönemiyle beraber materyalizme sımsıkı bağlanışı Karakoç için İslam medeniyeti adına reddettiği tutumlardır. Körü körüne “biz ve onlar” şeklinde bir tutum almak değildir bu. Batı’nın tarihini bilmek önemlidir. Edebiyatı takip edilmelidir. Bir genel kavrayışın sonunda ise Karakoç için Batı, metafiziği içerisinde barındırmayan, pragmatizmi her yerine bulamış ve öteki denilen, kendisinden olmayana karşı dışlayıcı, onu kendi refahı için ezen bir medeniyettir. Bunun karşısında Karakoç’un kendisini ait gördüğü medeniyet İslam medeniyetidir. Bugün İslam medeniyeti karmaşıklığın ve sefaletin içerisinde olabilir, fakat özü itibariyle o, insana saadeti ve erdemi getirmiştir. Ve yine bugün bu özü yakalayabilmek, canlandırabilmek yani -dirilmek- temel gayedir.
[1] Sezai Karakoç, Gün Doğmadan.