Söz&Kalem Dergisi - Selman Akman
Geçmişten günümüze kadar var olagelen şiddet, bireysel ve toplumsal bazda etkileriyle tarihte hep izler bırakmıştır. Şiddet olgusu fiziksel, psikolojik, sözel, imgesel ve düşünsel gibi çeşitli biçimlerde farklı coğrafya ve toplumlarda karşımıza çıkmıştır. Ortaya çıktığı her yönüyle şiddet, hem bireylerin hem toplumların hem de ülkelerin birbiriyle olan ilişkilerini etkilemiş ve şekillendirmiştir. Şiddet kimi zaman bir savunma aracı, kimi zaman bilinçli bir şekilde bir yıkım aracı, kimi zaman da meşru bir saldırı aracı olarak görülmüş ve kullanılmıştır. Bu bağlamda farklı boyutlarda eylemlerle, sözlerle, kanunlarla veya susup görmezden gelinerek işlenen şiddet, bireyleri ve toplumları yıprattığı kadar, insanı insan yapan unsurları da zedelemiştir. İnsanlığımızın onurunu ve bizi biz yapan ahlaki unsurları kaybetmemek için şiddetin ne olduğunu iyi bilmek gerekir. Şiddetsiz bir dünya mümkün mü? Bunu öğrenmek için şiddeti ortaya çıkaran unsurları bilmek ve iyi anlamak lazım. Şimdi bu unsurlara değinmeye çalışacağız.
İnsan Doğası ve Şiddet
İnsan, doğası itibariyle içinde birçok duygular barındırır. İnsan doğasındaki bu duygular, bireylere seçimler ve eylemler yaptırır. Peki şiddet bu insan doğasının bir parçası mıdır? İyi ve kötü, doğası itibariyle insan özünde bunlardan hangisi daha baskındır? İnsan hayatta kalmak için mi saldırganlaşır ve şiddete başvurur, yoksa şiddeti öğrenerek bunu davranışlarına mı yansıtır?
Thomas Hobbes, şiddetin insanın doğasında var olduğunu öne sürer. Hobbes’a göre haset, saldırganlık, kin ve bencillik gibi duygular insanın doğasında var olan ve onun özünün bir parçası olan hasletlerdir. Bu doğasından dolayı insan, çıkarlarını savunmak ister ve bu da çatışmayı beraberinde getirdiği için şiddet kaçınılmaz olur. Hobbes bu durumu ‘’herkesin herkesle savaşı’’ olarak nitelendirir. Bu nitelendirmesiyle Thomas Hobbes, şiddeti insanın birebir doğası ve özü olarak kabul eder.
Jean-Jacques Rousseau ise, Hobbes’un tam aksini iddia eder ve insanın doğası itibariyle iyi ve barışçıl olduğunu, insanın bu doğasını bozanın ve yozlaştıranın toplum olduğunu ileri sürer. İnsan toplum içinde sosyalleştikçe doğası bozulmaya başlar ve insanın doğasında şiddet kendini gösterir. Rousseau’ya göre, bireyin doğasının yozlaşmasının önüne geçip şiddeti ortadan kaldırabilmek için öncelikle toplumsal bir değişime ve iyileşmeye ihtiyaç vardır.
Sigmund Freud ise, şiddeti insanın hem doğasına hem de psikolojisine bağlar. Ona göre insan psikolojisi insanın içindeki ‘’ölüm dürtüsü’’ ile etkilenir. Bu dürtünün etkisiyle psikoloji değişime uğrar ve hem kendine hem de diğer insanlara karşı şiddet eğilimleriyle bu dürtü kendini göstermeye başlar.
İslam ise, insanın doğasında hem iyilik hem de kötülüğün olduğunu vurgular. Kur’an, insanın ‘’ahsen-i takvim’’(Tin/4) olarak yani ‘’en güzel biçimde’’ yaratıldığını vurgular. Yine Kur’an, insanı ‘’zalim ve cahil’’(Ahzab/72) olarak tabir eder. İnsan doğası itibariyle en güzel biçimde yaratılmış, bu doğasına hem iyilik hem de kötülük yüklenmiştir. İslam, insanın bu güzel doğasını muhafaza etmenin yolunu ‘’nefis ve irade terbiyesi’’ olarak açıklar. Yani insan her ne kadar doğasında kötüye sahip olsa da bunu eyleme dökmesi gerekmez. İnsanın doğasında bulunan saldırganlık ve bencillik insanı kötüye yani şiddete sürükleyerek ‘’zalim ve cahil’’ yapıyorsa o halde insan, nefsini bunlardan arındırıp iradesini kötülükten uzaklaştırarak şiddete sürüklenmekten uzak kalabilir.
Böylelikle ‘’ahsen-i takvim’’ olarak yaratılan doğasını muhafaza etmiş olur. Şems suresi 9. Ayette ‘’Özünü temizleyen kurtuluşa erer.’’ buyurularak insanın doğasının bir parçası olan ve kötülük işleyerek insanı hem kendine hem de başkalarına karşı zalim yapan nefisten arınmanın kurtuluş getireceği vurgulanmıştır. Şüphesiz böyle bir arınmanın sonucu şiddetsiz bir dünyada yaşamak olacaktır. Çünkü her ne kadar kötülük insanın doğasının bir parçası olup insanı şiddete sürüklese de bencillik, haset, kin ve saldırganlık gibi kötü hasletlerden arınmış bir nefse sahip olmak, şiddetten yoksun olmak demektir. Şiddetten yoksun olmak barışçıl, şiddetsiz bir dünyada hayatını sürdürmek demektir.
İnsan ‘’ahsen-i takvim’’ olarak yaratıldığı için doğası itibariyle daha çok iyi ve güzel olana yakındır. Zamanla çevresi yani toplum onun bu doğasını bozabilir. Bunun sonucunda da birey kötülüğe yani şiddete meyletmeye başlar. İşte bu yüzden İslam ‘’ İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun, işte kurtuluşa erenler onlardır.’’(Al-i İmran/104) buyurarak bireyin doğasını ve nefsini ıslah etmeye önem verdiği kadar toplumun da ıslah edilmesine önem verir. Böylelikle hem bireysel hem de toplumsal olarak kötülükten arınmış, doğası temizlenmiş insan, saldırganlık ve şiddetten uzaklaşmış olur. Yani şiddetsiz bir dünya böylelikle mümkün hale gelir.
Güç Arzusu ve Şiddet
Dünyada şiddeti doğuran bir diğer unsur ise güç arzusudur. Güç arzusu hem bireysel hem de kitlesel şekilde kendini gösterir. Kişi etrafındaki bireylerden daha üstün, daha güçlü olmak ister ve bu güç arzusu onu diğer bireylere karşı saldırganlaştırarak zamanla şiddete başvurmaya yöneltir. Yine toplumlar ve devletler diğer toplum ve devletlerden daha üstün olmak isterler ve bu güç arzuları yüzünden savaşlar patlak verir ve şiddet kaçınılmaz olur. Bu meyanda güç ve şiddet olgusunu yeniden tanımlamak gerekiyor.
İnsan zihni, güç sahibi olmak ile şiddete başvurmayı aynı kefeye koyar. Oysaki güçlü olmak demek saldırganlaşmak, kötülüğe başvurmak ve şiddet uygulamak demek değildir. Bireysel ve toplumsal olarak güç arzusunu kuvvet sahibi olunca kendi dışındakilere saldırmak, zayıfları ezmek, yakmak, yıkmak ve yok etmek olarak kodlamış durumdayız. İşte burada İslam'ın hayat veren farkını ve duruşunu görüyoruz. İslam, güç sahibi olanlarla beraber her bir bireyi uyarır. İslam güç sahiplerine ve her bireye şu hatırlatmaları yapar: ‘’Muhakkak ki Allah, adaleti, merhameti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder. Çirkin işleri, kötülüğü, zulmü, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.’’(Nahl/90)
Güç arzusuna sahip olmanın çözümü ihtirastan uzak durup adalet sahibi olmaktır. Gücü elinden bulundurup şiddet uygulamaktan kaçınmanın yolu merhamet sahibi olmaktır. Adalet, merhamet ve hoşgörü gibi güzel hasletlerle doğasını koruyan, nefsini arındıran ve iradesini sağlamlaştıran bireylerle ve toplumlarla şiddetsiz bir dünya kurmak ve içinde yaşamak mümkün.
İnsanın doğasında kötülük mü var? Sorun değil. Toplum insanın doğasını yozlaştırıp saldırganlaştırıyor mu? Sorun değil. İnsan güç arzusu yüzünden şiddete mi başvuruyor? Sorun değil. Bütün bunların çözümü insanları adalet, hoşgörü, takva, ihlas, isar, merhamet ve muhabbet gibi en güzel hasletlerle ihya ve inşa eden, İslam'ın hayat veren nizamına tabi olmaktır. Nasıl ki Hz. Muhammed (s.a.v) İslam’ın bu güzellikleri ile insanları ihya edip asr-ı saadet dönemini inşa ederek şiddetten uzak bir dünya kurmuşsa, yine bugün de İslam’ın bu güzellikleri ile şiddetsiz bir dünyada yaşamak mümkün.
Rabbimiz! Bizleri şiddete değil, adalet ve merhamete meyleden kullarından eyle.
Rabbimiz! Başta Gazze olmak üzere zalimlerin şiddetine maruz kalan bütün İslam beldelerini şiddet ve zulümden azade kıl.
Vesselam…