Söz&Kalem Dergisi - Zeliha Gürceğiz
2 Nisan vefat yıldönümü olması hasebiyle hakikat ve ihlasın bu nurlu yolcusu da anılmaya layık görülmüştür. Makamı âli olsun…
Zübeyir Gündüzalp, 1920 yılında Gaziantep’in İslahiye ilçesinde dünyaya gelmiştir. Asıl adı Zübeyir Binici’dir. Küçük yaşlardan itibaren dini ilimlere ilgi duymuş ve bu alanda kendini yetiştirmiştir. Genç yaşta Risale-i Nur Külliyatı ile tanışması, hayatının seyrini kökten değiştirmiştir. Bu tanışıklık, onu Bediüzzaman Said Nursî’nin en yakın talebelerinden ve dava arkadaşlarından biri haline getirmiştir.
Zübeyir Gündüzalp’in en önemli yönlerinden biri Risale-i Nur’un kurumsallaşması için gösterdiği gayrettir. Özellikle İstanbul’da yürüttüğü faaliyetlerle, Nur hizmetinin şehirleşmesi ve gençlere ulaşması adına birçok adım atmıştır. Nur Talebeleri arasında bir düzen ve disiplin oluşturmak için çalışmıştır. Onun bu istikrarlı ve tertipli çalışması, tarihin en zorlu ve meşakkatli devirlerinden bir devirde böylesi yüce bir ilmi ve İslami hareketin tanınıp büyümesinde rol oynamıştır.
1940’lı yıllarda Risale-i Nur hizmetine aktif olarak katılan Gündüzalp, özellikle Eskişehir ve Denizli mahkemeleri sırasında Bediüzzaman’ın yanında bulunmuş ve Risale-i Nur’un neşri için büyük çabalar göstermiştir. Risale-i Nur’un yazılması, çoğaltılması ve dağıtılması gibi meşakkatli görevleri üstlenen Zübeyir Gündüzalp, dönemin ağır baskı ve takibatlarına rağmen bu hizmetten asla vazgeçmemiştir. Bediüzzaman’ın “sır katibim” diye bahsettiği ve büyük güven duyduğu talebelerinden biri olması, onun sadakati hakkında önemli bir işarettir. Hatta hayatı boyunca tüm dünya nimetlerinden nefsini azad ederek kendini hizmet-i imaniye ve Kur’aniye’ye adayan bu fedakar adamın hayatının özeti kanaatimizce “sadakat”tir. O sadâkat kahramanı, sadâkati veciz sözlerle anlatmıştır: “Biz, iman ve İslâmiyet hizmeti uğrunda zalimlerin zulmüne maruz kaldığımız vakit, hapishane köşelerinde veya darağaçlarında ölmeyi, istirahat döşeğindeki, ölüme tercih ederiz. Görünüşü hürriyet, hakikati istibdad-ı mutlak olan bir esaret içinde yaşamaktansa, hizmet-i Kur’âniyemizden dolayı zulmen atıldığımız hapishanede şehit olmayı büyük bir lüf-u İlâhî biliriz” demiştir.
Allah’ın yardımı ile zaman ve mekan farketmeksizin ihlaslı her Kurani hareketin sadakatli erleri vardır. Bu hareket ve davalar o erlerin omuzlarında yükselir. Bu erlerin ve onların onurlu sadakatlerinin yetişmesi yalnızca Yüce Allah’ın yardımı ve lütfu iledir. Kalplerindeki sadakatlerinin hatırına onların yardımcısı Allah’tır. Nitekim şairin de dediği gibi “İnsâna sadâkat yakışır görse de ikrâh,Yardımcısıdır doğruların Hazret-i Allâh”
Peki öyleyse neden sadık fertler olmak yerine “itaatkar” fertler olmak ve yetiştirmek için uğraşıyoruz? Bediüzzaman Hazretlerinin, en güzide talebesi Zübeyir Gündüzalp’in değeri itaatinden mi yoksa sadakatinden mi geliyordur acaba? Açık yüreklilikle ifade edebiliriz ki Bediüzzaman Hazretleri, talebesi ve hatta evladım dediği sır katibinden itaati değil sadakati istemiştir. Çünkü bir dava en çok sadık erlerinin omuzlarında yükseklere çıkar, itaatkar kulunun omuzlarında değil. Cesurca dile getiriyoruz ki öğretmek ve yaymak üzere yola çıktığımız İslamiyet’in özünde cesur ve isyankar bir ruh gizlidir, sakin ve teslimiyetçi bir ruh değil. Çünkü itaate alıştırılan bir kişi her sisteme itaat etmeye adaydır. Gündüzalp de müslüman cesareti ile değil de kesin olarak İslamiyet kaynaklı olmayan itaat felsefesi ile eğitilmiş olsaydı o karanlık devirde nur saçabilecek cesareti gösterebilir miydi? Cevabımız kesinlikle hayır! Gelin hep birlikte omuzlarımızda itaat adı altında ruhları katledilip öldürülmüş müslümanların manevi tabutlarını değil imani ve İslami hareketi yükseltelim.
Şartlar ne olursa olsun kendi yolunda sadakatle yürüyen, merhametli olmaktan çok adil olan, mütevazi olmaktan çok cesur olan, Zübeyir gibi haysiyet ve şeref sahibi fertlere…