Söz&Kalem-Amine Çimen
İnsan, yaratılışı gereği yalnızca bir beden değil; düşünen bir akıl, hisseden bir kalp ve sorgulayan bir ruhtur. Yaşadığı âlemi, karşılaştığı olayları, varoluşunun amacını anlamlandırmaya çalışan bir varlıktır. Bu anlam arayışına giren insan, onu sıradan düşüncelerden ayırır ve tefekküre sevk eder.
Dinimizin temel esaslarından biri olan tefekkür; düşünmek, ibret almak, derinlemesine anlamaya çalışmak demektir. Sadece zihinsel bir faaliyet değil; aynı zamanda kalbin, aklın ve ruhun birlikte çıktığı bir yolculuktur.
Tefekkür, yaratılmış olana bakıp Yaratan'ı görmek, görünenin ardındaki görünmeyenin azametini kavramaya çalışmaktır. Yüce Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de düşünme ilgili bir ayetinde şöyle ferman etmektedir:
"Onlar, Allah’ın gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunan her şeyi ancak gerçek bir sebep, derin bir hikmet, şaşmaz bir kanun ve belirli bir ecel ile yarattığını kendi içlerinde hiç düşünmezler mi?" (Rum,8)
İnsana verilen en büyük nimetlerden biri olan düşünme yetisi, onu hakikate ve Rabbine yaklaştıran bir vesiledir. Yukarıda belirtiğimiz ayetin de işaret ettiği gibi bu keşif yolculuğunu bize şunu öğretir:
"Onlar, Allah'ın gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları hiç düşünmezler mi?"(Rum, 8)
Bu ayet, insanı tefekkürle yeryüzünün sırlarını keşfetmeye ve yaratılanlar üzerinde düşünmeye/tefekkür etmeye çağırır. Zira Kur’an, teorik olarak hakikati bildirirken, insanın da düşünme nimetiyle bu hakikati kavrama yoluna girmesi gerekir.
Yeryüzünde yaratılanları temaşa eden insan, gördüğü nimetler vasıtasıyla Allah’ın kudret ve azametini daha yakından hisseder. Bu da onun Rabbine olan yakınlığını artırır ve imanını pekiştirir. Bu noktada düşünmeyi iki temel boyutta ele alabiliriz: Keşfetmek ve inşa etmek.
1. Keşfetmek:
Düşünmenin ilk adımı, insanın iç ve dış dünyasını gözlemlemesiyle başlar. Göklerdeki düzen, yerdeki denge, insanın aklına sorular sordurur: “Bu düzen nasıl kuruldu?”, “Bu güzelliğin bir sahibi olmalı mı?” İşte bu sorular, düşünmenin keşfe dönüşmesini sağlar. Tefekkür, yalnızca yüzeysel bir bakış açısı değil; anlamaya yönelik derinlemesine bir incelemedir. Kur’an'daki "Hiç düşünmez misiniz?" ve "Akletmez misiniz?" gibi sorular da insanı bu anlam arayışına yönlendirir.
İşte bu noktada Hz. İbrahim’in tefekkürü, düşünmenin keşfe dönüşmesinin en güzel örneklerinden biridir. Onun gök cisimlerine bakarak Rabbini arayışı, yüzeysel bir gözlem değil, aklî ve kalbî bir sorgulamadır. Her bir yıldızın, ayın ve güneşin batışıyla birlikte “Ben batıp kaybolanları sevmem” diyerek geçici olanın ilah olamayacağını kavramış, böylece tevhid hakikatinin kapısını aralamıştır.
2. İnşa Etmek:
Tefekkürün ikinci boyutu ise, keşfedilen hakikatin insanın kalbinde ve hayatında bir dirilişe, bir inşaya dönüşmesidir. Çünkü gerçek anlamda keşfedilen bir hakikat, yalnızca zihinde kalmaz; kalbe nüfuz eder, eyleme dönüşür ve insanın varoluşunu yeniden biçimlendirir.
Hz. İbrahim’in örneği bu yönüyle de bize çok şey öğretir. Düşünerek ulaştığı hakikati sadece zihninde taşıyan biri olmadı. Kalbini bu hakikatle diriltti, iradesini bu inançla şekillendirdi ve hayatını bu keşifle yeniden inşa etti.
İnandığı hakikati savunmak amacıyla putları yıktı, topluma karşı durdu ve hatta ateşe atılmayı göze aldı. Bu tutumu, tefekkürün yalnızca bir düşünsel faaliyet olmadığını, aynı zamanda bir diriliş hareketi olduğunu ortaya koyar. Böylece keşfettiği hakikati yeniden inşa etti, hem kendi yaşamında hem de çevresinde tevhidi bir uyanış başlattı. Sözün özü, tefekkür onu icraata geçirdi; inancını hayatına geçirdi ve tevhidi inşa etti.
*
Gerçek bir tefekkür, insanı doğru yola iletir. Rabbimiz, Kur’an’ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “İşte bu Kur’an, doğru yola iletir.” (İsrâ, 17/9)
Hz. İbrahim’in yaptığı da tam olarak budur. Gerçek bir tefekkür, sadece okumakla yetinmez; kalbi uyandırır, ahlâkı diriltir, hayata istikamet kazandırır ve düşünceyi eyleme geçirerek bir inşa süreci başlatır. Böylece hakikat, hem bireysel hem de toplumsal bir dirilişe vesile olur.
İşte bu, düşünmenin bir inşa sürecine dönüşmesidir: Zihinden kalbe, kalpten hayata yayılan izzetli bir diriliş…
Bizler her anı bir fırsat bilerek hayatımıza yeniden göz atmalı; geçmişimizi derinlemesine düşünmeli, geleceğimize ise hakikat ekseninden bakarak yön vermeliyiz.
Zira içine sürüklendiğimiz modern hayat, düşünme melekemizi köreltmiş, bizleri sorgulamayan, düşünemeyen kalıplara hapsetmiştir. Oysa düşünen bir insanın hakikate ulaşması muhakkaktır. Bu tefekkür, insanın kendine, Rabbine ve yaratılış gayesine yönelmesidir.
Nereden geldiğimizi, neden var olduğumuzu, nereye gideceğimizi ve en önemlisi, Müslümanlar olarak neden bu hâlde olduğumuzu sorgulamak zorundayız. Hayatımızda Allah ne kadar var? Niçin içi boşaltılmış bir Müslümanlıkla yetinir hâle geldik? Neden İslam’ı okumadan, anlamadan, düşünmeden yaşıyoruz?
Bugün birçok insanın gözünde İslam; yalnızca azapla, yasakla ve ceza ile özdeşleşmiş bir din olarak algılanıyor. Oysa bu zihnilerimize ustaca yerleştirilen yanlış bir algının farkına varmadan parçası olduğumuz büyük bir oyunun sonucudur. Rahmet merkezli bir dinin, yüzeysel bakışlarla ve kopuk bilgilerle anlaşılmaya çalışılması bizleri hakikatten uzaklaştırmıştır. İslam’ın özündeki merhameti, hikmeti ve insanı yücelten hakikatleri ancak derin bir tefekkürle kavrayabilir, inşa edebiliriz.
Kur’an’dan ilham alarak, Hz. Muhammed’i (s.a.v.) rehber edinerek ve ilim ile hikmetin izinden giderek bu yolculuğa çıkabiliriz. Tefekkürle başlayan bu arayış, kalbi canlandırır; inşa ile tamamlanan süreç ise hayatı anlamlı ve istikametli kılar. Bu nedenle düşünmek, yalnızca aklın değil, aynı zamanda kalbin de bir sorumluluğudur. Düşünen insan, önce kendi iç dünyasını düzene koyar; ardından çevresine ışık olur. Bugün kararan kalplerin, yozlaşan ahlâkın ve yönünü kaybetmiş hayatların şifası, yeniden düşünmeye, keşfetmeye ve dirilmeye bağlıdır.
Unutmayalım ki, yeniden diriliş; bir fikirle, bir sorguyla, bir arayışla başlar. Gelin bir anlığına duralım; düşünelim, derinleşelim ve kendimize, rahmet yüklü dinimize yeniden dönelim...
"Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve işimizde bize doğruyu göster." (Kehf, 10)
Selam ve dua ile.