Söz&Kalem Dergisi - Ahmet Yasin Fidan
İnsanoğlu, dünyaya gözünü açtığı ilk günden itibaren meşakkatli bir yolculuğa başlamış olur. Hadis-i şerifte zikredildiği üzere bütün insanlar fıtrat (saf ve temiz yaratılış) üzere doğar; zamanla doğruyu yanlışı ayırt edebilecek olgunluğa (kemal) erişir. Bu yolda yanıltıcı bilgilerin varlığı, yaşadığımız bölge, yaşam koşullarımız gibi çevresel etkiler düşünce standartlarımızı şekillendirir. Bu yol ayrımında tercihimizi yaparken uyarıcı levhaları iyi kavrayabilmek ve doğru tercihte bulunmak hayati önem taşır.
Gelin, hidayet ve dalalet kavramlarına bir göz atalım.
Hidayet (Arapça:الهداية, Hidāyah), kelime anlamı olarak "yol göstermek" anlamına gelir. İslam dininde ise bu kavram, dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamak için izlenmesi gereken doğru yolu bulmayı ve o yolda kalmayı ifade eden temel bir terimdir.
Dalalet (Arapça: ضلالة, Dalālah), sözlükte "sapmak", "şaşırmak", "yolunu kaybetmek" veya "kaybolmak" anlamına gelir. Özetle: Dalalet, Hidayetin (Doğru Yol) zıddıdır.
Bizler hidayete giden bir hikayemizin olmasını istiyorsak öncelikle atamız Âdem {a.s.} ve Havva annemizi aldatan İblis’e karşı bir takım önlemler almalıyız. Evet, belki ağacın adı isyan ve günah ağacı idi lakin İblis onlara bu ağacı "edebiyat ağacı" olarak tanıtmıştı. Günümüzde de içki, manevi bir içecek; çıplaklık, moda; fuhuş, medeniyet; zina ise özgürlük olarak sunuluyor. İsimler ne kadar değişirse değişsin, ismin cazibesine aldanmamalıyız. Şeytanın yegâne görevinin insanları saptırmak ve çeşitli tuzaklara düşürmek olduğu zihinlerimizde her an canlı tutulmalıdır.
Bu hayatta düşünmeden atacağımız her adım bizi yanlış yollara sevk edebilir. İnsan; düşünebilen, merak eden ve anlamak isteyen bir varlıktır. Sorgulamak ise varlığın düşünce temelini oluşturan, insanlara bahşedilmiş mümtaz bir nimettir. Düşünmenin doğurduğu sonuçlar, insanların kaderini tayin etmede bir pusuladır.
Bizler yaşadığımız bölgedeki Müslüman çoğunluğuna güvenerek yapılan birçok ibadetin hikmetini sorgulamayız. Çünkü hayat döngümüzün bir parçası haline gelen bu ritüeller bizlere sıradan veya alışılagelmiş gelir.
Hâlıkımız, Kutsal Kitabı'nda, kişinin çevresinden ve atalarından gördüklerini akıl süzgecinden geçirmeden kabul etmesini eleştirir. Birçok ayette kullarının hidayeti aklederek bulmakla sorumlu olduğunu hatırlatır. Bu bağlamda, imanın sadece dış görünüşteki bir teslimiyet olmadığını, kalpteki bir yerleşme ve bilinçli bir tercih olduğunu gösteren ayet son derece dikkat çekicidir.
Mekke'nin Fethi sonrası bazı bedeviler "İman ettik" dediklerinde, Rabbimiz onlara "Siz iman etmediniz; ancak 'Müslüman olduk' (teslim olduk) deyin. Zira iman henüz kalplerinize yerleşmedi." (Hucurât Suresi 14) cevabını vermiştir. Bu ilahi cevap, dışsal ritüellerin ve sözlü iddiaların ötesinde, hakikati derinlemesine kavramış, şüpheden arınmış, samimi bir kalp teslimiyetinin (imanın) gerekliliğini vurgular. Tek bir cümlede, taklitle yapılan "İslam" ile tahkikle elde edilen "İman" arasındaki mükemmel ayrımı gözler önüne serer.
Rabbimiz bu yolculukta bizlere yol gösterecek olan ilahî kılavuzun Kur’an-ı Kerim olduğunu belirtir. Peygamberimiz aracılığıyla bizlere ulaştırılan kitabımız Kur’an-ı Kerim, bulunduğu tüm dönemlere hitap ederek bizlere sürekli mesajlar gönderen Rabbimizin bir lütfu ve rahmet kapısıdır; O’na ibadet etmemiz, hayırda bulunmamız ve kötülüklerden kendimizi muhafaza etmemiz için gönderilmiştir.
Bu uzun ve çetin yolculukta bunaldığımız, kafamızın karıştığı ve kalbimizin daraldığı zamanlar olur. Bu manevi sorunlara maddi çözümler aramak belki kısa süreliğine sizi rahatlatır, iç sesinizi susturur, sizi güçlü gösterir lakin yaralarınıza merhem olmaz. Maddi şeyler geçicidir; ruh ise sonsuzluğun peşindedir. Öyleyse gerçek çözüm, ruhu tanımak, kendini duymak ve maneviyatımızı beslemekle mümkündür. Ruhumuzun besin kaynağı ise Kur’an’dır.
Ancak bu zorlu beslenme ve arınma sürecinde insanın tek başına kalması, şeytanın tuzaklarına karşı savunmasız kalmasına neden olabilir. Zira istikamet üzere yürümek, aynı zamanda doğru bir çevre ve sağlam destek gerektirir. Peki, ruhsal yolculuk yol yoldaşsız olur mu? Olmaz elbette.
Her yolun bir yoldaşı, her davanın bir gönüldaşı olur ve bu yol kiminle yürüdüğüne göre şekillenir.
Bu mevzuda Rabbimiz bizlere bu yolda sadıklarla (doğrularla) birlikte olmamızı emreder. Aile hayatımızda, iş hayatımızda veya eğitim hayatımızda kurduğumuz ilişkiler imanımızı etkiler. Çünkü insan, çevresindeki insanların hâlini yansıtır. Bu yolda kalbi temiz, imanı canlı kişilerle birlikte olmak, doğru istikamette yürümenin en güvenli yoludur. Yoldaş iyi olursa menzil daima aydınlıktır.
Son olarak insan, çabaladıkça zihni berraklaşır ve ardından tefekkür kapısı açılır. Tefekkür sadece bedenin değil, aklın ve kalbin yolculuğudur. Her şeyin hızla tükendiği, herkesin bir akış içerisinde koşuşturduğu, sürüklendiği bu dünyada tefekkür bir hakikat direnişidir. Bizler de bu hakikat arayışında kalbimizin pusulasını doğruluktan şaşırtmadan ilerlemeye çalışmalıyız.
Bahsettiğimiz tüm bu levhalar, bizim için istikamet üzere istikrarı sağlamlaştıran kurallardan bazılarıdır.
Rabbimiz bu yolculukta ayaklarımızı istikamet üzere tut ve bizlere yardımcı ol. Vesselam…