Söz&Kalem Dergisi - Ali Tarhan
Ölüm, insanların belki de kendilerine en uzak gördükleri bir gerçek. Belki de çok yakın olduğumuz ama bunu bilmediğimiz bir durum. Her ne dersek diyelim sonuç olarak ölüm kaçınılmaz bir gerçek. İlk insandan günümüze ölüm, insanlığın her daim gündeminde yer alan ve kurtulmasının mümkün olmadığı bir gerçektir. Ölüm hiç gecikmez, tam vaktinde gelir. Şairin de dediği gibi: "Neylersin ölüm herkesin başında / Uyudun uyanamadın olacak / Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında? / Bir namazlık saltanatın olacak / Taht misali o musalla taşında." Ölüm, yıkılanı yeniden inşa etmektir. Geçici olanı, kalıcı olana tercihtir. Sahte olana sırtını dönüp, gerçek olana varacak yola koyulmaktır. Yolda olanı da, yoldan kaçanı da, yolda yorgun düşeni de, yoldan habersizi de yola revan eden hadimi lezzattır. Ölüm, çürüyeni, bozulanı, eskiyeni ilk haline rucu eder. Ferdin kopan kıyameti; özleyenin, özlediğine vuslat anıdır. Perde arkasındaki en sadık haberdir ölüm.
Bu büyük hakikati bilmemize rağmen, ne yazık ki yaşamımızın büyük bir kısmı internet üzerinde geçiyor. Kullandığımız sosyal mecralar, girdiğimiz ve etkileşimde bulunduğumuz forum sayfaları veya bir blog yazısına yaptığımız bir yorum… Bunlara biz öldükten sonra ne olacak? Yaşadığımız bu sosyal medya çağında, herkesin dijital hayatı öldükten sonra da kalmaya devam ediyor. Bununla birlikte, her sosyal medya platformunun, kullanıcıları vefat ettiği zaman hesaplarla ilgili uygulamaları farklılık gösteriyor, bu tabii vefat eden kişinin ailesinin istekleri de dikkate alınarak yapılıyor. Facebook'ta sitenin kuruluşundan bu yana milyonlarca kullanıcının öldüğü ve geride bıraktığı hesaplar var. ABC'ye göre Facebook'un her gün yaklaşık 8000 üyesi ölüyor. Yani ölüm; sanalında, reelinde kaçınılmaz bir hakikati. Bir hakikat daha var ki; gün gelecek sosyal medya hesaplarımız bir ölünün hatıra defteri olacak. Artık rahmetli defterine ne yazmışsa...
Öldükten sonra sosyal medya hesapları da şahısla beraber ölmüyor. Kişi yaşarken gerekli ayarlamaları yapmamışsa, şifre ve bilgileri başkalarında yoksa ya da vasileri dijital medya platformlarına başvurmamışsa (ki çoğunlukla yapılmıyor); hesap açık kalıyor. Bazen vefat eden kişilerin sosyal medya hesabına denk gelmişliğimiz olmuştur. Ben şahsen Rahmetli Mehmet Yavuz Ağabey'in sosyal medya hesabına bazen girer ve o güzel insanın güzel paylaşımlarından istifade etmeye çalışırım. Bir diğer isim ise dergimizin merhum yazarı yazarı, Gönül Ülkesi'nin naif insanı Orhan Özsoy; Orhan abinin seslendirdiği şiirleri dinler hem hatıralarımız canlanır hem de o güzel insanı hayırla yad ederim. Ne güzel ki her iki güzel insanda ölümlerinden sonra dijital mecrada bıraktıkları ile hala İslam'a hizmet ediyorlar.
Evet dostlar, ölüm ölmüyor. Bu hakikati kabullenerek yaşadığımız gibi ölümümüzden sonrası içinde dijital hesaplarımızı düşünmeliyiz. Allah Resulü; "İslam'da iyi bir çığır açan kimseye açtığı o çığırın sevabı verileceği gibi, o yolda gidenlerin sevabı da verilir ve onların sevabından da hiç bir şey eksilmez. Her kim de İslam'da kötü bir çığır açarsa o kimseye açtığı çığırın günahı yükletildiği gibi kendisinden sonra o yoldan gidenlerin de günahı yükletilir. Fakat günahlarından da hiçbir şey eksilmez.’’[1] diye buyuruyorlar. Bu yazıyı yazarken danıştığım hocaefendiler; bu hadisin dijital âlemde bırakılan izler içinde geçerli olduğunu söylediler.
İnsan, yaşamı boyunca yaptıklarının tamamından sorumlu tutulacaktır. Bu yaptıklarının iyilik ya da kötülük olarak nitelendirilmesi, durumu değiştirmeyecektir. İyilik yaparak, iyiliğe vesile olduysa karşılık olarak mükafatını alacaktır. Kötülük işleyip, kötülüğe sebep olduysa bunun da karşılığı olan cezayı alacaktır. İyilik, toprağa ekilmiş bir meyve fidanı gibidir; kişi yaşadığı sürece ondan istifade edebileceği gibi, kendisinden sonra da insanlar o meyvelerden istifade edebildiği sürece amel defterine sevap yazılmaya devam edecektir. Kötülük ise, insanlar içine düşsün diye kazılan çukur gibidir; kendisi de bazen yanlışlıkla içine düşebileceği gibi, kendisinden sonra da içine düşen herkesin ahını alır ve onların günahlarını da yüklenmeye devam eder.
Binaenaleyh yaşamlarımız; sadece kendimizi bağlamakla kalmıyor, içinde yaşadığımız toplumu ve bizden sonra yaşayacak olan toplumları da etkileyebilmektedir. Bu etkinin alanı ve sürekliliği bizim elimizdedir. İyiliğe doğru bir çığır açarsak, iyiliği hep birlikte yaşatmış olacağız. Kötülüğe doğru bir çığır açarsak da kararan ruhların ve ifsad olmuş bir toplumun hazırlayıcısı konumunda olacağız.
Bize verilen süreyi yaşayıp; kimimiz genç, kimimiz ihtiyar, kimimiz de sıcak yatağında öyle ya da böyle bir şekilde ölüyoruz. Biz öldükten sonra bizden kalacak şey ne olacak? Birkaç parça kemik, yok yok daha önemlisi geride bırakılan miras. Ölümden yüzyıllar sonra bile bahsettirecek bir miras, bu dünyada kalıcı bir iz bırakmak yani... Bâki ne diyordu: "Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal / Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş" Yani; yüksek sesini bu âleme Davut gibi sal, çünkü bu gök kubbede bâki kalan ancak hoş bir seda imiş...
[1] (Müslim, Zekat 69)