Söz&Kalem Dergisi - Esedullah Kaya
İlk teneffüsten Ukbaya doğru bir yol, bizim yaşamımız. Her yol ona çıkıyor, fakat her yol farklı; kimi yollar şatafatlı ışıklarla donatılmış ve zevk-û sefaya hitap etmeyi vaat ediyorken, kimi yollar fıtratı temsil etme iddiasına sahip. Yolların başlarında; en doğru yol budur diye insanları aralarına davet eden kervan önderleri yol göstericiler..
Tüm bunların arasında ayın 14'ü gibi parlayan Allah'ın Resulü var. En çok o çaba sarf ediyor bu kervana insanları dahil edebilmek için. Diğer kervanların sahipleri, yolculardan, kendileri için bir ücret isterken, Allah'ın Resulü, yolculardan bir yolcu gibi hareket eder. Onlardan, kendi nefsi için hiçbir şey talep etmez . Tam aksine kendini, vaktini, rahatını ,malını/mülkünü feda eder. Yeter ki insanlar bu kervana dahil olup yolun sahibinin rahmetine nail olsun.
Andolsun, Allah'ın Resûlünde sizin için; Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah'ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır. (Ahzab/21)
Yola çıktık.
Yolun önderini izlememiz, adımlarımızı onun ayak izlerine atmamız icap eder. Onun gibi davranmalı, onun gibi durmalıyız. Ama örneklik elbette bunlarla sınırlı kalmaz.
Resulullah'ın yoldaşlarını/takipçilerini arttırma çabası, yolun başında bitmedi. O kervanların kesişim noktalarında dinlenmez, bir kişi daha kurtulsun, bir yoldaşımız daha olsun diye çabalar, delalete sapmış insanları hidayete çıkarmak için tebliğ ederdi. Yola, Allah'ın Resulü ile çıkmış olan bizler, elbette onun yoluna ram olup onu kendimize önder bellediğimiz gibi, onun tebliğini genişletmeyi de kendimize görev bileceğiz.
Peki bu görevi biz nasıl ifa edeceğiz ?
Gözlerimizi tekrar önderimize çevireceğiz. O, bu işi nasıl bir metodla yapmış gelin o metoddan buraya bazı ışık hüzmeleri sunalım:
•Bir İnsan Bir Alem
Enes bin Mâlik(r.a.) rivayet ediyor:
“Komşumuz olan Yahudi bir genç vardı. Bir süredir hastaydı. Hastalığının ağırlaşması Efendimiz’in(s.a.v.) kulağına geldi. Allah Resûlü(s.a.v.) bunu duyar duymaz koşarak o gencin yanına gitti. Eve vardığında Yahudi genç yatağın içinde yatıyor, babası da başında oturuyordu. Efendimiz(s.a.v.) ona imana ait bir şeyler söyledi ve: “Lâ ilâhe illallâh de evladım. Lâ ilâhe illallâh de ki yarın Allah katında sana şefaatçi olayım. Lâ ilâhe illallâh de ki Rabbinin huzuruna imanla git.” dedi. O genç babasına baktı. Babası: “Ebü’l-Kâsım ne diyorsa onu yap.” dedi. Bunun üzerine genç son nefesini vermeden orada iman etti. Efendimiz(s.a.v.) gözünde yaş, yüzünde sevinçle dışarı çıktı ve: “Şu yavrucağı cehennemden kurtaran Allah’a hamdolsun!” diye dua etti.
Aradan biraz vakit geçti. Efendimiz’e(s.a.v.) bir haber daha geldi: “Ya Resûlullah(s.a.v.)! Yine bir Yahudinin evinde bir genç son anlarını yaşıyor.” Allah Resûlü(s.a.v.) aynı hızla cübbesini topladı, o eve doğru koştu. Ama Efendimiz(s.a.v.) koşarken evden bir tabut çıktığını gördü. Meğer Yahudi genç vefat etmiş. Allah Resûlü(s.a.v.) yetişememiş. Olayı anlatan sahâbe diyor ki: “Resûlullah(s.a.v.) tabutun evden çıktığını görünce dizleri üstüne çöktü. Başını ellerinin arasına aldı ve: ‘Yetişemedik ellerimizden kayıp gitti.’ dedi. Gözünde yaşlarla kaç kez o cümleyi söyledi bilmiyorum.”
Resulullah için her insan, bir alemdi. Bu dünyadan imanı elde etmeden giden her bir insan viran olmuş bir haneydi. İmanı elde edip de göçen her bir insan için gözleri parlardı. Arkamda zaten şu kadar kişi var demez, tek bir kişiyi bile kurtarabilecek olsa koşarak giderdi. İmana erişen her bir kişi onun ruhuna yepyeni bir bahar esintisi olurdu. Bunun sebebi her insanı kendinden bilmesi, belki de evlâdı gibi görmesiydi. Öyle ya onun yolunun takipçilerinden Bediüzzaman Said-i Nursi de "Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum." Demişti
•Hikmet ve Güzel Söz
Bir gün genç bir sahabi, Hz. Peygamber’in yanına gelip şöyle dedi, "Ey Allah'ın Resûlü! Bana zina etmek için izin ver!"
Orada bulunan sahabeler bu söz karşısında sinirlenip gence çıkıştılar. Ancak Hz. Peygamber (s.a.v.), genci azarlamak yerine sabır ve hikmetle ona yaklaşarak onu yanına çağırdı.
Hz. Muhammed (s.a.v.): "Otur!"
Genç oturdu. Hz. Peygamber ona şu soruları sordu:
-"Annenin zina etmesini ister miydin?"
-"Hayır, vallahi istemem! Allah beni sana feda etsin!"
-"İnsanlar da anneleri için bunu istemezler."
-"Kızının zina etmesini ister miydin?"
-"Hayır, vallahi istemem! Allah beni sana feda etsin!"
-"İnsanlar da kızları için bunu istemezler."
(....)
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.), elini gencin omzuna koyarak şöyle dua etti:
"Allah’ım, bu gencin günahlarını bağışla, kalbini temizle ve iffetini koru."
İnsanları İslam'a davet ederken hatırlamamız gereken en önemli şeylerden biri; karşımızdaki kişinin, en az verdiğimiz bilgi kadar bu bilgiyi nasıl verdiğimizle ilgilendiğidir. Ayetleri ve hadisleri taşlar sopalar gibi kullanarak davet yapamayız. Bunları bir hikmete bina etmek, bizi dinleyenlerin kalbini yumuşatacaktır. Evet Namazı sadece Allah emrettiği için kılarız, ama namaz kılmanın güzelliklerinden bahsetmek ona ittibadan bir şey eksiltmez. 'Tesettür Allah'ın emri, takacaksın o kadar' diye kızlarımızın başına örtü fırlatmak; Emrin hikmetlerini anlatıp, bu noktada kalbi tatmin etmeye çalışmak kadar etkili olmayacaktır elbette.
Hikmetsiz bir biçimde ulaştırdığımız davet, kalbe yerleşmeyince veya zamanla değerini kaybedince, tüm suçu muhattaba yıkmak bir çözüm barındırmayacak; Ancak, bir nefis tatmini görevi görecektir.
" Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et..." (Nahl/125)
•Yumuşak Bir Dil ve Yumuşak Bir Kalp İle Davet
Enes bin Malik (r.a.) şöyle rivayet etmiştir:
"Bir bedevi mescide geldi ve orada küçük abdestini yapmaya başladı. Bunu gören sahabeler ona müdahale etmek istediler. Ancak Resûlullah (s.a.v.) hemen araya girerek:
'Bırakın, onun işini tamamlamasına izin verin.'
Bedevi işini bitirdikten sonra, Peygamber Efendimiz su getirilmesini istedi ve mescide bir kova su dökülerek temizlenmesini sağladı.
Daha sonra bedeviyi yanına çağırdı ve ona şöyle nazikçe öğüt verdi:
'Bu mescitler ne bevletmek ne de başka bir pislik yapmak içindir. Burası Allah'ı zikretmek, namaz kılmak ve Kur’an okumak için yapılmıştır.'"
Resulullah, daveti taşıdığı herkese yumuşak bir üslupla gitti. Bundan dolayı onunla konuşanlar, kendilerini onun yanında dünyanın en değerlisiymiş gibi hissetti ve bu pak davete kalbini açtı.
Günümüzde bazı kardeşlerimiz, Resulullah'ın savaşlarda, düşmana gösterdiği izzeti ve sertliği, davet metodu olarak ele alıyor. "Daveti ulaştırmaya çalıştığımız kişiyi sözlerimizle ezersek bize tabi olmak zorunda kalır" gibi sakat bir anlayış çıktı ortaya. Oysa Resulullah'ın hayatında şedid biçimde bir davet biçimi yoktur.
"Allah'ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi..." (Âl-i İmrân/159)
Resulullah'ın metodu üzerine ciltler dolusu kitaplar yazılsa yetmez. Biz şimdilik bu cüz ile iktifa ediyoruz
Selam ve Dua ile