Söz&Kalem Dergisi - Esedullah Kaya
Zulüm Arapça‘da karanlık kökünden gelir. Işığın ulaşmadığı her nokta karanlıktır. Biz bu ışığı, verilen değer olarak veya hak edilen fiili bir tepki olarak görelim. Özet olarak Zulüm kişinin, maddenin, çevrenin ve en önemlisi de nefsin hakkını vermemektir. Bu haklar nelerdir diye sorduğumuzda; cevabı yaradılışta, yani yaradanda ve onun yarattıkları ile tasarrufta bulunup yeni fenni ve sosyal buluşlar yapanlarda buluruz.
Basit bazı örnekler vermek gerekirse;
Neşter, hastaların şifa bulmasında bir tedavi aracı olarak üretilir. Bir doktorun elinde hakettiği değer ile kullanılırken bir eşkiyanın elinde zulme uğrar. Evet neşter de zulme uğrar. Bu yönüyle adalet ve zulüm, canlılar dünyası ile sınırlı bir kavram değildir.
Çevrenin hakkına örnek olarak da: Denize çöp atmak, denizin hakkını; havaya zararlı kimyasalların (ör. Sigara dumanı) salınması, havanın hakkını çiğnemektir
Tabi, adalet, hukuk ve zulümden bahsedilince akla ilk gelen kişiler arası hukuk oluyor. Hatta bu durum daha da özelleşip kişinin toplumla ve bu toplumun oluşturduğu devletle olan hukuku geliyor ilk akla. Buna hırsızlık, yolsuzluk, cinayet vb. Birçok örnek sunulabilir. Ama biz, bu adaletin, mahkemeye intikal etmeyen alanlarda da ikame edilmesi gerektiğini biliyoruz.
Bu kavramları neden mi bu kadar geniş ele alıyoruz?
Bizim bu kavramlar hakkında konuşmamızdaki amaç, kendimizde ve toplumda değişimler meydana getirmektir. Ve bizler bu kavramlara sadece bir yönü ile baktığımızda söz konusu amaca ulaşmada başarısız oluyoruz. Kavramın taalluk ettiği diğer alanları es geçince elde ettiğimiz bütün değil parça oluyor. Ardından yetersiz bir hukuk anlayışından yakınıyoruz çünkü bize yetecek olan parça değil bütündür.
Kardeşlerimizin bizim üzerimizdeki hakkı nezakettir bu hakkı belirleyen bizzat Allah'tır. Onlara kaba davranmak zulümdür.
"Muhammed Allah’ın Resulüdür. Onunla beraber olanlar, kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında ise merhametlidirler."
Fetih/29
Hocalarımız ve öğrencilerimizle ilişkilerimiz adalete tabidir eşimizle ilişkimiz adalete tabidir. Çocuklarımızla, annemizle ve babamızla ilişkimiz adalete tabidir. Buralarda adaleti tatbik edemeyen bizlerin, mahkeme salonlarında adaleti tesis etmesi ne kadar mümkündür.
Mahkeme salonlarını da bir kenara bırakalım; her birimiz her gün hükümler veriyoruz. Çünkü her iletişim, beraberinde yargıyı getirir. "Dinliyoruz ama yargılamıyoruz" tarzı bir yaklaşım reel hayatta pek olası değildir. Ve kişiye en fazla değer kazandıran şeylerden biri, doğru yorumlarda bulunmasıdır. İnsanlar dertlerini bu kişilere anlatırken daha huzurludur çünkü bu kişiler kendisinin veya arkadaşının menfaati için yalan söylemez.
"Ey iman edenler! Kendinizin, ana-babanızın ve yakınlarınızın aleyhine de olsa Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun."
Nisa/135
Yine kişiye adalet sıfatını kazandıracak en asli durumlardan biri kendi nefsine zulmetmemesidir. Bir neşterin hakkı üretim amacına göre ise Nefsin hakkı da Yaradılış amacına göredir.
"Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım."
Zariyat/56
Öyleyse kulluktan ayrılmamız nefse zulümdür, onun hakkına riayet etmemektir.
Bizler adil örnekleri saymak istediğimizde zihin kategorimizde ilk sırada Ashâb-ı Kirâm yer alır. Faruk deyince de akla Ömer(ra) gelir. Adalette bu kadar zirve bir şahsın, döneminin hangi zirve hukukçularından ders almasını beklersiniz. Nasıl bir okul yetiştirir ki bu Farukları.
Mezuniyetleri, Dâr-ul Erkam diye bir okuldan. Hocaları da henüz okuma yazma bilmeyen bir adam. Verilen ders ise kulluk.
Evet bugün üzerine hukuk doktrini inşa edilen bu adamların temel eğitimi bundan ibaretti. Burdan anlıyoruz adaletin saf enformasyon ile temellendirilemeyeceğini. Bilgi, kaypaktır o yöne bu yöne çekilebilir. Ama vicdan, inkar edilmediği sürece ondan kaçılamaz. Vicdanı besleyip olgunlaştıran, ona bir şahsiyet katan ise imandır yani kulluktur.
Adaletin hayatımıza bakan diğer yönlerini reddederek, bu yönleri ikame etmeye yönelik bir çaba sarf etmeden; adalet saraylarında hukuku tesis etme fikri, bizim için hayalden öteye gidemez.
Son olarak: Adalet hiçbirşeye temel kılınamaz. Çünkü binalar farklı temellerle inşa edilebilir. Bir binanın temelini yıkıp yeni bir temelle bina ayakta tutulabilir. Ama adalet özü itibariyle kendi başına bir binadır. Hiçbir şart ve koşulda yıkılamaz veya rafa kaldırılamaz. Adaletin rafa kaldırıldığı her düzen zulüm düzenidir. Ve hiçbir yapı zulüm ile abad olmaz. Bu yapı ister bir vakıf, ister bir devlet, ister bir aile olsun.
Biz Adaleti ikame etmezsek, adalet de bizi ikame etmez. Olduğumuz yerde çökmeye mahkum oluruz.
Selam ve dua ile