Söz&Kalem Dergisi - Müzeyyen Sena Titiz
Malları ve canlarıyla cihad edenleri oturup yerinde sayanlardan üstün kılan el-Adl’ın adıyla...¹
Hiç şüphesiz itici mefaatin mesuliyet ile kavgalı olduğu zamanlardan geçiyoruz. Keza ateş ile suyun, nefis ile imanın kavgasına şahitlik ettiğimiz zamanlardan da. Öyle ki, perdelerin birer birer aralandığı, makyajsız hallerin ayan beyan ortaya çıktığı bir döneme imza atılıyor. Yiyeceklerin haşhaş, giyeceklerin ipek, takıların altın olduğu anestezi çağı bu.² Bu çağ, köleleri az, hürleri çok olan tarihine; özgür bireyleri az, kuklaları çok şeklinde güncelleme getirmiştir. Cellatlarına kendilerini öldürmeleri için methiyelerde bulunan şair liderler ile dünya refahının alımlılığından divane olmuş kimselerin raporlarına “gabi” teşisinin konduğu bir zamandır bu. Kendi aralarında şedid, kâfire karşı merhamet kuşanılan ahkâm ile çelişkili bir zamandır bu.³
Calib-i dikkattir ki tüm değerlerimiz bombardımana tabi tutulmuş, insanlarımız hakikat ehlinin iman tadından mahrum bırakılmıştır. Uyutulmuş, uyuşturulmuş ve netice itibariyle vehn hastalığına düçar olmuştur. Tüm bunlar o kadar sıradan hale evrilmiş ki olması gereken normal, bize aykırı gelmeye başlamıştır. Daha açık konuşmak gerekirse bütün kıymetli kültürlerimiz Firavun’un batı kılıcından geçirilmiş ve Gazze bir Musa (aleyhisselam) olarak karşımızda dikilmiştir. Bize ait olmayan her şeyi kapı dışarı etmiş, dinini ve bilincini izzet manifestosu ile yeninden ayağa kaldırmıştır.
Katilin sırtının sıvazlanıp maktulün gırtlağının kesildiği şu dünyada kelimeleri birbiriyle yarıştırmak, tevhid, tevekkül, tezkir ve tesebbur naraları atmak elbette kolaydır. Şuan bunları yazarken göğünde bombalar taşıyan uçak sesleri altında yazmıyorum takdir edersiniz ki. Keza her an acaba hedef bu sefer bizim ev mi diye tedirgin olmuyorum. Ya da yakınlarımın şehadet haberini bekler vaziyette de yazmıyorum. Titrek elle ve bulduğum tek kağıt parçasına vasiyetimi de yazıyor değilim. Aylarca oturarak uyumaya çalışıp, her seste irkilen de ben değilim. Üç gün boyunca tek bir hurma yiyip, kirli su içmek zorunda kaldığım halimle de yazmıyorum. Ben, zorluğu ve imtihanı kolaylıklar ve nimetler içinden yazıyorum. Daha doğrusu yazamıyorum. Siz de şuan masanızda, koltuğunuzda, rahat evlerinizin çatısı altında belki de en sevdiğiniz insanın yakınlığı ile ahvali okuyorsunuz. Ya da daha doğrusu yazılamayan yazıyı okuyamıyorsunuz. Demem o ki kaç lügat bilirseniz bilin, kaç psikoloji kitapları bitirmiş olursanız olun, kaç eğitim almış olursanız olun yaşamadığınız şeyi tam olarak anlayamazsınız. Anlayamayız. Ve tabii olarak yeterince anlatamayız da.