Söz&Kalem Dergisi - 5 Şehir 5 Tarihi Doku
İslam kültür ve medeniyeti, aynı zamanda İslam sanatı ve maneviyatının da mimarıdır. İslam sanatı, 19. Yüzyıldan beridir Batılı araştırmacıların da odak noktası olmaktadır. Yüzlerce kitap, makale ve filme konu olmuş bu köklü gelenek, tedrici olarak gelişim göstermiş ve her safhasına ayrı bir ruh yüklenmiştir. İslam sanatı üzerine çok sayıda yazısı ve müstakil eseri bulunan Hüseyin Nasr’ın ifadesi ile İslam sanatının asli unsuru, tevhidi ilke üzerine şekillenmesidir. Bu bakımdan İslam coğrafyasındaki göz kamaştırıcı yapıtları incelemek, aynı zamanda söz konusu Tevhidi İlkeyi de yakından tanımak demektir.
Gel gelelim bu köklü sanatımızın yer aldığı beş şehrin beş tarihi dokusunu mercek altına almaya…
1-) Azerbaycan – Nahcıvan:
Aras nehrinin sol kolu olan Nahcıvançay’ın sağ kıyısında deniz seviyesinden 910 m yükseklikte kurulmuştur. Nahcıvan’ın ne zaman kurulduğu ve kimler tarafından iskân edildiği hakkında kesin bilgi yoktur. Şehrin adının geçtiği ilk kaynak II. yüzyılda kaleme alınmış olan Batlamyus’un coğrafya kitabıdır. Nahcıvan, Hz. Osman devrinde İslâm ordularının Kafkasya’ya yönelik askerî harekâtı sırasında Habîb b. Mesleme tarafından fethedilmiştir.
Mümine Hatun Türbesi:
Mümine Hatun Türbesi, Azerbaycan Cumhuriyeti, Nahçıvan şehrinde bulunan ve "Atabey Kubbesi" olarak da bilinen İldenizliler dönemine ait tarihi-mimari bir anıttır. Türbe, Azerbaycan Cumhuriyet Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından dünya çapında önemli bir anıt olarak tescil edilmiştir. 1998 yılında Mümine Hatun Türbesi, diğer Nahçıvan türbeleriyle birlikte UNESCO Rezerv listesine alındı.
1186 yılında Mimar Acemi Nahçıvani tarafından yaptırılan türbenin orijinal yüksekliği 34 metre olmasına rağmen çadır benzeri kubbesi günümüze ulaşmamış; bu nedenle zamanımızda türbe 25 metre yüksekliğindedir. Mümine Hatun Türbesi, Atabeyler Mimari Külliyesi'nden günümüze ulaşan tek anıttır. Türbenin genel yapısı - kript ve kule - kompozisyonun gelişme şekli, mimari özelliklerin düzenlenmesi, Yusuf bin Küseyir Türbesinin özelliklerini yansıtmaktadır. Orta Asya geleneklerini İslami bir anlayışla sentezleyen bir mimari yapıdır.
2-) İran – Hamedan:
Batı İran’da bir şehir ve bu şehrin merkez olduğu eyalet.
Elvend dağının eteğinde Kuruçay, Abbasâbâd, Sumine gibi ırmaklarla sulanan ve aynı adı taşıyan bereketli bir ovada yer alır. Sasaniler döneminde önemini kaybeden Hemedan, Nihâvend Savaşı’ndan sonra burada imzalanan barış antlaşması uyarınca İslâm devletine bırakıldı. Hemedan, İlhanlılar’dan sonra Celâyirliler ve Timurlular’ın eline geçti ve özellikle Timur’un seferleri sırasında çok zarar gördü; daha sonra da sırasıyla Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Safevîler’in hâkimiyeti altında kaldı.
İbn-i Sina Kubbesi:
Bu eserin yapımı, İbn-i Sina’nın yaşadığı yüzyıldan ilham alınarak yapılmıştır. 10. Yüzyıl bilgini olduğuna bir gönderme yapmak amacıyla Kubbe, 10 adet sütunun üzerine bina edilmiştir. Bu kubbe, İslam öncesi İran mimarisi ve İslam sonrası İslami mimariden esinlenilmiş ve geleneksel İran mimarisinin ögeleri kullanılmıştır.
Kubbenin güney kısmında, Milattan Önce ve İslami döneme ait sikkeler, bronzlar, çömlekler ve diğer eşyalar sergilenmektedir. Kuzey kısmında ise 8 bin el yazması ve taş baskı kitaplar bulunmaktadır. 12. Yy’da yapıldığı iddia edilen bu yapıt, sanat ve tıbbı bir arada bulundurmasıyla biliniyor.
3-) Keşmir – Sringar:
Srinagar, Hindistan'ın Cemmu ve Keşmir eyaletinde bir şehir ve aynı zamanda söz konusu bölgenin yazlık başkentidir. Jhelum Nehri üzerine kuruludur. Srinagar başta olmak üzere bölgenin güney kısmı Hindistan'ın Cemmu ve Keşmir eyaleti olmuş kuzey kısmı ise Pakistan'ın kontrolü altına girmiştir.
Hazratbal Dergahı ve Camii:
Halk arasında Dargah Şerif olarak adlandırılan, Keşmir’in, Sringar/Hazratbal bölgesinde bulunan bir dergah ve aynı zamanda camiidir. İçerisinde Peygamber efendimizin saçı ve bazı kutsal emanetler bulunmaktadır. Srinagar'daki Dal Gölü'nün kuzey kıyısında yer alır. Müslümanlar tarafından Keşmir’de en fazla ziyaret edilen külliye olarak kabul edilir.
Bu külliyenin adı Arapça hazrat ( lafzen 'saygı duyulan') kelimesi ile Keşmirce bal ( lafzen 'yer') kelimesinin birleşiminden oluşmuştur. Bu yerin kullanıma açılması, tarihi kaynaklara göre miladi 1634 yılına denk gelmektedir. Şah Cihan’ın imparatorluğu sırasında Sadık Han tarafından yapıldığı bilinmektedir.
4-) Çin – Xi’an:
Xi’an, 6000 yıllık tarihi ile Çin‘in en eski şehirlerinden birisidir. Çin bölgesinde İslam’ın yayılışı, sahabe dönemine kadar uzanmaktadır. Xi’an şehri, Çin’de İslam’ın ulaştığı ilk şehir olarak bilinmektedir. Bu yönüyle Çin bölgesinde ilk Müslüman yapıtları da yine bu şehirde bulunmaktadır.
Xi’an Ulu Camii:
Çin’in en büyük ve en eski camisidir. Yapımına 742 yılında başlanan ve tarihin farklı dönemlerinde eklemeler yapılan camii, bu özelliği ile tarihi mekânlar açısından önemli bir yere sahiptir. Beş avlusu bulunan ve 12.000 m2’lik bir alan üzerine bina edilmiş olan bu camii, bu yapısı ile kompleks bir tarza sahip.
Xi’an Ulu Camii, tamamen ahşaptan ve Çin mimari üslubu ile inşa edilmiştir. Caminin en önemli özelliği ise ahşap duvarlarında, her birinin üzerinde Kur’an’dan bir cüz ve altına Çince tercümesi kazınmış 30 ahşap panel bulunuyor. Bu şekilde üzerinde Kur’an-ı Kerim’in tamamı bulunan camii, halen Xi’an bölgesindeki Müslümanlar için merkezi konumunu korumaktadır.
5-) Hindistan – Yeni Delhi
Yeni Delhi, bir buçuk milyara yakın nüfusu ile dünyanın en kalabalık ülkesi Hindistan’ın başkentidir. Tarihi bir şehir olan Delhi, Orta Hindistan’ın kuzeyinde ve Himalayalar’dan yaklaşık 160 km. mesafede Ganj nehrinin kollarından Yamuna Irmağı’nın batı yakasında kurulmuştur. Şehir, XIII. yüzyıldan itibaren Kuzey Hindistan’da hüküm süren birçok Müslüman sultanlığın merkezi olmuş ve bu durumunu 1858’de İngilizler’in son Bâbürlü sultanı Bahadır Şah’tan idareyi teslim almalarına kadar sürdürmüştür. Camileri, medreseleri, saray ve köşkleriyle zengin tarih ve kültür mirasını bütün canlılığı ve ihtişamı ile yansıtan günümüzdeki büyük Delhi, ünlü şair İkbal’in de benzettiği Roma gibi, ilk sınırlarını çok aşarak çeşitli devirlerde kurulan yedi ayrı şehrin zaman içinde büyüyüp birleşmesiyle ortaya çıkmıştır.
Kutub Minar:
Yeni Delhi semalarını süsleyen bu anıtsal eser, Hindistan'daki Müslüman egemenliğinin en görkemli eserleri arasında gösteriliyor. Gittikçe daralan beş katlı bir gövdesi olan minare, müstakil bir yapıdır. İlk üç katı kırmızı kumtaşından, dördüncü ve beşinci katları daha çok mermerdendir; her katın arasında mukarnaslar ve yazı kuşaklarıyla bezenmiş dört şerefe bulunur.
1193 yılında inşasına başlanıp 1197 yılında tamamlanan “Kuvvetü'l İslam Cami”, yani İslam’ın Kuvveti Camii’nin günümüze sadece kalıntıları ulaşmıştır. Ancak buna rağmen ihtişamını kaybetmiş değildir. Başta Kutub Minar olmak üzere çok geniş bir kompleks olarak ziyaretçilerin ilgisini çekmeye devam etmektedir.