Meva Nur Çalış | Söz&Kalem Dergisi
İbadet deyince akılara ilk önce namaz, oruç, zekât, hac gelir öyle değil mi? Elbette bunlar da ibadettir. Ancak ibadet İslâm’ın beş şartı ve İslâm binasının ana kolları sayılan o beş şart ile daraltılamaz. İbadet bazen emr-i bi’l ma’rufu eklediğimiz, bazen infak ve sadakayı eklediğimiz şeylerden de ibaret olmaz. Elbette ki bunlar ibadet ama ibadet dediğimiz kavram çok daha geniş bir biçimde ele alınmalıdır.
Büyük dil âlimi İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab’ta ubudiyyet ve ibadet kavramlarını çok mühim iki cümle ile anlamlandırır. Der ki: “Ubudiyyet, kulun Allah’ın yaptıklarından razı olmasıdır. İbadet, kulun Allah’ın razı olacağı işler yapmasıdır.” Demek ki bu işi iki taraflı ele alınmalıdır.
Bazen: “Allah senden razı olsun” deriz. O duayı bazen: “Sen Allah’tan razı ol.” diye de yapmak gerekir. Çünkü Allah’tan razı olmayan Allah’ı razı edemez. Eğer bizler Allah’tan razı olmayı öğrenebilir ve bu manada gerekeni yapabilirsek zaten hayatımız Allah’ı razı etmeye başlayacaktır. Sahâbe ve selef-i sâlihîn yola böyle başladılar. Böyle başladıkları için hayatlarında yokları sayarak işe başlamadılar. Varları sayarak işe başladılar. Bu sebeple Allah’tan razı olarak işi başlatıp yürütmeye çalışsak bizler de sahâbenin kulluk çizgisine doğru yürüyeceğiz.
Abdullah b. Ömer, Allah’tan razı olarak işe başlamış ve hayatının sonuna kadar da Allah’ı razı etmeye çalışmıştır. Aslında hangi sahâbînin hayat defterini açarsak açalım ondan çok farklı kokular alırız. Kim nasılsa size o şekilde bir koku yansıtır. Efendimiz (sav) bunu beyan etmek için şöyle bir misal vermiştir: “Kur’an okuyan müminin misâli turunç/portakal gibidir; kokusu güzel, tadı hoştur. Kur’an’ı okumayan müminin misâli hurma gibidir; tadı hoştur fakat kokusu yoktur. Kur’an’ı okuyan fâcirin misâli reyhan otu gibidir; kokusu güzeldir, tadı acıdır. Kur’ân okumayan fâcirin misâli Ebû Cehil karpuzu gibidir; tadı acıdır, kokusu da yoktur.” (Müslim, Müsafirin, 243). Bu sözüyle Efendimiz (sav) Kur’an’ın üzerinden bir şey öğretti: İnsan, iman hakikatleriyle bağı oranında dışarıya bir koku yansıtır.
Bizler Abdullah b. Ömer’in hayat defterinin başına oturur oturmaz hemen bizi sarsacak düzeyde ibadet aşkı kokusu bizleri çepeçevre sarar. İşte bu kokudan istifade etmek için Abdullah b. Ömer’i biraz daha yakından tanımak gerekir.
Abdullah b. Ömer Peygamber hanesinin sultanlarından bir sultan olan Hafsa validemizin kardeşi olması onu nübüvvet bahçesinin kokusu ile sarıp sarmalamasına vesile olmuştur. O fârukiyet kametinin kokusu ile büyümüştür. Çünkü o el-Fâruk lakabının sahibi olan Ömer b. Hattâb’ın oğlu. O babası bu dünyadan göçtükten sonra fârukiyeti devralmıştır. Bunu en çokta kendisi de bir âlim olan, büyük bir sahâbînin oğlu olan Ebû Seleme b. Abdurrahman b. Avf’ın sözleri ile anlıyoruz. Der ki: “Ömer’in yaşadığı çağda Ömer gibi sahâbîler çoktu ama Abdullah’ın yaşadığı çağda Abdullah gibisi yoktu.” (İbn Hacer, el-İsâbe, II, 1095).
O şehadet özlemi ile yanıp tutuşmuştur. Çünkü o ömrü boyunca şehadet için yanıp tutuşmuş bir babanın oğludur. Ve sonunda Peygamber’in şehrinde, Peygamber’in mescidinde, Peygamber’in mihrabında bir namazda şehâdete yürümüştü. Ama onun şehadet aşkı en çok pek tanınmayan amcası Zeyd b. Hattâb’tan gelir. Çünkü Zeyd b. Hattâb, Hz. Ömer’den daha da şehâdet sevdalısı biriydi. Ve abisinden önce Yemâme’de şehit oldu. Yani Abdullah b. Ömer şehadet sevdasını babasından ve amcasından böyle alarak yüreğine ekmişti.
Merhamet melteminin kokusunu buram buram iliklerine işledi. Çünkü onun annesi Zeyneb bint Maz’ûn’dur. Bütün annelerde var olan merhamet duygusunun Zeynep validemizde biraz daha fazla olduğunu görüyoruz. Böylelikle Abdullah b. Ömer’in anasından merhamete dair şeyleri de alıp o kokuyu üzerinde içselleştirerek âleme yaydığını görüyoruz.
Ve yürüdüğünde çevresine yayılan o ibadet aşkı kokusu. O koku öyle bir yayıldı ki etrafında büyük sahâbîler bile o kokuya hayran kaldı. O hiçbir zaman ibadetlerini dakikalara sıkıştırmadı çünkü O, Allah’ı razı etmek için bütün bir ömrünü vermeye hazırdı. Lakin bizler öyle miyiz? Değiliz maalesef. Çünkü bizler ibadetlerini dakikalara sığdırıp mü’min olduğunu iddia eden Müslümanlarız. İşte bunun için O’nun hayatını kendimize örnek edip, bu çağda hayatımıza uygulamalıyız.
O’nun yüreğine ibadet aşkını eken dayılarından olan Osman b. Maz’ûn’dur. Çünkü o, sahabe içerisindeki özelliği ibadete olan aşkının fazlalığıydı. Hatta öyle ki Efendimiz (sav) Abdullah b. Amr’a yaptığı gibi biraz itidal çizgisini aşağıya doğru çekmek zorunda kalmıştır çünkü o da çizgiyi zorlayanlardandır.
Abdullah b. Ömer öyle aşıktı ki Peygamber (sav)’in bir hareketini görse hemen hayatına geçirmek için gayret sarf ederdi. Babası ile hicret ettiklerinde Suffa Mektebi ihdas ediliyorlardı. O artık evine gitmeden Suffa Mektebi’nin bir talebesi oldu. O günleri şu sözler ile bizlere aktarır: “Medine’ye hicret ettikten sonra hiç evime gitmedim. Ne zaman evimizin önünden geçsem gözlerimi kapatır, görmek istemezdim. Eğer evimizi görür de ona özlem duyarsam mescidi terk ederim korkusu ile bunu yaparım” (Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, III,232). Amaç ilim yolunda ilerlemekse büyük şeyleri elde etmek için küçük şeyleri feda edebilmek gerekir Abdullah b. Ömer gibi. Abdullah b. Ömer’in bu aşkı ona 2630 hadis rivayet etmesine vesile olmuştur. Abdullah b. Mesud onun için “İlimde o genç nesil içerisinden Abdullah b. Ömer gibi birini görmedik.” sözlerini sarf etmiştir.
Abdullah b. Ömer’in bu derece ilminin yanında inanılmaz derecede bir ittibası vardır. Hatta öyle ki bazıları bunu aşırılık, mecnunluk olarak görürler lakin bu aşktır. Bu aşkı onun şu meşhur sözleri ile daha iyi anlamaktayız. Der ki: “Bana yapılacak iş için hükmünü söylemeyin, bu işi Efendimiz (sav) yapmış mı, yapmamış mı onu haber verin. Eğer Efendimiz (sav) yapmışsa bende yaparım, yapılan iş ne olursa olsun.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, XIV, 515).
Abdullah b. Ömer Efendimiz ’in (sav) namaz kıldığı yerleri öğrenir orada namaz kılar, yürüdüğü yollarda yürürdü. Bir keresinde Hudeybiye’den geçerken bir ağacın arkasında bir süre durdu ve geri geldi. Neden böyle yaptığını soranlara o şöyle cevap verdi: “Vallahi bilmiyorum ama Efendimiz’i (sav) ben böyle gördüm. Böyle yapmakla istiyorum ki izim izine karışsın” der. İşte aşk budur. Onun bu aşkını Hz. Aişe’nin “Efendimiz’i (sav) sahabe içerisinde Abdullah b. Ömer kadar adım adım takip eden başka birini ben görmedim.” (Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, III, 213) sözleri ile anlamaktayız.
İşte hakiki anlamda Peygamber ve ibadet aşkı budur. O sadece dili ile söylemedi. O aşkını yüreğine taşıdı ve bu uğurda bütün ömrünü feda etti. Ve bunu tek bir şey için yaptı. O da Allah’ın rızasından başka bir şey değildi. Biraz iç muhasebede bulununca bizler asla onun gibi olamayız öyle değil mi? Çünkü bizler daha ufak dünyevi zevklerimizden vazgeçemiyoruz. O zaman artık silkinip ayağı kalkma vakti. Bu kalkışı Kuran ve sünnete sıkı sıkı sarılarak gerçekleşeceğini unutmamalıyız.
Dilinden düşürmediği bir dua var Abdullah b. Ömer’in: “Allah’ım! Beni bugün dağıtacağım her hayırdan, yazacağın her rahmetten, vereceğin her rızıktan, defedeceğin her zarardan, kaldıracağın her beladan ve önleyeceğin her fitneden en fazla nasiplenen kullarından eyle!” (Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, XVII, 313) Âmin, âmin, âmin!
Vesselam