Söz&Kalem Dergisi - Amine Çalış
Osmanlı Devleti, altı asrı aşkın süre boyunca dünya tarihinin en güçlü ve etkili siyasi yapılarından biri olmuştur. Bu uzun soluklu varoluş sürecinde, devletin kurumsal yapısını, toplumsal dinamiklerini ve idari mekanizmalarını sürdürülebilir bir şekilde geliştirebilmesinde, eleştiriye açık bir yönetim anlayışının varlığı önemli bir rol oynamıştır. Osmanlı toplumunda eleştiri, yalnızca yöneticiler ile halk arasında değil, aynı zamanda âlimler, vezirler ve saray erkânı arasında da yapıcı bir kültür olarak kendini göstermiştir.
Bu bağlamda Osmanlı eleştiri kültürü, İslam medeniyetinin temel değerlerine dayalı bir “yapıcı” eleştiri anlayışını benimsemiştir. Emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker (iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak) ilkesine dayanan bu kültür, yöneten ve yönetilen arasındaki ilişkide adaletin korunmasını hedeflemiştir.
Osmanlı eleştiri kültürünün dayandığı temellerden bahsedecek olursak, Kur’ân-ı Kerîm’in adalet ve istişareye dair öğretileri ile Hz. Peygamber’in (sav) eleştiriye açık liderlik anlayışından beslenmiştir. Bu bağlamda, devlet idaresinde liyakatin ve adaletin sağlanabilmesi için eleştirinin bir tehdit değil, bir gereklilik olarak kabul edildiği görülmektedir. Padişahların ve yüksek devlet erkânının halktan ve âlimlerden gelen eleştirilere açık olması, Osmanlı’nın siyasi istikrarında ve toplumsal barışında önemli bir etken olmuştur.
Osmanlı tarihinde yapıcı eleştiri örneklerinden bahsetmek gerekirse bunlardan ilki Divan-ı Hümâyun ve istişare kültürü olur. Osmanlı Devleti’nin idari yapısında, eleştirinin en kurumsallaşmış hali Divan-ı Hümâyun’da görülmektedir. Sadrazamların, vezirlerin ve diğer devlet adamlarının katıldığı bu kurulda, devlet meseleleri tartışılır ve farklı görüşler dile getirilirdi. Bu süreçte alınan kararlara dair eleştiriler, genellikle yapıcı bir üslupla sunulur, devlet işlerinin daha etkin bir şekilde yürütülmesi sağlanırdı.
Kanuni Sultan Süleyman döneminde Sokullu Mehmed Paşa’nın divan toplantılarında sıkça eleştirilerde bulunması, bu mekanizmanın işleyişine dair önemli bir örnektir. Sokullu’nun özellikle bazı askeri seferlerin gerekliliğine dair itirazları, devletin ekonomik kaynaklarının daha verimli kullanılması yönündeki önerileriyle desteklenmiştir. Bu tür eleştiriler, yalnızca mevcut sorunların çözümüne değil, aynı zamanda devletin uzun vadeli stratejilerine yön vermiştir.
Diğer bir örnek, halkın eleştirileri ve arz-ı hâl mekanizmasıdır. Osmanlı halkı, eleştirilerini doğrudan padişaha iletebilme hakkına sahipti. Arz-ı hâl olarak bilinen bu mekanizma, halkın dilekçelerini toplamak ve adaletsizliklere çözüm bulmak amacıyla oluşturulmuştu. Bu sistem, yöneticilerin halktan gelen eleştirileri dikkate aldığını ve bu eleştirilerin toplumsal barışı koruma noktasında önemli bir rol oynadığını göstermektedir.
IV. Murad döneminde halkın yüksek vergiler ve yolsuzluklara dair şikâyetleri üzerine bazı idari reformların gerçekleştirilmesi, bu mekanizmanın işlevselliğini gözler önüne sermektedir. Halkın şikâyetleri doğrultusunda cezalandırmalar ve düzenlemeler yapılması, padişahların eleştiriye duyarlılığını ve adalet anlayışını yansıtmaktadır.
Bir başka örnekte âlimlerin eleştirileridir. Osmanlı’da âlimler, devletin eleştiri kültüründe önemli bir yer tutmuştur. Şeyhülislâm, kadı ve müderrisler, hem halkın hem de devlet erkânının yanlışlarını eleştirme ve çözüm önerileri sunma sorumluluğuna sahipti. Katip Çelebi’nin maliye politikalarına yönelik eleştirileri ve çözüm önerileri, bu bağlamda önemli bir örnektir. Katip Çelebi, Osmanlı maliyesindeki bozulmaları tespit etmiş ve bu sorunların çözümü için öneriler sunmuştur.
Ebussuud Efendi ise Kanuni Sultan Süleyman döneminde verdiği fetvalar ile devlet politikalarına yön vermiş, halkın dini ve hukuki meselelerdeki endişelerini eleştirel bir şekilde ele almıştır. Âlimlerin bu eleştirileri, sadece devletin işleyişine değil, aynı zamanda toplumsal huzurun sağlanmasına da katkı sağlamıştır.
Tarihçiler ve yapıcı eleştiri de unutmamakta fayda var. Osmanlı tarihçileri de eleştiri kültürünün bir parçası olarak dikkat çekmektedir. Naîmâ gibi tarihçiler, Osmanlı Devleti’nin gerileme dönemlerinde yaşanan sorunları tespit etmiş ve bu sorunların çözümüne yönelik önerilerde bulunmuştur. Naîmâ’nın, devletin idari bozulmalarını ele alan analizleri, hem eleştirel hem de yapıcı bir bakış açısını yansıtmaktadır.
Gelelim Osmanlı’da yapıcı eleştiri prensiplerine…
1. Adalet ve Hakkaniyet İlkesi
Adalet, Osmanlı yönetim sisteminin temel taşıdır ve eleştirilerin yönlendirildiği en önemli değerdir. Yapıcı eleştirinin amacı, bir kişinin ya da bir kurumun hatalarını ifşa etmekten ziyade, toplumun genel menfaatine ve adaletin tecellisine hizmet etmektir. Osmanlı siyaset anlayışında “adalet terazisi” metaforu, yöneticiler ve halk arasında dengeyi korumanın bir sembolü olarak kullanılmıştır.
Kur’an-ı Kerîm’in “Adaleti tam olarak yerine getirin ve doğruluktan ayrılmayın” (En’âm, 6/152) emri, Osmanlı’nın adalet temelli eleştiri mekanizmasının temelini oluşturmuştur. Bu doğrultuda eleştiriler, kişisel çıkarlara hizmet eden değil, toplumsal düzeni ve yönetimin meşruiyetini koruyan bir nitelik taşımıştır. Örneğin, Şeyhülislâm Ebussuud Efendi’nin Kanuni Sultan Süleyman döneminde verdiği fetvalar, adaletin tesis edilmesi yönünde yapıcı bir eleştiri niteliğindedir.
2. İstişare ve Katılımcılık Prensibi
Osmanlı yönetiminde istişare, sadece bir gelenek değil, aynı zamanda bir yükümlülük olarak görülmüştür. Kur’an-ı Kerîm’in “Onların işleri, aralarında istişare ile yürütülür” (Şûrâ, 42/38) emri, bu anlayışın temelini oluşturur. Padişahlar, önemli kararlar almadan önce divan üyeleri, vezirler ve âlimlerle istişarede bulunmuş, farklı görüşlerin dile getirilmesine ve tartışılmasına imkân tanımıştır.
3. Bilgiye Dayalı Eleştiri Prensibi
Osmanlı’da eleştirilerin bilgi, tecrübe ve akıl yürütmeye dayalı olması, yapıcı eleştiri kültürünün vazgeçilmez bir prensibi olarak kabul edilmiştir. Eleştiride bulunan kişilerin, eleştirdikleri konuda yeterli bilgi ve deneyime sahip olması beklenmiştir. Bilgiden yoksun eleştiriler, Osmanlı toplumunda “fitne” ya da “fesat” olarak değerlendirilmiş ve yapıcı eleştiriden ayrılmıştır.
Bu bağlamda Osmanlı âlimlerinin yazdığı eserler, bilgiye dayalı eleştirinin en somut örneklerini sunar. Katip Çelebi’nin “Düsturü’l-Amel li-Islahi’l-Halel” adlı eseri, mali bozulmalara dair detaylı bir analiz sunmuş ve bu sorunların çözümü için rasyonel önerilerde bulunmuştur. Bu tür eleştiriler, yalnızca sorunları göstermekle kalmamış, aynı zamanda reform önerileri ile yapıcı bir nitelik kazanmıştır.
4. Nazik ve Saygılı Üslup Prensibi
Osmanlı’da eleştiri kültüründe üslup, eleştirinin kabul görmesi ve etkili olmasında belirleyici bir faktördür. Eleştiriler, muhatabın şahsını hedef almadan, onun kararlarına ya da davranışlarına yönelik yapılmıştır. Nazik ve saygılı bir üslup, eleştirinin yapıcı olmasını sağlayan en önemli unsurlardan biri olarak görülmüştür.
Örneğin, Osmanlı tarihçilerinden Naîmâ, devletin bozulma sürecine dair eleştirilerinde padişahları ve devlet adamlarını kişisel olarak suçlamaktan kaçınmış, eleştirilerini genel sistem sorunlarına odaklamıştır. Bu yöntem, eleştirinin hedefini kişisellikten uzaklaştırarak yapıcı bir nitelik kazanmasını sağlamıştır.
5. Çözüm Odaklılık Prensibi
Yapıcı eleştirinin temel amacı, mevcut bir sorunu tespit etmekle sınırlı kalmayıp, aynı zamanda bu soruna yönelik çözüm önerileri sunmaktır. Osmanlı âlimleri, tarihçileri ve devlet adamları, eleştirilerini genellikle önerilerle desteklemiş, böylece eleştirinin yalnızca yıkıcı değil, aksine yapıcı bir boyut kazanmasını sağlamışlardır.
Örneğin, Koçi Bey’in IV. Murad’a sunduğu “Koçi Bey Risalesi”, devletin gerileme sebeplerine dair detaylı bir analiz sunarken, aynı zamanda bu sorunların çözümü için öneriler içermektedir. Koçi Bey, maliye, askerî düzen ve idarî yapıdaki bozulmaları eleştirirken, bu bozulmaları gidermek için atılması gereken adımları açık bir şekilde belirtmiştir. Bu tür çözüm odaklı eleştiriler, Osmanlı yönetiminde reformların gerçekleştirilmesinde etkili olmuştur.
*
Osmanlı tarihindeki yapıcı eleştiri kültürü, devletin yönetim mekanizmasının işlerliğini korumasında ve toplumsal barışın sağlanmasında önemli bir rol oynamıştır. Bu kültür, Kur’ân ve sünnet temelli bir adalet anlayışı ile şekillenmiş, halktan âlimlere ve devlet adamlarına kadar tüm toplumsal kesimlerin katılımıyla işlerlik kazanmıştır. Divan-ı Hümâyun’daki istişarelerden halkın arz-ı hâl mekanizmasına kadar uzanan bu eleştiri kültürü, Osmanlı’nın yalnızca siyasi değil, aynı zamanda sosyal bir düzen kurmasında da etkili olmuştur. Günümüz yönetim sistemlerinde de bu yapıcı eleştiri kültürünün rehber alınması, toplumsal huzur ve yönetim etkinliği açısından önemli bir kazanım sağlayabilir.