Söz&Kalem Dergisi - Meva Nur Çalış
Selamünaleyküm kardeşim ben Efnan. Ümmetin yetimi olan Gazze’de yaşıyorum. Baskının, soykırımın, zulmün en vahşice yaşandığı bir yerdir. Senin sahip olduğun imkânların hiçbirine sahip değilim. Hatta burada yirmi dört saat elektrik kullanabilme imkânımız bile yok. Ama ben çok mutluyum. Çünkü geçen ay Abdullah isminde bir kardeşim oldu. Belki Abdullah büyümden şehit olacak ama büyüyünce Kudüs’ü kurtaracak mücahitlerin arasına katılacak. Her iki yolda da zafer var inşallah. Görsen o kadar tatlı ki onun yüzünden hep okula geç kalıyorum. Okula gitmeyi okumayı çok seviyorum. Eğer rabbim nasip ederse doktor olacağım. Hiçbir çocuk ölmesin, yetim veya öksüz kalmasın diye mücadele edeceğim. Çünkü bizim bizden ve Rabbimizden başka kimsemiz yok. Olsaydı bizleri kırk beş kilometrelik alana sıkıştırıp öldürülmemize izin vermezlerdi. Lakin bizler asla pes etmeyeceğiz. Bombalara, baskılara ve yokluğa rağmen mücadeleye devam edeceğiz.
Yine gökyüzünde kuşlar yerine uçaklar uçuyor. Abdullah ne vakit bu uçaklar uçarsa ağlamaya başlıyor. Annem de bizleri bir odaya toplayıp dualar okumaya başlıyor. Ama bu sefer bir başka acı uçuyor uçaklar. Korkmuyorum zira babamız da bu defa yanımızda. O her şeye karşı biz korur. Kudüs’ü fetheden halife Ömer gibi, Şarkın sultanı Selahaddin-i Eyyubi gibi çok güçlü. Bombardıman bitene değin birbirimize sarılarak bekliyoruz. Annemin o gül kokusu ciğerlerime dolarken babamın kuvvetli kollarının sıkıca sarıldığını hissediyorum. Neden kaçmıyorsunuz diye soracaksanız gidecek bir yerimiz yok çünkü. Nereye gidersek bizi öldürmekten geri durmuyorlar.
İşte tam bu anda gürültülü bir ses kulaklarımı çınlattı. Etraf karardı. Annemin kokusunu, babamın güçlü kollarını hissedemiyorum artık. Konuşmak istiyorum ama konuşamıyorum. Sesim çıkmıyor. Gözlerim karadı. Bilincimi kaybettim. Gözlerimi açtığımda feryat seslerini yükseliyordu. Neredeyim ben Allah’ım? Annem, babam, Abdullah nerede? Başımda duran bu insanlarda kim? O an anladım ki evimiz bombalanmış. Kalkıp annemi ve babamı bulmak istiyorum fakat izin vermiyorlar. Ya şehit oldularsa hayır hayır onlar beni bırakmazlar. Aramaya koyuluyorum. Her yerde parçalanmış cesetler, ağlayan bebekler, feryat eden anneler var. Ama yoklar. İleride yerde uzanmış bir kadın ve yanında küçük bir bebek var. Bir umutla koşuyorum yanlarına. Yüzüne baktığımda annem olduğunu anlamam çok zamanımı almıyor. Öpüyorum yanaklarını ama annem buz gibi. Neden annem bu kadar soğuk oysa her daim sarılarak ısıtırdı beni. Şimdi buz gibi. Çağırıyorum bana cevap vermiyor. Annem, canım annem, gül kokulu annem cevap ver. Ses yok. Abdullah’a bakıyorum. Yanakları pembe olan kardeşimin yüzü annemin kanı ile bulanmış ve o etrafa neşe saçan çocuk cansız yatıyor. Hareket edemiyorum. Hayır hayır olamaz annem ve kardeşimi kaybedemem. Niye kimse bir şey demiyor? Kim beni şefkat ve merhametle sevecek? Kim gece üzerimi örtecek? Kim korktuğumda sığınağım olacak? Ne zamandan beridir burada onların soğuk bedenlerinin yanında duruyor bilmiyorum. Amcamı koridorda görünce aklıma babam geldi. Onun yanına doğru koştum tam babamı soracaktım ki orada parçalanmış bir beden gördüm. Aman Allah’ım bu benim babam olamaz. Amcamın gözlerine baktığımda anladım ki o benim babam. Yanına gitmek istedim ama izin vermediler. Niye ki o benim babam. Son bir kez görmek istiyorum onu. O an gözlerimden yaşlar boşalmaya başladı.
Allah’ım sen sesimizi duy. Kimse sesimizi duymuyor. Herkes bize karşı kör sağır olmuş. Yetmez mi bu kadar acı ve hüzün? Annemin ve daha bir aylık kardeşimin, beni tüm dünyanın kötülüklerinden koruyacak babamın parçalanmış bedeninin görmek hangi çocuğa reva görülür. Dilimden dökülen tek cümle Hasbunallahu ve ni’me’l-wekîl ni’mel mewla ve ni’men nâsîr. Babam bana öğretmişti. Artık kim bana bilmediklerimi öğretecek? Kim bana güzel yemekler yapacak.
Doktor bir amca yanıma gelerek adımı sordu. Ailemden kimsemin kalmadığını öğrenince elindeki kalemle koluma adımı yazdı. Koluma yazılan yazı benim kimsesizliğimin deliliydi. Kimsesizlerin kimsesi rabbimiz değil mi? Evet bir annem, babam ve kardeşim yoktu. Bundan sonraki akıbetime belli değildi lakin benim Rabbim vardı. Kimseye hakkımı bırakmayacak Rabbim.
Çevreme baktığımda benim gibi yüzlerce çocuğun olduğunu gördüm. Bizler ümmetin yetimi olan toprakların yetim evlatlarıyız. Bu saatten sonra vatanımız dışında hiçbir şeyimiz yok. Onu da bu acımasız insanların ellerine bırakmayacağız. Bu toprakların özgürlüğü bizlerin ellerinden olacak İnşaAllah.
Buradaki amcalar bizleri eğlendirmek için ellerinden gelenleri yapıyorlar. Hep birlikte hastanenin avlusundaki çöpleri temizleyerek oyunlar oynadık. Başımıza ne gelirse gelsin yine mutluyuz. Çünkü bizim arakamızda dünyanın sahibi olan bir Allah var. Yiyecek bir ekmeğimiz yok. Üzerimizde parçalanmış elbiseler, ayağımızda ayakkabımız olmayabilir ama biz buradayız. Her zorluğa ve baskıya rağmen.
Akşama doğru yoğun bir hareketlilik oluyor. Ve işte yine o sesler Allah’ım yardım et! Burada binlerce insan var. Bizleri koru, sana sığındık, sana dayandık Rabbim. Sonra ansızın bir gürültü koptu. Etraf toz bulutlarıyla kaplanınca çevremi göremez oldum ve en son her yer karardı. En son hatırladığım El-Ehli Baptis hastanenin bahçesindeydim. Kendime geldiğimde bacaklarımda büyük bir acı var ve dayanılacak gibi değildi. Ansızın feryat etmeye başladım babacım babacım nerelerdesin? O sırada biri beni kucağına alıp bir araca bindirdi. Bacaklarımdaki ağrı dinmek yerine daha da şiddetlendi. Tekrar feryat ettim baba baba kurtar beni, kurtar babacım. Sonra bayılmışım. Uyandığımda beni Şifa hastanesine getirmişlerdi. Yanımda Abdullah kadar olan ir bebek var. Bir anda gözyaşlarımı tutamadım hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Ne kadar da özlemişim minik kardeşimi… biliyorum o şimdi cennette ama üzülmemek elde değil. Yerimden doğrulmaya çalıştım ama yine o acı bacaklarıma baktığımda iki bacağımın da olmadığını fark ettim. Rabbim! Sen yardım et önce ailem şimdi bacaklarım buna hangi yürek dayanır. Nerede İslam ümmeti? Nerede son nebinin kardeşleri? Neden gelip bizlerle birlikte zalimlere karşı savaşmıyorlar? Rabbim sen şahitsin bacaklarımı da senin yolunda feda ettim. Senin dinin uğruna bağışladım sen kabul et Rabbim. Onlar bizi böyle caydıracaklarını sanıyorlar ama benim tüm bedenim lime lime olsa da senin yolundan vazgeçmeyeceğim. Biz sana dayandık ve güvendik. Sana teslim olduk ve yoluna adandık. Sen adaklarımızı kabul eyle Rabbim.
Efnan’ın sözleri burada sonlanıyor. O bu davayı minik bedeniyle sırtlanıp ailesini ve bacaklarını Allah’a adadı. Ve bunu büyük bir teslimiyet ile gerçekleştirdi. Kaçımız böylesi bir teslimiyeti başarabiliriz? Gerçek adanmışlık bu değilse nedir? Biz Müslümanlar bu adanmış insanlar ile aynı cenneti paylaşmayı mı düşünüyoruz? Eğer o cenneti paylaşmak istiyorsak salim bir teslimiyet örneği göstermeliyiz. Ve bunu da öğrenmenin en kolay yolu o topraklarda yetişen ümmetin yetimlerine ders almamız. Her acıya rağmen ağızlarından çıkan tek kelamın “Hasbunallahu ve ni’me’l-wekîl ni’mel mewla ve ni’men nâsîr.” olması dünyaya karşı verilen büyük bir dersten ibarettir.
Rabbim şehit olan tüm minik yüreklerin hatırına bizleri özgür bir Kudüs’e kavuştursun. Aksa’da iki rekât şükür namazı kılmayı nasip etsin...