Her çiçekte sen vardın evvel bahar içinde... Ve sen vardın, âlem aşkı gönülden bilmeyince.
Sen ki aşk sarayının kıymetli hazinesi. Pinhan oldun, fukara düştü kalbim. Kardan ellerle örtülen zayıf kederli zaman, kimsesiz nümayişler külvesinde çırpınır gündüz gece...
Dünya demek böyledir firkat bekleşmesinde. Cerh edilmiş sinelerde dağlanır şiirleri. Merhametsiz suretin o yitik memleketi. Sorsan söylemez. Yarası kabuk bağlar kendi içinde. Kanar ve kanatır sadece. Susmak nedir bilmez, acısı miladın öncesinde.
Ve sen bir akşamüstü ansızın gidince, yetim kaldı kalbimin senden bana kalanı. O ayrılık gününden bir cümle hep payidar; sırça kalbim dursun, dağılsın ve kırılsın. Kopsun kelimelerin sessizlik kıyameti. Sahilleri kaybolsun, yelkenleri kırılsın. Senden gayrı ne varsa tüm yekün yağma olsun. En nihayet can dediğin parçalar yağma olsun.
Görmeden terk edemez sevda rengi şiirler. Sana yazdı şairler çağın gölge boyunda... Her aşık bakışta sayıklandı hicranın. Gayrısı yok gözyaşından biçilen umutların. Ve hüznün makberinden tevellüd eder şiir, mavzerinden aşk biter sen var iken gönlünde...
Mehmet Akif'i okurken görmüş idim bir defa. Şöyle idi beyanı o Kur'an şairinin;
"On dört asır evvel yine bir böyle geceydi
Kumdan ayın on dördü bir öksüz çıkıverdi
Lakin o ne hüsrandı ki hissetmedi gözler
Hâlbuki kaç bin senedir bekleşmedelerdi..."
Asırlar evvel bekliyordu insanlık. Muhtaç idi varlığına her devir insanları. Cehlin hayâdan yoksun paslı parmaklarında, kahrolmuştu beklenen o mukaddes kurtuluş. Umudun rengine karalar çalınmış, insanlık ailesini yas bürümüştü. Geldin ey dürr-i yetim; ay gibi doğdun mazlumlar hanesine. Güldürdün zincirlenen o yorgun suretleri. Isıttın asırlarca üşüyen gönülleri.
Lakin hüsrana mâhkum kalpler idrak etmedi. Hakikatin izini kaybedenler bilmedi. Kararan aynalarda yitirdiler sesini. Yollar karıştı, lisanlar bozuldu. Dualar gitti avuç içinden. Hâlbuki bekleyişler ilk gün gibi tazeydi. İlk bakışın taravetindeydi hala aşklar…
Üstad Necip Fazıl ki, bir kısacık şiire ülkeleri sığdırır. Şöyle diyordu Üstad “Ölçü” adlı şiirde;
“Kurtarıcım, efendim, rehberim, peygamberim;
Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim!"
Kurtuluş adresini verdi Üstad çok kere. İnsan hürriyet buldu adında peygamberin. Gölgesine tutundu en karanlık devirde. Peygamber hayatın kaynağı, ölçüsüydü. O'nu reddeden ölçü karşımıza dikilse, kalp ülkesi çöküşlerle sarmalansa bir anda. Kavgalar çoğalsa da cihanın ellerinde. Bilirim hayat demek sen yolunda ölmektir.
Arif Nihat Asya ile devam etti bu şarkı... Şöyle seslendi ve ötede yankılar kopuverdi;
"Naatını Galip yazsın,
Mevlid’ini Süleyman’lar!
Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle
Geri gelsin Sinan’lar!
Çarpılsın, hakikat niyetine
Cenaze namazı kıldıranlar!"
Her güzelde sen vardın evvelbahar içinde. Ve sen vardın kıymetli şairler defterinde. Her güzellik şiirdir demiş idi bir üstad... Şiirin en güzeli sen için yazılandı. Galip sana yazdı, Süleyman Çelebi sana. Âşıklar medeniyetinin her taşında sen vardın…
Nurullah Genç yağmurla ıslatmıştı kalpleri. Bir büyük kalemden, bir aşığın dilinden dökülen yakarışlar ne kadar güzel olabilirdi. Yağmur aşkın ve hasretin büyük şiiriydi.
“Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım,
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım,
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım,
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım,
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım,
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım,
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım,
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım,
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım,
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım,
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım,
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın,
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım...”
Kaldırım taşlarında bekler âşıklar seni. Bahira’dan süzülen bir yaş olsak, bir sırılsıklam bakış eşliğinde; yeryüzünde seni bir görmüş olsa idik Efendim! Hicretimiz sen olsan, gördüğümüz düş olsan. Senle olsak, senle dolsak. Ve batıl kılıcının gölgesinde yıkılsa. Gelse dünya bağına merhametli düzenin…
Söz&Kalem - Orhan Özsoy