Söz&Kalem-Betül Yapıcıoğlu
“İslam toplumunun temeli ve dayanağı din olduğuna göre dini ve ahlaki eğitim, onun sadece bir görevi değildir, aynı zamanda onun var olma durumudur.” der Aliya İzzetbegoviç.
Bile Kral’ın bu sözü bize gösteriyor ki eğitim, bir toplumda var olduğu sürece toplum varlığını sürdürecek ve her alanda gelişmeye devam edecektir. Eğitim önemlidir ancak nasıl bir eğitimden söz ediyoruz? Günümüzde akademik anlamdan ekseriyetle bize dayatılan pozitivist eğitim anlayışı, dini yok sayan Batı bilimleridir. O halde İslami eğitim noktasında bize düşen nedir? Gelin birlikte bu sorularımıza cevap arayalım…
Batı’da 15. yy.’da Rönesans ve Reform hareketlerine dayanan modern bilimlerin gelişmesiyle din kaynaklı eğitim, yerini akıl kaynaklı eğitime bırakmıştı. Bu durum, o dönem bağımsızlık mücadeleleri veren Doğu ülkelerini de etkilemişti. Bizim gerek fen bilimleri gerekse de sosyal bilimler alanında gördüğümüz derslerin içerikleri bu vesileyle Batı temellidir. Tıpkı biz Müslüman gençlerin akıl temelli, Allah’ı yok sayan derslerin içerisinde Rabbimize ulaşmakta zorlandığımız gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu dönemlerde birkaç genç Üstad Bediüzzaman’a gelerek “Hocalarımız bize Allah’tan bahsetmiyorlar, bize Rabbimizi tanıttır” demişlerdi.
Üstad da asıl dinlenmesi gerekenin hocalar değil, derslerin kendisi olduğuna işaret etmişti. Yani her bir ders, aslında evrendeki sırları çözmek için insanlar tarafından üretilmiştir. Hal bu iken modern bilim adı altında aldığımız derslerin özüne odaklanırsak bizi bu sırları Yaratan’a götürecektir. Üstad’ın işaretiyle bize düşen İslami nazarla modern bilimlere yaklaşmaktır. Bunun için de İslami nazarla bakmayı bilen gözlere, İslami değerlerle yoğrulmuş kalp ve zihin dünyasına ihtiyacımız vardır.
Örneğin, İslam tarihine baktığımızda ilim önce camilerde verilen ders halkalarında yayılmıştı. Hadis ve fıkıh meclislerinin yanında geometri ve mantık derslerine ilişkin meclisler bulunuyordu. Selçuklularla birlikte medrese geleneği daha yoğun şekilde görülmeye başlandı. Dini ve akli/fenni ilimler teorik olarak ayrılsa da medreselerde bu ilimler bir arada veriliyordu. Örneğin sabah fıkıh dersi alan bir öğrenci öğleden sonra elinde usturlabıyla gökyüzü incelemelerinde bulunuyordu. Bu medreselerde tıp, felsefe, astronomi, tefsir gibi dersler eş zamanlı veriliyordu. Yine bu medreselerde nice büyük alimler yetişti, modern bilimlerde ortaya çıkan teorilerin nicelerine bu alimlerin geliştirdiği formüller kaynaklık etti.
Yakın tarihte Üstad Bediüzzaman’ın Medresetü’z-Zehra projesi bu medreselerin bir devamı niteliğindeydi. Modern çağın Müslümanları olarak günümüze kadar gelen bu büyük İslam kültürüne kayıtsız kalamayız. Her ne alanda okuyorsak okuyalım İslam kültürünün bize miras bıraktığı ilmi hazineden faydalanmalıyız. Örneğin bir tıp öğrencisi İbn Sina’nın El-Kanun fi’t-Tıbb kitabını okumalı, bir hukuk öğrencisi İmam Malik’in Muvatta’sını okumalı en azından bu kitaplara ehemmiyet gösterip sahip çıkmalı. Bir tıpçının, hukukçunun, psikoloğun, sosyoloğun İslami ilimlere yaklaşımı, elbette bir ilahiyatçı gibi olmayacaktır. Onun kazandığı farklı bir bakış açısı vardır, kıyas yeteneği gelişmiştir. Bu anlamda da İslami ilimlerin günümüzde tekrar yeşermesine farklı alanlarda kendini geliştirmiş insanların yaklaşımlarının büyük katkısı olacaktır.
Dini ve akli ilimler bir kuşun uçabilmesini sağlayan iki kanadı gibidir. Biri olmadığı sürece ilim yolunda kanatlanmamız mümkün olmayacaktır. Üniversite dönemi akli ilimlerin yanında İslami ilimlerin öğrenilmesi için büyük bir fırsattır. Üniversitelerde birçok bölümde verilen eğitimler çok yüzeysel ve yetersizdir, giriş niteliğindedir. Dolayısıyla üniversite dönemi, vaktimizi ekstra okumalarla geçirebileceğimiz verimli bir dönemdir. Aynı zamanda bu dönem, zihnimizin yeni şeyler öğrenmeye açık olduğu, ilimler açısından alıcı olduğumuz bir dönemdir. Bu dönemde modern bilimlerin zihni ve kalbi saldırılarına karşı zihnimizde ve kalbimizde savunma mekanizması geliştirebilmemiz için sağlam bir İslami altyapı oluşumunu sağlayacak okumalar yapmalıyız.
Bu okumaları yaparken, öncelikle işe akidemizden başlamalıyız. Sonra ilmihal gelir. İlmihal usuldür. Usulsüz ilim de olmaz. Sonra Peygamber (sav) sevgimizi arttıracak hadis ilmine, Kuran’ı daha iyi anlayabilmek için tefsir ilmine, son olarak karakterimize yön veren ahlak ve tasavvuf ilmine ilişkin eserler okuyacak şekilde kendimize bir yol haritası belirleyebiliriz. Sıfırdan başlayacaksak bu ilimleri kendi başımıza öğrenmek zor olacaktır. İlmiyle amil hocaların dizinin dibinde bu ilimleri okumak en güzelidir. Ancak buna imkanımız olmadığı zaman internet üzerinden, İslami eğitim veren vakıf ve dernekler üzerinden bir şekilde yollar arayarak ilim yolunda ilerlememiz gerekir. Bizzat tecrübe etmiş biri olarak şunu söyleyebilirim ki; İslami ilimlere vakit ayırdığımız sürece vaktimiz de ilmimiz de bereketlenecektir. Yeter ki bu yönde bir derdimiz olsun. Efendimiz (sav) “İlim öğrenmek için yola koyulan kişiye, Allah cennete giden yolu kolaylaştırır.” buyurmuştur. Rabbimiz bizleri ilim yoluna sevk edip, bizlere cennete giden yolları kolaylaştırsın.