Öyle bir çağa ulaştık ki sevmenin, hissetmenin, üzülmenin bile kanıtı aranıyor. Maddeden yoksunluğun acziyet sayıldığı, maneviyatın belki de kadim kitap sayfalarında kaldığı bir fikir furyası kuşatıyor sağımızı solumuzu. Müteal olan sonsuzu bile kendi faniliğine rağmen tam olarak anlamlandırabilme cüreti gösteriyor beşer. Çünkü sadece duyu organlarının müşahede edebildiklerini doğru sanıyor ve hissiyatı bilime ve sonuç çıkarmaya kurban ediyor.
Gelin hep beraber gerçeği araştıralım. Sezginin, mantığın ve çıkarımın ne olduğunu; menşeini ve netice olarak insanların ne çeşit etkilendiğini görelim.
Felsefî bakış açısıyla sezgi; gerçekliği dolaysız olarak içten ya da içeriden kavrayabilme, tanıyıp bilme yetisidir. Çıkarım ve analizden çok görünmeyen ama hissedilenle hareket etmektir. Çıkarım ise dayanaklı ya da delil ile sonuca ulaşmaktır. Yani biri manevi öteki maddi tuğlalarla bir yapı oluşturuyor ve gerçeğe bu yapının çatısından bakıyor, anlamlandırmaya çalışıyor.
Eskilere gidelim biraz, Batı Metafiziğindeki büyük fikri savaşlardan sonra ortaya çıkan Çıkarımsal (Ration) ve Sezgisel aklın (intellectus) kıyasını yapalım. Somut ve maddi delillerin hayatımızda neden bu kadar önem arz ettiğinin kaynağına ulaşalım. Sezgi ve soyut olanın neden önemsizleştiği fikrine doğru ufak bir yolculuk yapalım.
Orta çağın sonlarına doğru artık gerçeğin iki tane ekspertizi vardı. Bunlardan biri Çıkarımsal akıl öteki ise Sezgisel akıl idi. Bunlar gerçeğe bakışın iki ayrı yolunu ifade ediyordu.
Çıkarımsal akıl, mantıksal analiz ve sonuç çıkarma gibi bilimsel neticelerle olayı anlamlandırma çabasındayken; Sezgisel akıl ise akılcı ve mantıksal analizden uzaklaşmış, olaylara sezgiyle, ferasetle ve hayal gücü ile yaklaştığı düşünülür olmuştu.
Bu düşünce ya da bu ayrım zamanla olayların büyümesiyle daha da ayrışmıştır. Ve bu ayrım arttıkça Çıkarımsal akıl; doğayı anlamada ve idrak etmede, sayısal sonuçlara ulaşmada ve dahi bilimsel bir metod olarak kullanılmada ön plana çıkmıştır, tercih edilmiştir. Daha sonra Naturalizm (hayatı bilimsel bir nesnellikle ele alan ) ile Pozitivizm ( fiziksel veya maddi dünyanın gerçeklerine dayanan bilim anlayışı ) sarmalına dahil olarak varlığın hakikati dahil bir çok bilgiye ulaşmanın bu yolla mümkün olduğu düşünülmüştür. Tek güvenilir metodun bu olduğu fikri dünyaya yansıtılmıştır. Buna da Rasyonalizm (bilginin doğruluğunun duyum ve deneyimde değil, düşüncede ve zihinde temellendirilebileceğini öne süren felsefi görüş.) denilmiştir.
Tabi bu görüş ayrılığı büyük değişimlere neden oldu. Beşer doğada takıldığı her muallak konuda ya da acziyetini hissettiği konularda artık evvela yukarıda bahsettiğimiz rasyonel yani saf akılcı yöntemlere başvurdu. Kendi sonluluğunda, sonsuz olana ulaşma gayretine girip yalnızca Çıkarımsal aklı kullanmaya çalıştı beşer. Vakıf olamadıklarını ya da anlamlandıramadıklarını basit nedenlerle inkâr yoluna gitti, varlığın yaratıcısını dahi.
Anlamlandıramadıklarını, kendi yetersizliğinden ziyade yaratıcının noksanlığına atfetti ve kutsaldan uzaklaştı. Uzaklaştıkça sekülerleşti, sekülerleştikçe cüretkar oldu ve isyan etti.
Artık neredeyse yaratıcının varlığını dahi bilimsel metodlarla kanıtlamaya çalıştı. Bunu yapınca da yetersiz kaldı, asıl özgürlük olan ve mutluluğu aslında içerisinde barındıran kutsal sınırları reddetti. Daha sonra özgür olma güdüsüyle hareket ederek yapay ideolojiler oluşturdu ve bunları savundu. Geçerliliği birkaç zaman olan ideolojiler zamanla değişti ve beşeri tatmin etmedi.
Ve esir oldu kendine. Depresyonlarla boğuldu, mala taptı, hedonist duygularla geçici tatminler denedi, bazen intihara kalkıştı ki netice de bir ağacın gölgesindeki dinlenme yeri gibi olması gereken dünyaya kazık çakma niyetinde oldu. Netice itibariyle gözünü bir açtı , bir kapattı ve gitti ebediyete… En nihayetinde sezginin ve maneviyatın çemberinden dışarı çıkarak saf akılla kendi sonunu hazırladı, anlamını yitirdi.
Buraya kadar anlatıları anlamlandıracak güzel bir metafor ile pekiştirme yoluna gidelim.
Ruh, sezgidir yani maneviyattır, soyut olandır. Saf akıl ise bedendir yani görünendir, somut olandır. Ölüm gerçekleştiğinde bilinir ki ruh göğe, beden ise toprağa intikal olur. Yani soyut olan ruh göğe; somut olan beden ise dünyaya aittir. Dolayısıyla mutluluk ikisi arasında denge oluşturmaktır. Çünkü insan, sonu ebediyet ile sonlanacak dünyevi bir canlıdır.
İslam’da bu ayrım asla yoktur. Çünkü İslam’da akıl yukarıda bahsettiğimiz iki kavramı da içinde barındırır. Çünkü İslam’daki akıl enstrümanı her ikisini de işlevselleştirecek mahiyettedir. Çünkü İslam’da aklın içerisinde sezgi de vardır, analitik düşünce de, mantıksal çıkarımda.
Özetle saf akıl yetersizdir ve bunun için sezgiye ve ilhama ihtiyaç duyması aklın gerçeğe ulaşmasındaki ihtiyaçtır. Saf akıl ile aksiyon almak kutsaldan uzaklaşmak demektir.
İnsanı insan yapan ise -supra-rasyonel dediğimiz- akıl-üstü kutsala bağlılıktır..
Ayrıca Kant’ın ‘Saf Aklın Eleştirisi’nde geçen: “İnsan aklı, sahip olduğu bilginin bir türünde, aklın kendi doğası gereği görmezden gelemediği fakat bütün gücünü aştığı için de bir türlü cevap veremediği soruları yüklenen tuhaf bir kadere sahiptir.” cümlesinde dile getirdiği, aklın sahip olduğu bilginin bir türü dediği ve bir türlü cevap veremeyeceğini iddia ettiği kısım, supra-rasyonel dediğimiz akıl-üstü olan kutsalın bilgisidir. Ve histen ilham alıp saf akılla yoğrularak ulaşılacak mertebedir yani İslam’ın aklıdır.
Dinimiz akıl ve marifetle yoğrulmuş bir yol benimsemiştir. Hem saf aklı kullanarak dünyayı anlamlandırmış hem de sezgiyi yani maneviyat ve feraseti kullanarak ilahi olandan gelenleri anlamaya çalışmıştır.
Alternatif olabilecek bütün farklı yolları cevap verme tenezzülünde bulunmadan kullandığı metodlarla feshedebilmiştir. Bunu her araştırmamızda tekrar tekrar görmek, bu ilahi dine olan intisabımızın ne büyük şeref olduğunu bize tekrar tekrar hatırlatıyor. Elhamdullillah..
Aklı, yaratıcısı olan Rabbimizi tanımak ve tanıtmak için kullananlara selam olsun. Aklı, O’nun elçisi olan Rasule ittiba etmek ve ettirmek için kullananlara selam olsun. Aklı, beşeri ideolojilerin gediklerini anlayarak reddeden ve İslam’ın kusursuzluğunu anlayarak kullananlara selam olsun.
*Bu konuda detaylı bilgi elde etmek isteyenler ‘Perde ve Mana’ kitabına göz atabilirler. Bu alanda yazılmış kısa ve öz, ender eserlerden..
Söz&Kalem - Yusuf Yetiş