Titreyen elleriyle sigarasını dudakları arasına sıkıştırıp çakmağın gazına bastı. Defalarca basmasına rağmen yanmıyordu. Işığa tuttuğunda gazının bittiğini görünce gerginliğine öfke de karıştı. Çakmağı fırlatıp duvara vurdu:
“Lanet olası!”
“Sakin olur musun? Çok gerginsin!” Diyen kadının sesi kısık ve sakindi. Göz ucuyla baktı. Kadın, sanki evindeymiş gibi rahattı. Bakınca daha çok gerildi. Hızlı bir hareketle ayağa kalktı. Mutfağa yöneldi. Ocağın en küçük gözünü titreyen elleriyle yaktı. Sigaranın ucunu ateşe değdirmeye çalıştı.
“Hiii!” Elini ocaktan şiddetle çekti. Alev alan kazağının kolunu diğer eliyle vurarak söndürmeye çalıştı. Kazağın yanan kenarları bileğine yapışmış, yakmaya devam ediyordu. Bir an bir şey oldu. Durdu. Donmuştu. Gözleri bir noktada takılı kaldı. Sanki alev alev yanan kendi eli değildi. Zihni başka bambaşka yerlerdeydi.
“Oğlum, ben hep senin yanında olmayacağım. Hayat seni çok değiştirecek. Gençlik senin aklını başından alacak. Şeytanlar ve nefsin seni günahlara sevk ettiğinde, bir ateş bul parmağını üzerine koy. Buna ne kadar dayanabiliyorsan Allah’a o kadar isyan et! Her daim Allah’ın azabını düşün.” Gözlerini yumdu. Annesinin sözleri kulaklarında çınladıkça eli kolu hareketsiz kalıyordu.
“Ay ne oldu? Yok artık, elini, bileğini bu kadar kötü yakmayı nasıl başardın. Buz çıkarayım.”
Donmuş gibiydi. Elleri alev alev yanıyor ama şuan hiçbir şey yapmıyordu. Ya da yapamıyordu. Kadın buzluktan çıkardığı buzu tezgâha bıraktı.
“Önce suya tutalım istersen. Yanık merhemi var mı?”
Zihnini yokladı. Annesi evi düzenlemeye geldiğinde ufak birkaç ecza malzemesini evden getirip banyo dolabına koyduğunu söylemişti. Elini musluğa tutarken:
“Banyo dolabında olmalı.” Elini kurutup buz koydu. Kadın kremi bulup getirmişti.
“Ben biraz krem süreyim.” Genç adam ellerini yavaşça çekti. Kadının yüzüne bakmadan:
“Ben halledebilirim.” Kremi alıp banyoya yöneldi.
Suyu açıp doldurduğu avuçlarını hızlı hızlı yüzüne çarptı. Kaç kere yıkadı bilmiyordu. Alev alev yanan eline baktı. Kalbi sıkıntıyla attı. Elindeki havluyu fırlatıp ani bir kararla banyodan çıktı. Yatak odasına uğrayıp dakikalar içinde antreye geri döndü. Kadın şaşkındı:
“İyi misin?” Başıyla evet anlamında salladı.
“Bak, ben…” Ne deseydi? Nasıl izah etseydi? Gergindi. Sesi titriyordu:
“Bu benim evimin anahtarı. Ben şimdi gidiyorum.” Kadın iyice şaşırmıştı. Daha bu akşamüzeri tanıştığı bu delikanlının garip hallerine alışamıyordu.
“Anlamadım… Ben, ben ne olacağım.” İzah etmek çok zordu:
“Bak, ben bir hata yaptım.” Başını iyice eğdi. Elini cebine attı. Bütün parasını saymadan kadının eline koydu.
“Bu gece burada kal. Kapıyı kilitle ve ben dâhil kimseye açma!” Kadın elindeki paraya ve anahtara baktı.
“Şey, ben hala anlamadım. Hayati bir tehlike…”
“Anlaşılmayacak bir şey yok! Seni, ben evime getirdim ama ben Allah’tan korkarım. Bunu yapamam. Gece vakti sıkıntıya girmemen için burada kal, diyorum. Sabah çık git. Ben seni görmedim. Sen beni tanımadın.” Kapıyı açtı.
Kadın ağlıyordu. İlk defa böyle birini tanıyordu. Elleri yara bere içindeki delikanlıya baktı. Birkaç saniye sonra kapı kapanmıştı.
Kapının önünde durdu. Bir an kendine hayret etti. Kalbini pişmanlık sardı. Simdi neden böyle bir şey yapmıştı? Geri dönse miydi? Avuçlarına ve bileğine baktı. Kabarmış su toplamışlardı. Acısı arttıkça artıyordu.
“Hayır, Allah’ın azabına kimse güç yetiremez. Bunu kaldıramayız.” Kapıdaki bir anlık duraksama kilit sesiyle son buldu. Merdivenleri ikişer üçer hızla indi.
Şimdi ne yapmalı? Nereye gitmeliydi?
****
Bayağıdır yürüyordu. Bunu ara ara sızlayan ayaklarından anlıyordu. Aslında yürümekten ziyade, rüzgârın önüne katıp sürüklediği yapraklar gibi savruluyordu. Bir hedef belirlemeden, duraksamadan, dinlenmeden…
Kâh kızıyor, kâh ağlıyor. Sesli sesli konuşuyordu. Oysa bu sene hayatının en büyük mutluluğunu yaşamıştı. İstediği bölüme birincilikle yerleşmiş, ailesinin gurur kaynağı olmuştu.
Üniversiteye yerleşince ona araba alınmış, ev tutulmuş, döşenmişti. Anacığı günlerce uğraşmış evi yerleştirmiş, en ufak bir eksik bırakmamış. Günlerce yetecek kadar yemek yapmış sonra memlekete dönmüştü. Günde en az bir kere arar, nasihatler, dualar ederdi.
Şimdi onun bu halini görse kederinden yatağa düşerdi. Kulaklarına kadar yüzü kızardı. Bu hataya düşseydi, annesinin yüzüne nasıl bakacaktı.
“Ah, ben bir insanın yüzüne bakamıyorum. Peki ya…”
Sağ tarafında bir cami olduğunu fark etti. Ani bir kararla camiye girip şadırvana yöneldi. Buralarda namazı iyice boşlamış, artık cumalara bile gitmez olmuştu. Allah kuluna ne kadar da çok fırsat veriyordu.
Şadırvanda abdest alırken kabaran kanayan ellerine iyice su döktü. Gözyaşları abdest suyuna karıştı. Bir kıvılcım, hem Allah’ın azabını bir nebze anlamasını sağlamış. Hem de eşiğine geldiği günahtan bir parça ateşle uzaklaştırmasıyla onun rahmetini kavramıştı.
“Rabbim, gazabından rahmetine sığınırım.”
Cami kapısının tokmağına elini attığında caminin kilitli olduğunu fark etti. Hayal kırıklığına uğradı. Biraz da öfkelendi. Hırsızlık ihtimaline karşı kilitleniyor olsa bile, bunu bir türlü kabul edemiyordu. Sabahlara kadar barların, meyhanelerin bil-umum kötülük yuvalarının kapıları sabahlara kadar açık cami kapıları kapalıydı. Düşmandan korkup dosta kapı kapatmak, elbet zülfüyâra dokunurdu. Girişe yöneldi. Orada ibadet edecekti.
“Selamün aleyküm!” İrkildi. Hızla döndü. Karşısında 30’larında görünen genç bir adam vardı. Gülümsüyordu. Çekinerek:
“Aleyküm selam, cami kapalı, burada kılacağız.”
“Demek beni gece yatağımdan kaldırıp buraya getiren mümin sensin delikanlı!”
Şaşkınlıkla baktı. Ben mi? der gibi bir işaret yaptı.
“Ben bu caminin müezziniyim. Gece bir uyandım. Namaz vakti sandım. Abdest alıp çıktım. Yolda saate bir baktım daha namaza vardı. Ya Rabbi, sen bu işe bir hikmet gizledin herhalde gecenin bu vakti beni ayağa kaldırıp evine boş yere getirmezsin, dedim. Eve dönmedim.”
Delikanlının gözlerinin yaşlarla dolduğunu fark edince şaşırdı. Gecenin bu vaktinde karşısına çık(arıl)an bu mahcup delikanlıya karşı bir ülfet duydu.
İmam tokalaşmak için elini uzattığında delikanlı sol elini uzattı. Dikkatle bakınca ellerindeki bereleri gördü. Genç adam elini yavaşça arkasına saklar gibi yaptı. Sanki karşısındaki günahını anlamış gibi kızaran yüzünü yere eğdi. Genç müezzin işin içinde bir durum olduğunu anladı. Daha samimi davranarak koluna girdi:
“Gel güzel kardeşim! Önce yaralarını saralım. Sonra konuşuruz.” Delikanlı konuşmadı veya konuşamadı.
“Bunlar yara değil. Allah’ın şefkat tokatlarının izleri. Onlar ruhumu ve ebedi hayatımı kurtaran ameliyatın izleri.” Demedi. Diyemedi. Fakat içten içe seviniyor. İmtihanı kazandıran Rabbine hamd ediyordu.
Söz&Kalem - Meryem Varol