Yusuf Serik | Söz&Kalem Dergisi
Yaratılmışları intizar eden er-Rakîb olan Allah’ın adıyla...
Hiç şüphesiz hiçbir şey sebepsiz bir yere yaratılmamıştır. Gözümüzle gördüğümüz, göremediğimiz ve mahiyetine muttali olmadığımız her şey bir hikmete binaen var edilmiştir. Yaratılmışların en şereflisi olan insanoğlunun da gayesiz yahut başıboş yaratıldığı da düşünülemez.
İnsanoğlu tarih boyunca kendisini yaratan birinin varlığını, niçin yaratıldığını, nereden geldiğini, nereye gideceğini vs. sorgulamış ve bu sorgulama onu bir anlam arayışına sürüklemiştir. Hayat, ilim, irade ve kudret sahibi olan Allah; kulları arasından seçtiği seçkin şahsiyetler olan peygamberlerle insanoğluna kelâmını tebliğ etmiş; böylece hâlık’ının kim olduğunu, niçin yaratıldığını, nereden geldiğini ve nereye gideceğini insanlara bildirmiştir. Böylece sır perdeleri aralanmış, yeryüzü ile semanın irtibatı sağlanmıştır.
Dolayısıyla insanoğlunu yaratarak hayat veren, varlık âlemini, mana âlemini ve tüm kâinatı var eden; peygamberler ve kitaplar göndererek insanoğlunu başıboş bırakmayan bir ilâh var. Ve ilmiyle her şeyi kuşatan, sonsuz kudrete sahip olan bu ilâh, bizleri sürekli gözetliyor, intizar ediyor. İnsanoğlu sürekli kendisini gözetleyen âlemler Rabbi olan Allah’ın varlığını düşünmeli, hayatını bu bilinçle yaşamalıdır.
Hayatı bu bilinçle yaşamaya “Murakabe Bilinci”, yani Allah’ı görüyormuşçasına yaşama denir. Bir hadis-i şerifte Cebrail’in (as), Peygamberimiz (sav)’e İslâm, iman ve ihsanın mahiyetine dair sorular sorduğu, Resûlullah’ın da bu sorulara cevap verdiği rivayet edilir. Peygamberimiz (sav), “İhsan nedir?” sorusuna “Allah’ı görüyormuşçasına ibadet etmektir.” şeklinde çok veciz bir cevap vermiştir. Peygamberimiz (sav)’in verdiği bu cevap murakabenin özünü ortaya koymaktadır.
Müslüman nerede olursa olsun, biri tarafından görülsün veya görülmesin Allah’ın emir ve yasaklarına dikkat edip bu şekilde bir hayat sürmekle emrolunmuştur. Rabbimiz, hiçbir şeyin kendisinden gizli kalmadığını şöyle ifade eder: “Şüphesiz yerde ve gökte hiçbir şey Allah’tan gizli kalmaz.” (Âl-i İmrân, 5) Allah Resûlü (sav)’de, bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: “Nerede olursan ol, Allah’tan kork; kötülük yaparsan peşinden hemen bir iyilik yap ki, kötülüğü silip götürsün; insanlara karşı güzel ahlâkla davran.” (Tirmizî)
Kul zâhir ve bâtınının, dış ve iç âleminin sürekli biçimde Allah’ın gözetimi altında olduğunu ve kendisinin O’nun huzurunda bulunduğunu kesin şekilde bildiği zaman murakabe halini gerçekleştirmiş sayılır. Muhâsibî’ye göre aslolan kalple ilgili bâtınî murakabedir. Eğer bir kimse bâtınını murakabe ve ihlâsla düzgün hale getirirse Allah da onun zâhirini mücahede ve sünnete tâbi olma haliyle süsler (Sülemî, s. 60). Cüneyd-i Bağdâdî, murakabenin hakikatine eren kişinin her an rabbini düşünmesi gerektiğini söyler (Kuşeyrî, s. 407). (Süleyman Uludağ, DİA, “Murakabe”)
Murakabe, bizlere her an Rabbimizin bizleri görüp gözetlediği şuurunu verir. Nitekim Rabbimiz, bu hususta şöyle buyurmaktadır: “...Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir...” (Hadid, 4) Bu bilinçle yaşayan Müslüman, Rabbinin emir ve yasaklarına uyar, haramlara bulaşmama adına çaba sarf eder. Çünkü Müslüman, ağzından çıkan her sözden ve yaptığı iyi veya kötü her fiilinden hesaba çekileceğini bilir.
Müslüman gençler, nefislerinin tüm arzularına rağmen Allah’ın her an kendilerini görüp gözetlemesini düşünerek murakabe bilinciyle yaşamalı. Hiç şüphesiz Rabbimiz, bu şuurla yaşayan Müslüman gençleri, altlarından ırmaklar akan adn cennetleriyle mükâfatlandıracaktır. İbn Abbas (ra), anlatıyor: Bir gün Peygamber (sav)’in arkasında bulunuyordum. Bana şöyle söyledi: “Delikanlı, sana birkaç cümle öğreteyim: Allah’ın emirlerini ve nehiylerini gözet ki, Allah da seni gözetsin. Evet, Allah’ı gözet ki, O’nu yanında bulasın...” (Tirmizî)
Murakabe bilincini sürekli canlı tutma adına sürekli var oluş gayemiz olan ibadet şuurunu canlı tutmalı, namazları huşu ile kılmalı, Allah’ın kelâmını okumalı, Allah’ı zikretmeli ve Resûlullah (sav)’in yaptığı amelleri yaparak Allah’a yakınlaşmaya çalışmalıyız. İslamî çalışmalar içerisinde bulunmak da murakabe şuuruyla yaşama adına önemlidir. İslâm’ı yaşama, tebliğ etme, nihayetinde de yeryüzüne hâkim kılmak aslî vazifemizdir.
Son olarak şunu unutmamalıyız ki, sinelerde olanı, aşikâr olanı, yerde ve gökte vuku bulan her şeyi bilen, her şeyi gören bir Rabbimiz var. İyi yahut kötü, az veya çok, gizli veya açık her amelimizin hesabını âlemlerin Rabbi olan Allah’a vereceğiz. Hayatı bu şuurla yaşamalı, bu şuurla konuşmalı, bu şuurla görmeliyiz.