Şehrin tarihin öznesi olma özelliğini, Medine bağlamında çarpıcı bir kıyaslama ve bir soruyla ortaya koyabiliriz: İslâm inancının daha doğuş aşamasında, yani ilk nesilde, bir Medine’ye sahip olması, buna mukabil Hristiyanlığın yaklaşık üç asrı aşan bir süreden sonra ilk şehir hâkimiyeti tecrübesi yaşamış olması bu iki dinin tarihi serüvenini nasıl etkilemiştir?
Başka hiçbir din, peygamberi henüz hayattayken bir Medine’ye kavuşamamıştır. Seküler anlamda ise hiçbir ideoloji, daha kurucu ideoloğu hayattayken ütopyasını tarihi pratiğe yansıtamamıştır.
Hz. İsa ve Buda’ya adanan şehirler onlardan bir kaç asır sonra tarih sahnesine çıkmış; Eflâtun’un ideal şehir devleti kurma teşebbüsü kısa ve başarısız bir tecrübe sonrası akim kalmış; ilk sosyalist şehir ve devlet tecrübeleri Marx’tan yaklaşık yarım asır sonra yaşanmıştır. ( Ahmet Davutoğlu/ Medeniyetler ve Şehirler)
Amerikalılaştırma benim tasavvuruma göre ferdi ya da toplumu Amerikan boyasıyla boyamak ve Amerikan hayat tarzını yaygınlaştırmaktır. Buna çok yakın başka bir kavram ise cocacolaştırma ( cocacolization) dur. Coca Cola Amerikan hayat tarzının ve bu tarzın yaygınlaşmasının bir sembolüdür. Dedikleri gibi aslında mesele sadece cocacolaştırma değil coca-kolonileştirmedir. Yani cocacolaştırma uluslar arası tüketim asrında bir sömürüdür. Bu sömürü zorla değil gönüllü sömürüdür. ( Abdulvahap El Messiri/ Hamburger Medeniyeti)
Batı kılıç kullanan şövalyeleriyle İslam’la baş edemeyince dilini ve kalemini yalan üretmek için kullanan, kılıç cambazı değil, dil cambazı şövalyeler yetiştirdi. O şövalyeler “Kalem, kılıçtan keskindir” tezini bir kez daha ispatladı; papaların, rahiplerin “İsa’nın yurdunu kirli ayaklardan kurtaran cennete girer” vaatlerine artık kanmayan Katolik Avrupası, “Müslümanlar sizi biçmeye gelen vahşi bir toplumdur” yaygarası karşısında İslam’a karşı halktan bir savunma kalkanı oluşturmayı başardı. (Abdulkadir Turan/ Batı Türkiye İslam)
Bütün bu elektronik zımbırtıların altında, bir insanın dramı yatmaktadır. Yalnızlaşan, yabancılaşan, meta haline dönüştürülen bu insanı “kendine yeter” hale getirme çabalarının ürünü olan bu elektronik buluşlar (videodan uzay araçlarına kadar tümü), bu insanı git gide daha yalnız, daha yabancılaşmış bir ortama sokmaktan başka işe yaramıyor. (Rasim Özdenören/ Denemeler)
Mevcut zorlukları, (Ruhsal açıdan) yaşadığımız kuşaktaki uyanış ve silkinişin açık delili sayabiliriz. Bu, konunun bir boyutudur. Farklı bir boyuttan baktığımızda ise bizden önce aynı yoldan geçmiş olanların tecrübe ve birikimlerinden faydalanmamızda bir sakınca bulunmayışıdır. Meşhur düşünür Toynbee de zorlukların nasıl fırsatlara dönüşebileceğini vurgulayarak şöyle demiştir: “Zorluklar, yaratıcı tehditlerdir. Çünkü insanları tepki göstermeye özendirirler.” Bu tepkinin fikren ve bedenen yorulup ter dökmeksizin olmayacağı açıktır. ( Malik Bin Nebi/ Düşünceler)
Başka memleketlerde, herhangi bir şeyde görülen yanlış veya eksiğin giderilmesine lüzum hissedildiği anda, icap edenin yapılmasına gayret edilir; hatalı olan şeyin ıslahına çalışılır. Bizde ise, ıslahı gereken her ne ise, hiç tereddüt edilmeden ortadan kaldırılmasına ve yerine, daha iyi olduğu zannedilen bir başkasının konulmasına kalkışılır. Hâsılı; bizde, yenisini kurmak için yok etmeye, Batı’da ise yok olmaktan kurtarmak için düzeltip korumaya çalışılır. (Said Halim Paşa/ Buhranlarımız)
Tarihin iki öğesi olan insan ve zamanı Allah yarattığından, insanın bu zaman içerisindeki hayat programını da Allah çizmiştir. Allah’ın yaratmış olduğu ve ona, belli bir oranda dini veya dinsizliği seçme hürriyeti tanıdığı insanoğlu (bazıları tanımasa bile), bu programın dışına çıkamamaktadır; velev ki aksi inançta olsun. Bu programa göre insan Allah’ın emriyle doğar, yaşar ve ölür. İnsan ve dolaysıyla insanlık için bundan başka bir ihtimal söz konusu değildir.
(İhsan Süreyya Sırma/ Tarih Şuuru)
Onlar; Müslümanlığımızın aynalarıdır. Vahyin oluşturmak istediği ideal insan modelinin hayal ve ütopya olmayan yaşanmış gerçekleridir. Allah Resulü’nün mübarek ellerinde yetişmiş yeryüzünün en nasipli insanlarıdır. Bir insan sarrafı olan Peygamberimiz’in oluşturduğu Nübüvvet potasında işlenmiş, madenleri ortaya çıkarılmış, her biri hayatın farklı bir alanında zirveleştirilerek abide bir şahsiyet haline getirilmiş yiğitlerdir. ( M.Emin Yıldırım/ Sahabeyi Nasıl Anlamalıyız)
Henry Kissimger’a atfedilen “Bir şeyin gerçek olması pek o kadar önemli değildir; fakat gerçek olarak algılanması çok önemlidir.” Sözü bir bakıma yaşadığımız dünyayı da özetlemektedir. Hepimiz demokrasi denilerek diktatörlüklerin tahkim edildiği, barış denilerek savaşların çıkarıldığı, özgürlük denilerek tutsaklıkların ve bağımlılıkların var edildiği, sağlık denilerek hastalıkların üretildiği, eğitim denilerek cehaletin yaygınlaştırıldığı bir dünyayı gözlemliyoruz. Kitlelerin zihni kıyasıya savaşların verildiği bir savaş meydanına dönüşmüş durumda. Gerçekle aramıza giren algı yönetmenleri ve manipülatörler; gördüklerimizi, duyduklarımızı ve hatta dokunduklarımızı nasıl yorumlayacağımızı belirlemek için profesyonel bir çaba gösteriyor. ( Algı Yönetimi ve Manipülasyon- Mücahit Gültekin)