Söz&Kalem Dergisi - Müzeyyen Sena Titiz Demirel
Her salisesi kıymet işlemeli kâri’, şuan okuyacağın her bir satırın senin için ilim mesabesinde olmasını temenni eder, bereketli okumalar ve vakitler dilerim...
Ziyan bataklığından sıyrılıp bir işi bitirince hemen diğerine koşan Muhsin kullara selâm ile...¹
-“Son tüketim tarihine altı gün var babaanne.” dedi elindeki ürünü bırakan delikanlı.
Bunun üzerine,
-“ Benim son tüketim tarihime ne kadar kaldı acaba?” diyerek kısık sesle söylendi babaannesi.
“Yol bitmek bilmiyor” diye hayıflandığımız geçici yolcukların, “keşke yol bitmeseydi” diye farklı bir hayıflanma aşamasına geçmesi ne garip değil mi? “Bıktım şu hayattan” diye başlayan cümlelerin “o zaman bende şu akıl olacaktı da sen beni görecektin” cümlesine tebdil olması ne kadar mesaj içerikli değil mi?
Geçiyoruz, tükeniyoruz, bitiyoruz ve ölüyoruz...
Misafir, umduğunu değil bulduğunu yer atasözünü hayatımıza almışsak şayet, dünya misafirhanesindeki bu tahakküm sevdamız niye?
Game over denilecek bir son varsa önümüzde, neden kabalık, gönül kırıklığı ve kul hakkı ekiyoruz yaşam toprağına? Deniz derinliğindeki anlar konmuşsa nasibimize su misalince, bunca zaman israfı neden? Ömür gibi bir sermayeyi su-i istimal etmek neden? Anı, saati, zamanı ve ömrü kendinden şikayetçi bir şekilde arkanda bırakman neden? İyi düşün! Neden.!
Mukayyet süreye dayalı her şey, vaktinde isti’mal edilmeye ayarlanmıştır. Özelde hayatın, yaşatılması, taze tutulması ve yararlı işlerin membaı haline gelmesi gerekmektedir. Çünkü, Kuran, insanın içerisinde yaşadığı zaman kısmını hayat olarak isimlendiriyor. Bu da kıymeti harbiyesini artırıp bir cevher hükmü görmesini sağlamaktır. Ona değer kattığımız oranda ahirette değer bulacağız. Haşhaşlı yaşam lezzetlerine kapılırsak imtihanı kaybedip zalimlerden olmamız an meselesidir.
Bu hayatın temel amacı ayette geçen şu ifadeden anlaşılmaktadır: “O, ölümü ve hayatı, amel/davranış bakımından hanginizin daha güzel olacağını imtihan etmek için yarattı.”² Demektir ki, hayat kapağı açılan bir içeceğe benzer ki bir bakmışsın içi boşalmıştır. Nasıl açıldığı, kimin açtığı, ne zaman bittiği değildir önemli olan. Nerede, kiminle ve ne şekilde tüketildiğidir önem arz eden. Melekler ne kronolojik hayatımızdan suale alacak bizleri, ne de uzun uzun yaşadığımızdan. Bir yıl Allah (c.c) indinde bir saniyeye bile tekabül etmiyor olabilir. Ama bir nafile ibadete bir yıllık ibadet sevabı verebilir. Ayet-i kerimede bu durum şöyle izah edilir: “… Gerçekten, senin Rabbinin Katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.” ³
Odasına girdiğinde çalışma masasına yapıştırılmış bir not dikkatini çekti. Şöyle yazıyordu: “ Bir yılın kıymetini sınava tekrar hazırlanan öğrenciye, bir ayın kıymetini erken doğum yapmış anneye, bir haftanın kıymetini tezkere yolu gözleyen askere, bir günün kıymetini kemoterapi gören hastaya, bir saatin kıymetini mülakata girecek öğretmene, bir dakikanın kıymetini ramak kala otobüsü kaçırana ve bir salisenin kıymetini de CPR yapan doktora sor. Vakit, sana verilmiş en fevkalâde servettir. Hazan yeli esmeden, hayatla darılıp küsmeden ve Azrail (a.s) şah damarından geçmeden kıymetini bil. Zamanını Allah’a feda et ki sana sonsuzluk bahşedilsin!”
Bir an sonraki nefesine kefil olan var mı? Elbette yok, olamazda. Zira, Alemlerin Rabbi şöyle ferman buyurmaktadır: “Hiç kimse yarın ne elde edeceğini bilemez; hiç kimse nerede öleceğini bilemez; ama Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır.”⁴ Programsız, gelişi güzel bir yaşam aniden gelebilecek ölümü iyi karşılamayacağı için randevu verdiğimiz her programımız için belirttiğimiz saatte randevu yerinde olmalıyız. Günlük hayatımızda kalkış yatış, yemek gibi çok fıtri ihtiyaçlarımız için bile düzenli olmalı; her an her şey olabilir düşüncesinde hareket etmeliyiz. “An” için önceden tasarladığımız randevuları es geçmemeliyiz.
Geçmişi bir kenara bırakıp, şimdiyi en iyi hale getirmek gayreti vermeliyiz. Abdulfettah Ebu Gudde bu konuda veciz bir söz söyler ve der ki; “Geçen vakti kaybettiğine üzülmekle meşgul olmak ayrı bir vakit öldürmedir.”
“Ömrümü yedin bitirdin” diye söylendiğimiz hiç bir şey ömrümüzü yemezken, bizim israf sever oluşumuzun bir neticesi olarak kendimiz kendi ömrümüzü bitiririz. Her saat başı kıyafet alarmı misalince zamanı boşa çalanın alarmı ses çıkarsaydı dünya ne gibi bir yer olurdu acaba? Herkes düt! düt! sesini duyurmamak için çabalamaz mıydı? Ya da dünya bu kadar yoğun ses kaldırabilir miydi?
Hasan-ı Basrî Hazretleri, şöyle bir nasihat buyurur: “Öyle insanlar gördüm ki, sizin dirhem ve dinarlara karşı olan hırsınızdan daha ziyade vakitlerini değerlendirmeye hırslı idiler… Ey Âdemoğlu! Sen günlerden, yani zamandan ibaretsin. Bir gün geçince senin bir parçan da gitmiş demektir.”
Şimdi bize düşen, an’a randevu almaktır. Bunun için ilk olarak az yemek ve az uyumak durumundayız. Dinç olup kendimizi zinde hissetmek için bunları yapmalıyız. Sonrasında bir program yapıp, yapılacakları aylık, haftalık ve günlük diye ayırmalıyız. Yapmamız gereken, on maddeyi not almalı en öncelikli olanları ilk beşe yazıp perfect şekilde onları tamamlamak için çaba sarf etmeliyiz. Gün sonunda yaptıklarımız ve yapamadıklarımızın hesabını iyi derecede yapmalı, anlamlı bir hikâyenin baş kahramanı olmayı hedeflemeliyiz.
Ve şunu belleğimize iyi nakşetmeliyiz: Allah için yaşarsak Rıdvan melekleri tarafından cennette ağırlanırız; Allah’ı unutanlar gibi (hafazanallah) yaşarsak zebaniler tarafından cehennemde haşlanırız!
Ecir ve sevabını artırmak için dünyaya tekrar tekrar döndürülmek isteyen müminlerin sonundan payidar olmak duasıyla...⁵
¹- Asr ve Nasr süreleri
²-Mülk süresi 2
³-Hac Suresi, 47
⁴Lokmân 34
⁵Ahmed, IV, 185; Heysemî, I, 51; X, 225