Dünya imtihan yuvasıdır ve imtihanların sadece renkleri değişir derler. Tam toparlanmış, acılarımız sarılmış sanırken, bu sefer de bizim imtihanımızın rengi değişmişti. Eskiden beri gelen İslami yaşam tarzımız bizler sürekli camiye bağlı kılmış, Mustafa’yı da camide İslami endişeleri nedeniyle Müslüman gençler ile tanışmasına vesile kılmıştı. Mustafa’nın bu girişimi hepimizi etkilemiş ve İslam’ın nuruna ermenin verdiği huzur ile daha da huzurlu bir ortamımız oluşmasına sebebiyet vermişti. Okul ile beraber evlilik çağlarımıza doğru da gelmiş bulunuyorduk. Zaten ben daha önceden üvey annem ile berdel edilmiştim. Bu evliliğin olmasını pek istemiyordum, çünkü Babama berdel olmak ağrıma gidiyordu. Ama müstakbel eşim bu evliliğin zorla değil de benim gönül rızam ile olmasını arzu ediyordu ve bunun için çok çaba sarf etmişti. Kardeşlerim ile yaşıt olduğu için sürekli onlar ile beraberdi zaten. Annem de tek kız olmam sebebi ile ve kardeşlerim ile de iyi anlaşmasından dolayı onun ile evlenmemi çok istiyor ve sık sık bu konuyu bana açıyordu. Kardeşlerim de onu sevdikleri ve iyi anlaştıkları için bu işe olumlu bakıyorlardı. Ama ben şu an için düşünmüyordum. Kendimi anneme ve kardeşlerime adamıştım ve onlardan ayrılmayı hayal dahi etmek istemiyordum.
Ben onlardan ayrılmayı düşünmezken bir gün Mustafa gelip evlenmek istediğini ve ona bir kız bulmamızı söyledi. İlkin, daha iki abisi dururken onu nasıl evlendiririz diye kara kara düşünmeye başlamıştık. Daha sonra Muhammed ve Abdullah’ın da olumlu bakması ile olabilirliğini anlayınca, kız bulmak için beyin ve göz fırtınası yapmaya başlamıştık. Bu bizi hem heyecanlandırmış hem de acaba birbirimizden ayrılma vakti gelmiş mi diye de düşündürmüştü. Babaannem halamızın kızını, Mustafa için önermişti ve biz de konuyu ona açmıştık. Mustafa da olumlu görünce nişanını yaptık. Biz onun nişanını yapınca Abdullah’a da Muhammed’in üniversite arkadaşının kız kardeşini, Muhammed’e ise bazı arkadaşlarının tanıdıklarının aracı olması ile kız bulduk ve onları peş peşe nişanlandık. Hal böyle olunca benim de düğünümün olması için hazırlıklara başlandı. Geniş ailemin ilk torunuydum ve herkesin hazırlandığı bir düğündü. Lakin işler hiç de ailemizin istediği gibi olmayacaktı, çünkü biz artık klasikleşmiş, kadın / erkek karışık bir düğün yapmanın uygun olmadığını biliyor ve bunu hayata geçirmeye çalışıyorduk. Tabi ailemizin böyle düğün mü olur gibi söylemlerine de hazırdık. Belki de Diyarbakır’da ilk defa sokakta, sesli bir İslami düğün olacaktı. Bütün hazırlıklarımızı buna göre yapmıştık. Düğünden önceki gece tüm bayan arkadaşlarım bizim evde toplanmış ve kadın kadına ilahiler, ezgiler eşliğinde ellerime kına yakmıştık. Sırada düğün günü vardı.
Gelin arabası Kelime-i Tevhid bayraklarıyla süslenmiş ve büyükçe bir kalabalık eşliğinde beni bekliyordu. Ben de bir zamanlar başka bir gelin kardeşimize dikmiş olduğum gelinliği giymiştim. Veda etmem çok da kolay oldu sayılmaz. Babam yoktu ve kendimi anneme destekçi, kardeşlerime baba saymıştım. Tek tek onlara sarılıp ağladım ve Muhammed’in gözyaşları eşliğinde kuşağımı bağlamasının ardından evden ayrıldım. Aşağıda bekleyen bir araba, arabanın önünde ellerinde arbane olan iki genç ve mahalleyi hatta bir semti baştan başa kuşatmış insanlar vardı. Bu manzarayı da görünce daha fazla duygulandım ve arabada yol boyunca şükredip ağladım. Yollar o kadar insan ile doluydu ki arabamız, tıpkı bir kaplumbağa misali yavaş yavaş ilerleyebilmişti. Ellerinde arbane olan gençler de tekbir ve salavatlar getiriyor ve düğüne katılanlar da onlara eşlik ediyordu. Sonunda düğün evine vardık ve beni içeriye aldılar. Erkekler de dışarıda önce bir aşır Kur’an-ı Kerim tilavetinden sonra ufak bir sohbet ve ardından da İslami ezgiler ile halaya tutuldular. Düğüne katılımın çok olacağını tahmin ediyorduk ama bu kadarını düşünmemiştik. Hal böyle olunca yapılan düğün yemeğine ilave yemekler yapılsa da düğüne katılan davetlilerin bazılarına yemek yetiştirilmemişti. Kalabalıktan ötürü yemek servisi ancak damların üzerinden yapılabilmişti. Tabi bu sevinçler arasında bir de düğünümüzü boykot eden akrabalarımız da vardı. Böyle düğün mü olur, siz de iyice abarttınız, ilahiler önünde halay mı çekilir gibi nice sorular sorulmuş ve nihayetinde düğünümüze katılmayı reddetmişlerdi. Ama kalabalıktan anlamıştık ki Müslümanların buna ilgisi büyüktü ve İslami düğünlere duyulan ihtiyaç giderilmişti sanırım. Muhammed, Abdullah ve Mustafa’nın da böyle büyük olmasa da evde ufak çapta düğünlerini yapmaya çalışmıştık. Zamanın şartlarından ve kardeşlerimin öğrenci olmasından dolayı Abdullah ve Mustafa’ya birlikte bir ev tutuldu ve iki aile beraber yaşamaya başladılar. Muhammed ise eşi ile beraber ilk görev yeri olan Elazığ’a gitmişti.
O sıralar 28 Şubat dönemine yakın olduğundan dolayı İslam’a, Müslümanlara tepkiler başlamış, her türlü çalışma onlara yasaklanmıştı. Huzur içinde her türlü görüşe rağmen beraber yaşamayı başaran mahallemizde bile fikri ayrılıklar baş göstermiş. Bölünmeler, selamlaşmaya kadar uzanmıştı. Artık herkes kendi fikrinde olan ile selamlaşıyor onunla konuşuyordu. Hal böyle olunca o sıcak ve samimi mahallemizin yerini soğuk ve ayrılıkçı bir hava sarmıştı. Sık sık aramalar yapılıyor, camilerden gençler toplanıp zindanlara atılıyordu. Okullar boykot ediliyor, kepenkler kapanıyordu. Sanki hayat durmuş, zindanlar Müslümanlar ile doldurulmuştu. Herkese tarafını seçmesi için baskı yapılıyordu. Üniversiteye giden kardeşlerim Abdullah ve Mustafa da okulda çok zor günler geçiriyorlardı. Sol tarafın okulu boykot etmelerine karşın onlar da okula gitmeye bu boykotları yıkmaya çalışıyorlardı. Yine annemin her gün eli kalbinde onların okuldan gelmelerini beklediği günler başlamıştı. Tek farkla ki bu sefer imtihanın rengi eşi değil evlatları olmuştu.
Öyle bir döneme girmiştik ki her gün sağ salim gelmeleri için dualar ediyordu anneler. Annem, “oğullarımı kan davasına kurban ettirmedim, kanımız yerde kalsın ama evlatlarım sağ olsun” dedim ama zalimler tam rahatladım derken, gönlümü rahat ettirmiyorlar diyordu. Annemin bütün sakınmalarına rağmen imtihan yeniden başlamış ve İslami çalışmalarından dolayı eşim ile beraber üç kardeşim sırasıyla cezaevine alınmışlardı. O an anlamıştık ki tarih tekerrürden ibaretmiş. Yine ölümler, yine zindan, yine çocuklu annelerin cezaevi ve mezarlık yolları…
SON BÖLÜM
Söz&Kalem - Zeynep Kübra Titiz